Sisifos’un İmkanları 

"Umut ve gelecek yoksunluğu, insanın her şeye açık oluşunda bir artış anlamına gelir".*  Ceza olarak aşağı yuvarlanan kayayı hep yeniden tepeye çıkarabilmek, buyruğu verenlere başkaldırmanın yegane yoludur aslında...

Kazdağları’nın bağrına bıçak saplayıp yüz doksan sekiz bin ağacı katleden, altın çıkarmak için bitki örtüsünün içine zehir akıtıp doğal yaşamın kaybına yol açacak olan Alamos Madencilik Şirketi’nin Ceo’su işletecekleri madende yabancı işçi istihdam etmeyeceklerini “Türkler taş taşımakta çok iyi” diyerek açıklıyordu. Haksız değil. Özellikle son 5 yıldır neoliberal ekonomi politkasının rüzgarının çılgınlık derecesine varan hızla aşağı yuvarladığı taşları yukarı çıkarmakla uğraşıyoruz. Fatsa, Hasankeyf, Artvin… nereye bakarsanız bir kıyım, arkasında bekleyen bir yenisi… Yine Kütahya, Balıkesir, İznik ve Munzur altını üstüne getirmek için katli vacip görülen yerlerden. Sadece Kazdağları’nda 40 ayrı şirket  ruhsatlandırılmış şekilde altın çıkarmak için sırasını bekliyor. Bu kıyıma zemin hazırlayan 17 yıldır yasa ve kanun maddeleri üzerinde her türlü tasarrufa sahip olan kurduğu ittifakla gücüne güç katarak torbaya atılan teklifleri toptan TBMM’den geçiren siyasi iktidardan başkası değil. 

5177 Sayılı Yeni Maden Yasası’nda yapılan değişikliklerin 2004 yılı itibariyle yürürlüğe girmesini izleyen süreçte yabancı şirketlerin maden ruhsatı almak üzere başvurması madencilik sektöründe  sömürgecilik döneminin başladığına işaret eder gibi. Zira Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın internet sitesinde bu zemin üzerinde yükselen yatırımların 2018 Eylül ayı itibariyle 136’sı yabancı firmaya ait 657 maden ruhsatına ulaştığını görüyoruz. Bakanlık tarafından yabancı yatırımcılar için ingilizce olarak hazırlanmış Maden Yatırım Rehberi ise bu artışın nedenlerine ışık tutan türden: taş, mermer, çinko, altın, gümüş, kurşun, krom her şeyi çıkarmaya davet ediliyor yatırımcılar. Sadece altın yatırımı ile ilgili kısımda Türkiye’de 6500 ton altın rezervi olduğu ve çoğunun yer altından çıkarılmayı beklediği belirtiliyor. Vaatler arasında %50 ucuz arazi tahsisi ve orman satışından %50 pay verilmesi de dikkat çekici. Aşağıda hiç de profesyonel olmayan altın haritası görselinde solmuş yıldızlar halihazırda operasyondaki madenleri, sarı parlak olanlarsa açılmayı bekleyen madenleri temsil ediyor. Rehberde açılacak her tür altın madeni işletmesi için azaltılmış bürokrasi ve çeşitli vergi indirimi uygulamaları da taahhüt ediliyor.

Yatırımlar, modern dönemde iktidarlar tarafından ilerlemeci  anlayışın bir ürünü olarak kalkınma ve gelişme saikleriyle birlikte anılır, çoğu kez populist söylemlerde de yer bulur. Yıllardır nükleer santral gibi ülkenin hiç de menfaatine olmayan bir projenin dahi gerçeklerin tam aksi söylenerek  temiz, ucuz, güvenli şeklinde tanıtıldığı malum. Ne var ki, Kazdağları’nda altın çıkarmak için davete icabet eden Alamos’un işletme ruhsatını almış olduğunu duymamız 10 yıl kadar sürdü. Bölgede 2007’den beri bir direniş olmasına rağmen hükümetin bu projeyi istihdam ya da başka sözlerle gündeme getirdiğini hiç duyduk mu? Belki de Türkiye’nin akciğeri sayılan bir coğrafyayı siyanüre boğmanın açıklanabilir bir tarafı yoktur? Esasen işler arka planda öyle gizli yürütülmüş ki Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nden Süheyla Doğan iki yıl önce bu maden şirketlerinin Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) başvuru sürecinde tepki çekmemek için altın çıkarma faaliyetini başvuru dosyasına “kuartz çıkarma” şeklinde yazdırarak izin aldığı yönündeki tespitlerini paylaşmıştı. Ne yazık ki devlet kurumlarının ve şirketlerin gerek mega projelerde gerekse kirletici tesislerin yatırımlarında sergilediği işbirliğini şimdi de  Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Alamos’un yatırım faaliyetini savunan, Alamos’un iştirakı Doğu Biga Madenciliğin açıklarını kapatan sözlerinde hatta, ÇED imzalarındaki usulsüzlüklerde görüyoruz. 

Usulsüzlüklerin olduğu hangi projede  facialar yaşanmaz ki ? Altın madeninden devam edersek misal 2000 yılında Romanya’da Baire Mare Aurul altın madenine ait siyanür havuzunun çökmesi  Sırbistan, Bulgaristan ve Romanya olmak üzere üç ülkenin topraklarının zehirlenmesine yol açmıştı. Çalışanlar, Çernobil Nükleer Felaketi’ni hatırlatırcasına sınır ötesi kirliliğe örnek teşkil eden bu facianın oluşma nedenlerini inşaat sürecindeki usulsüzlüklere bağlamıştı. Bir altın madeni işletmesinin kaza olmasa da doğa ve doğal varlıkları tarumar ettiğini ise Kanada menşeili Goldcorp’un Guetemala, Meksika, Honduras’taki faaliyetleri nedeniyle yurttaşlar ve  bilim insanları tarafından yargılandığı yurttaş mahkemesinde suç teşkil etiği ilan edilen gerekçelerde görebiliriz (Health tribunal 2012). Buna göre Goldcorp  su varlıklarının kirlenmesinden, bitki örtüsünün geri dönüşü olmayan şekilde kaybedilmesinden, zehirli siyanür tozlarının havaya saçılmasından, ağır metallerin açığa çıkmasından, evcil ve vahşi hayvanların, insanların hastalanmasından ve ölmesinden sorumlu tutulmuştur. Mahkemede konuşan tanıklıklar ise siyanür uygulaması nedeniyle çevrelerinde ve kendi bedenlerinde meydana gelen değişimi şöyle tanımlamışlardır: Deri ve göz hastalıkları, saç dökülmesi, bebek düşükleri, ölü doğumlar, yeni doğan bebek ölümleri, sinir sistemi hastalıkları, sindirim sistemi hastalıkları, çocuklarda kronik hastalıklar….

Savaşlarla uğruna kan dökülen toprakların ve üzerinde yaşayanların idasine talip olan siyasi iktidarlar, önayak oldukları ticari ve endüstriyel faaliyetlerle işte bu şekilde hastalığa ve ölüme bizzat kapı aralayabilmekte. Bilim, teknoloji ve kültür etkileşimi üzerine eserleri bulunan Lewis Mumford’un da tespit ettiği gibi madencilik çevreye getirdiği yıkım ve insan hayatının karşı karşıya olduğu tehlikelere kayıtsızlığıyla savaşa benzer. Savaşın kendisi yeterince anlamsızken benzerine niye tahammül edelim ki? Savaşta ölmemenin yani yaşamda kalmanın koşulu direnmekse şayet, Hasankeyf’te, Salda’da, Fatsa’da, Uşak’ta, Artvin’de, Sinop’ta, Honduras’ta, Meksika’da iradesinin dışına taşan idare karşısında Sisifos’un imkanlarıyla sınırlı olan yurttaşlar taşın tekrar aşağı yuvarlanacağını bile bile onu yukarı taşımadan; sağlığına, geleceğine, kurdun, kuşun, ormanın hakkına sahip çıkmadan yaşamaya başka nasıl devam edebilir ki? 

İki yıl önce yaşam alanlarına kurulmak istenen mermer ocağına karşı çıktıkları için hedef haline getirilerek mücadele yolunda öldürülen Ali Ulvi ve Ayşin Büyüknohutçu çiftine saygıyla.

*Camus A., Sisifos söyleni, 95

Pınar Demircan

Üyelik Tarihi: 24 Temmuz 2019
35 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör