“Çocuk Katılımı Hak İhlalllerini Önleyecek En Temel Yaklaşım”

Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi’nin İzmir’de 13-16 Eylül tarihlerinde düzenleyeceği Çocuk Katılımı Eğitimi’nin kolaylaştırıcıları Cem Demirayak, Emrah Kırımsoy Atike Zeynep Kılıç ile çocuk katılımının önemini konuştuk. Çocuk hakları aktivisti Emrah Kırımsoy, "Çocukların gelişimsel özelliklerine dikkat edilerek muhatap alındıkları, etkin ve etkili hak arama mekanizmalarına erişimin mümkün olduğu güvenli alanlar oluşturulduğunda çocuk katılımı, hak ihlallerini önleyebilecek en temel yaklaşımdır. " diyor.

Çocuk katılımı, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi (BMÇHS) ve Türkiye’nin resmi yasası Çocuk Koruma Kanunu’nun temel ilkelerinden biri. Çocuk katılımı ise geçmişe kıyasla bugün çocuk hakları alanında birçok sivil toplum örgütünün savunduğu, aynı zamanda kendini bu yaklaşıma göre dönüştürmeyi hedeflediği bir mesele haline geldi. 

Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi’nin İzmir’de 13-16 Eylül tarihlerinde “Çocuk Katılımı” üzerine yapacağı bir eğitim için açtığı çağrı ve bu çağrıya beklentinin üstünde 195 kişinin ses vermesinden esinlenerek, çocukluk algısını, yurttaşlığı, çocuk katılımını Çocuk Katılımı Eğitimi’nin kolaylaştırıcıları olan ÇoÇa çalışanı Cem Demirayak, çocuk hakları aktivisti Emrah Kırımsoy ve Başka Bir Okul Mümkün Derneği’nden Atike Zeynep Kılıç ile konuştuk.  

Söze hepimiz için ilham kaynağı olmuş Yaşar Kemal’i andıktan sonra sizlere ayrı ayrı sorular sormak isterim. Yaşar Kemal’in “çocuklar insandır” cümlesi sizin için ne anlama geliyor? 

A.Zeynep Kılıç: Yaşar Kemal, bu ifadeyle sanki unuttuğumuzu hatırlatmaya çalışmış. Çocukların yetersiz, güçleri eksik, dolayısıyla bir yetişkine bağımlı olduğunu düşünme eğilimi son birkaç yüzyılda o kadar yerleşmiş durumda ki, çocukları sanki başka bir canlı olarak görme tuhaflığına doğru ilerliyoruz. Kitaptaki öykülerin hepsi, çocuk olmaları da dahil, birçok dezavantaj içinde yaşamlarını sürdürme ve dönüştürme gücü elinde olan çocuklara ait. Sanırım buradaki asıl soru, yetişkinlerin bu mücadelenin neresinde durdukları. Birer yetişkin olarak bundan emin olamadığımız zamanlarda Çocuklar İnsandır’ı okumak yol gösterebilir.

Cem Demirayak: Bu cümleyi hakim çocukluk algısına karşı bir itiraz olarak algılıyorum. Çocukluğun tarihsel sürecine bakıldığında ön plana çıkan insanlığı değil, daha çok başka sıfatları olmuş. Sevimliliği, küstahlığı, büyümüş de küçülmüşlüğü, muhtaciyeti vb. gibi. Oysa ki geçmişte ve şimdi çocuk deyince akla gelenlerin her biri bir insanlık hâli de aynı zamanda. Yaşar Kemal, çocuğun aklımıza gelen tüm kalıplardan âzâde bir insan ve birey olduğunu imliyor benim gözümde.  

Emrah Kırımsoy: Bu cümleyi, yetişkinlere çocuk üzerinde kurdukları tahakkümü hatırlatmak ve onları uyarmak için söylenmiş bir cümle olarak okuyorum. Çünkü çocuklar bir nesne değil, oyuncak değil, ailenin veya devletin malı değil, köle değil, yetişkinlerin arzu ve isteklerini yerine getirmesi gereken canlılar değil. Oysa yetişkinler, çocuklarla ilişkilenmelerinde hem bunları hem de bir zamanlar çocuk olduklarını unutuyor, kendi öncelik ve isteklerine göre hareket edebiliyor. Oysa çocuklar tasarlar, keşfeder, üretir, hatırlar, sanat yapar, bir kültür oluşturur,sever, değiştirir, dönüştürür vb., yani yapabilir. Bunun yanı sıra tam tersini yapma potansiyelleri de vardır. Yani insana özgü her şeyi yapabilme olanağına sahip olduklarını akıldan çıkarmamak önemlidir. İnsan veya insana özgü derken de -türcülükle yakından veya uzaktan ilişkisi olmadan- Kuçuradi’nin insan, insanın değeri, insan onuru kavramsallaştırmasına atfen sadece var oluşu ile bile her çocuğun değiştirme ve dönüştürme olanağı olduğunu vurgulamaya çalışıyorum.

Yaşar Kemal’in Çocuklar İnsandır cümlesinden, çocukların yurttaş olarak nasıl var olduklarını da tartışmalıyız fakat öncelikle yurttaş ne demektir?   

A.Z.K.: Böyle başlayınca tuhaf olacak belki ama yurttaşlık benim için heyecan verici bir şey. Benim temel çalışma alanım siyaset sosyolojisi; dolayısıyla uzun zamandır devlet ve sınırları içinde yaşayan insanlarla ilişkisi üzerine düşünüyorum, çalışıyorum. Yurttaşlık benim için, Türkiye’de tam olarak böyle yaşanmasa da, kişilerin bireysel ve örgütlü olarak kendi oluşturdukları kurgusal bir yapıyı şekillendirme, gerektiğinde bu yapıya karşı direnme hakkını tanımlıyor. Meşru güç kullanma tekelini elinde tutan bir yapıya karşı, “bir dakika ben de buradayım” dememizi sağlıyor yurttaş olmak. Aynı zamanda bir ortaklık, kollektiflik hali. Zaman zaman acı verici olsa da, çoğu zaman farkında olmasak da birimizin yaptığı diğerini doğrudan etkiliyor aslında. Yani aynı topraklar üzerinde yaşayan insanlar olarak birbirimize karşı sorumluluğumuzu da hatırlatan bir kavram benim için. 

Yurttaşlığın bir boyutu daha var bana göre; başka kimliklerden bağımsız olarak yaşanan yer ile ilişkilenmeyi vurgulayan bir kavram olması. Bu nedenle, Türkçe’de eş anlamlı olarak kullanılan vatandaşlıkla aynı içeriği taşımıyor bence. Vatan, özellikle ulus-devlet anlayışı üzerinden baktığımızda, ulusal kimliğin inşa edildiği bir toprak bütünü olarak tanımlanabilir. Yurt ise kelime karşılığı olarak barındığın, yaşadığın yer demek. Dolayısıyla insanın vatanıyla yurdu birbirinden farklı olabilir. Ve ben, politikanın gündelik yaşam pratikleri çerçevesinde oluştuğunu düşündüğüm için (ister praxis’ten dem vuralım, istersen “kişisel olan politiktir”den) yurttaşlığın vatandaşlığa göre çok daha politik, kapsayıcı ve ortaklaştırıcı bir kavram olduğunu düşünüyorum.

Türkiye’de yurttaşlığın tanımı, sınırları nedir?  

A.Z.K.: Ben bu sorunun en somut yanıtını Milli Eğitim Temel Kanunu’nun eğitimin amacını açıklayan ikinci maddesinde buluyorum. Maddeye göre “Türk Milli Eğitimi’nin genel amacı”, “Türk milleti”ni koruyan, yücelten, seven; Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını “davranış haline” getirmiş  “yurttaşlar yetiştirmek” olarak tanımlanıyor. Tersten okuduğumuzda yurttaşın nasıl tanımlandığını da anlıyoruz. Tanım da sınırlar da yeteri kadar açık! Ve benim yurttaş tanımlamamdan epeyce farklı. 

Türkiye’de çocuklar yurttaş olarak algılanıyor mu? 

A.Z.K.: Algılanmıyor elbette, en fazla yurttaş olma potansiyeli taşıyanlar olarak algılanabilirler. Bu da yukarıda Kanun’a atıfla bahsettiğim yurttaşlık sınırları içinde kalmaları ile doğru orantılı olarak gerçekleşiyor. Eğitim, Türkiye’de devletle yurttaş arasındaki istenen ilişkiyi kurmanın en güçlü araçlarından biri. Eğitim sisteminin her iktidar değişiminde yeniden şekillendirilmeye çalışılması tesadüf değil. 

“Devlet Baba” tanımlaması artık eskisi kadar çok kullanılmıyor belki ama devlet ile yurttaş arasındaki ilişki ebeveyn ile çocuk arasındaki ilişkinin bir yansıması bence. Nasıl ki ebeveyn çocuğu için iyi olanı ondan daha iyi biliyorsa devlet de yurttaşı için iyi olanı ondan daha iyi biliyor. Çocuklar yurttaş olarak algılanmıyor ama zaman zaman yurttaşlar “çocuk gibi” algılanıyor desem haddimi aşar mıyım?

 Çocuk hakları terminolojisinde çocukların doğrudan ya da dolaylı olarak etkilendikleri sorunların çözümüne katılımlarının sağlanması gerektiği ifade ediliyor. Doğrudan ya da dolaylı olarak etkilendikleri şeyleri nasıl ayırabiliriz? Yani çocuk katılımı, yalnızca çocukların yaşadığı sorunları mı mercek altına alıyor yoksa yaşamın içinde meydana gelen her türlü sorunun çözümüne katılabilecekleri anlamına mı geliyor?  

C.D.: Bence çocuklar kendi etkilendikleri şeyleri bilmek ve çözümlerini görmek konusunda uzmanlar. Eğitim bilimci Lothar Krapmann’ın “çocukların sorunlarına ilişkin kendi görüşlerini geliştirdiği, yetkin çözümler ürettiği; yani aslında hep ışıl ışıl ve güneşli olarak tahayyül edilen o gelecekte değil de şimdi ve burada yaşadıkları” savına gönülden katılıyorum. Doğrudan etkilendikleri – dolaylı etkilendikleri gibi bir ayrımı yapmak zor çünkü çocuklarla birlikte yaşıyoruz, toplumsal hayattaki tüm sorunlarla çocuklar da baş etmeye çalışıyor. Burada önemli olan çocukların gönüllülüğü, yani yetişkinlerin kendi gündemlerini çocuklara dayatmaması. Bu noktada çocukların aktif bir yurttaş olarak sorunları sahiplenme potansiyelleri  olduğunu düşünüyorum. Kendim de dahil pek çok yetişkinin yanıldığı nokta, bu durumun kültürel/coğrafik olarak değişkenlik gösterdiğini düşünüyor olması. Tüm canlıları olumsuz etkileyen küresel ısınmaya dünyanın her yerinden çocukların çıkardıkları sesi duymak bunun bir kanıtı.

Sivil alanda çocuk katılımını nasıl görüyorsunuz? Çocuk katılımına ilişkin birçok çalışma yapılıyor. Özellikle hibe veren kurum/kuruluşlar da son yıllarda çocuk katılımını merceğine almış durumdalar. Peki, çocuk katılımına ilişkin çalışmalar yalnızca proje faaliyetleri süresince gerçekleşen bir durum mu yoksa sürdürülebilir katılım modelleri gözlemliyor musunuz? 

C.D.: Sivil alanda çocuğun katılımını sürekli hale getirmek için eskisine göre daha çok çaba harcanıyor. Bu iyi bir şey çünkü duyulabilecek deneyimler artıyor. Biraz da deneyimleyerek kıvamına gelen bir süreçten bahsediyoruz. Yıllarca aynı çocuk grubuyla çalışırken, bizi çok şaşırtan ve farklı pencereler açan öğrenmelerimiz olmuştur. Sivil alanda şu an çocuk katılımı sadece projeler ya da etkinlikler özelinde kalıyor gibi. Daha sürdürülebilir katılım mekanizmaları, hakim çocukluk algısının sivil alanda çalışan tüm kişiler, yöneticiler bağlamında değişmesi, çocuk katılımının yaklaşım ve kültür olarak içselleştirilmesi ile mümkün olabilir. 

KHK ile kapatılmış olsa da Gündem Çocuk Derneği’nde birçok çocuk hak ihlalini takip ettiniz, raporladınız ve ihlallerin önlenmesi için herkesi harekete geçmeye davet ettiniz. Deneyimleriniz ışığında, çocuk hak ihlallerinin çözümünde çocukların sürecin içindeki katılımları nasıl gerçekleşiyordu? Adalet sisteminin sınırlarını göz önünde bulundurarak çocukların katılım biçimlerine baktığımızda, adalet sisteminin çocukluk algısını nasıl tarif edersiniz?  

E.K.: Çocuk hak ihlallerinde süreçten etkilenen aktör olarak çocuğun sürecin öznesi olması beklenir. Sürecin öznesi olarak muhattap alındıklarında, güvenli ve güvenceli bir alan oluşturulduğunda ve gelişimsel özellikleri dikkate alındığında sürece katılımları mümkün olur. Aksi taktirde süreçte neyin odağa alındığı ile ilgili olarak konumları değişir. Demek istediğim, çocuğa mı değer veriyoruz yoksa ihlale neden olan aktör veya sistemleri mi?

Hak ihlallerinin ortadan kaldırılması, cezasızlık kültürü ile mücadeleyi gerektirir. Başka bir deyişle bu; (1) sorumluluk zincirini ortaya çıkartarak etkin soruşturma sonucu fail veya failllerin cezasız kalmamasını, (2) ihlalden zarar görenlerin zararlarının tazmini ve iyi olma durumlarının sağlanmasını (3) ve benzer bir ihlalin asla tekrarlanmaması ile ilgili yapısal değişikler yapılmasını gerektirir.

Günümüzde adalet sistemindeki çocuk algısının, “herkes 18 yaşına kadar çocuktur”, “çocuk hak sahibi bireydir” ve “çocuk olma statüsü yetişkinlere sorumluluklar verir” algısından çok uzak olduğuna tanık oluyoruz. Örneğin, kanunla ihtilaf halinde olan çocuklar neden adalet sistemi içerisinde ve nasıl tekrar adalet sistemine girmesi önlenebilir yerine, yetişkinlere özgü yaklaşımla, “ne yaptı, ne kadar ceza verilir” yaklaşımı hüküm sürüyor.  Dolayısıyla çocuğun çocuk olma statüsü ve yetişkinlerin sorumluluğu baştan yok sayılıyor. Çocuğun katılımından bahsetmek de ne yazık ki imkansız hale geliyor. Oysa neden adalet sistemi içerisinde ve nasıl bir daha girmesi önlenebilir soruları ile çocuk odağa alındığında, çocuğun hem içinde bulunduğu durumun anlaşılması hem de bir müdahale programının oluşturulması konusunda birlikte çalışma süreci başlatılması mümkün olabilir.

Hak ihlallerinin çözümünde aktif bir şekilde yer almaları bir şeyleri dönüştürebilir mi? 

E.K.: Kesinlikle, çünkü hak ihlallerinin oluşmasında çocuk katılımının yok sayılması en temel neden. Öyle ki basit bir anlatımla hak ihlalleri çocuğa karşı farklı şekillerde tezahür eden güç ve erkin şuursuzca ve kötüye kullanılması ile oluşuyor. Bu da bir arada yaşamayı ve eşitler ilişkisi kurulmasını baştan engelliyor. Dolayısıyla çocukların gelişimsel özelliklerine dikkat edilerek muhatap alındıkları, etkin ve etkili hak arama mekanizmalarına erişimin mümkün olduğu güvenli alanlar oluşturulduğunda çocuk katılımı, hak ihlallerini önleyebilecek en temel yaklaşımdır. Ancak etkin ve anlamlı çocuk katılımı, yetişkinler tarafından kurgulanan yapılara çocukları dahil etmek mi veya çocukların bu yapıları örnek alarak seslerini duyurmaya çalışmaları mı diye tekrar düşünmek önemli. Bu noktada yüzümüzü çocuklara dönüp “nasıl yapardınız, birlikte nasıl yapalım?” sorularını sormaya başlamak iyi bir başlangıç.

Çocuk katılımı eğitiminde tartışmayı planladığınız ya da arzuladığınız şeyler neler?  

E.K.: Temelde yetişkin ezberleriyle yüzleşmek, katılım ve ilgili kavramlar üzerinde birlikte düşünmek, tartışmak, çocukların katılımı ile ilgili deneyim paylaşımı yapmak ve tabii ki çocukların katılımı önündeki engelleri nasıl ortadan kaldırabiliriz konusuna derinleşmek…

Kapak görseli: “Herkes Özgür Doğar” kitabı – Debi Gliori