Şimdilik Derneği ‘Alternatif Eğitim’ Değil ‘Eğitime Alternatif’ Arıyor

Tamamen gönüllülerden oluşan Şimdilik Bilim, Sanat ve Felsefe Derneği, çocuklara yönelik atölye ve etkinlikler düzenliyor. Kendilerini “eğitim değil yaşam projesi” olarak tanımlayan derneğin işleyiş yapısı ve misyonu üzerine konuştuğumuz Onur Eylül Kara, "Alternatif eğitim yöntemlerini değil 'eğitime alternatif yöntemleri' düşünmek gerektiğini söylüyor.

Adını ‘şimdi yapabileceğimiz şeyler’den alan Şimdilik Bilim, Sanat ve Felsefe Derneği, Ankara’da bildiklerini paylaşmayı seven yetişkinlerle öğrenmeye meraklı çocukların gönüllü olarak bir araya gelmesiyle oluşmuş ve dört yıldır da yoluna bu saiklerle devam ediyor. Dernek Sivil Düşün işbirliğiyle çocukların yanı sıra ebevenlere de eğitimler sunuyor, bu konuda “çocuk hakları ve hak temelli yaklaşım” çalıştayı düzenlemişler. 

Şimdilik Derneği gönüllülerden oluşuyor. Bir araya gelme sürecinizi, çalışma yapınızı ve misyonunuzu bizlerle paylaşır mısınız? Bu bağlamda “Şimdilik” vurgusunun anlamına da değinebilirsiniz. 

Güzel şeyler genelde bir hayalle başlıyor ve birdenbire oluyor, bizimki de öyle oldu. Çocukların kendilerini ifade edebilecekleri bir alan hayal ettik. Farklı farklı atölyeler, etkinlikler olsun ve çocuklar kendilerine en yakın buldukları atölye gelsinler. Kendileri olabilmeleri için onlara destek olalım. Bunu hemen burada, mahallemizde bir dernek kurarak yapabilirdik, ki burası (100. Yıl İşçi Blokları Mahallesi) ODTÜ’ye en yakın mahalle olduğu için, bilim sanat ve felsefe alanında atölyeler yapabilecek gönüllülere ulaşmak da zor olmayacaktı. Dolayısıyla güzel karşılaşmalar hazırlayan, buna vesile olan bir yer olsun istemiştik. Eğer en önemli ilk karşılaşma, kişinin kendisiyle olan karşılaşması, yani kendini tanımasıysa, nihai gayemiz çocukların kendilerini tanımaları, kendi seslerini duyabilmeleri, neyi sevdiklerini, neye ilgili olduklarını hissedebilmeleri konusunda onlara ifade alanları açmak olmalıydı. Sanırım bunu yaptık.

Her şey çok basit yürüyor: Öncelikle temelde gönüllü olmak var. Yani seve isteye orada olmak. Burada çocuklar ve bizler, herkes yaptığı işten mutlu, keyif alıyor. Seviyor yani, daha güzeli var mı? Şimdilerde dünyada konuşulan konuların başında “katılım” geliyor. Biz gerçek bir katılımın ilk şartının, katılmayı istemek olduğunu çok pratik bir şekilde deneyimliyoruz, hissediyoruz. İşler basit yürüyor demiştim ya hani, işte bu sayede. Yani herkes gönülden burada olduğu için, su gibi akıp gidiyor her şey, küçük ve yavaş bir nehir, ama zorlanmadan akıyor, kendi ritminde ve gücünde. Gönüllü olma halimize zarar gelmeden ve kimsenin gönlünü kırmadan.

Çocuklarla çeşitli atölyeler ve etkinlikler düzenliyoruz. Tiyatro, keman, yan flüt, resim, fotoğraf, ahşap, kil heykel, bilişim, zekâ oyunları, iğne iplik, boncuk takı gibi. Bu atölyeler bir gönüllü arkadaşımızın kolaylaştırıcılığında oluyor. Her atölyede bazen bir çocuk, bazen dört çocuk olabiliyor. Ama tiyatro atölyemiz rekor sayıda; on çocuk. Gönüllüler olarak bizler, alanlarımızda uzman ya da profesyonel değiliz, ama konuya ilgiliyiz ve de seviyoruz. Zaten belki en önemli noktalardan biri de burası; biz “eğitim” ya da “kurs” ya da “etüt” yapmıyoruz. Daha ziyade “birlikte öğrenme” süreçlerini deneyimlemeye çalışıyoruz. Bazen buna “öğreşme” diyoruz. 

“Şimdilik” isminin çok uzun bir tarihi var, anlatsam kendi başına roman olur. Gerçekten. Fakat biz sonrasında da “Şimdilik” isminin buradaki niyetlerimiz ve yöntemlerimizle çok örtüşen taraflarının olduğunu gördük. Her şey “şimdi” yapabileceklerimizden ibaret değil mi? Öyleyse buyurun başlayalım, hemen şimdi. Ayrıca her katman, her aşama da “şimdilik”, sonu yok yani. İşte o yüzden geçicilik değil, sonsuzluk.

Sisteminiz bir nevi armağan ekonomisine dayanıyor diyebilir miyiz? Tüm etkinlikler, aktiviteler ücretsiz. Siz yaptıklarınızı “eğitim değil yaşam projesi” diye tanımlıyorsunuz. Çocuklara yönelik eğitim veren, proje üreten diğer kurumlarla hangi noktalarda ayrışıyorsunuz? 

Aslında yaptığımız şey tam olarak “armağan ekonomisi” değil. Biz atölye ya da etkinliklerimizi gönüllü olarak yapıyoruz; çocuklardan ya da ailelerinden bir ücret ya da herhangi bir karşılık almıyoruz. Fakat süreçlerin kendisi herkes için bir “armağan” diyebiliriz. Diğer taraftan elbette kira giderimiz ve belli başlı harcamalarımız oluyor. Bu giderleri de bizlerin, yani Şimdilik’teki hâli destekleyen insanların bağışlarıyla karşılıyoruz. Bu noktada da tercih ettiğimiz yol, çok sayıda kişiden küçük küçük bağışlarla bu havuzu büyütebilmek. Hemen yeri gelmişken, destek olmak isteyenleri web sitemizi ziyarete davet edelim. 

Evet, “eğitim değil yaşam projesi” dedik. Bu konuda söyleyecek o kadar çok şey birikti ki dört yılda, nereden başlamak gerek bilemiyorum. Bir kere, eğitim dediğimiz olgu neredeyse yaşamdan kopuk, yaşam ve eğitim sanki iki ayrı âlemmiş gibi yaşanıyor. Eğitim sürecinde hiçbir “yaşamsallık” yok çünkü katılım “gönülden” olmuyor, yani seve isteye katılmıyor bu sürece çocuklar. Hatta öğretmenler bile. Eğer eğitim sürecinde bir yaşamsallık olsaydı, çocuklar dakika saymaz, teneffüs zilini bir kurtarıcı bekler gibi beklemezler, bilakis okuldan ayrılmak istemezlerdi. Eğer eğitim, seve isteye ve gönülden “yaşanan” bir süreç olsaydı, çocuklar boş vakitlerinin, hafta sonlarının ve yaz tatillerinin hayalini kurmazlardı. Buradan anlamak gerekiyor ki, eğitim ve yaşam arasında bir mesafe var, bir soğukluk, bir yabancılaşma var. O zaman diyorum ki, eğitim dediğimiz sistem, çocukların görünmez bir şiddete uğradıkları belli süreçleri içinde barındırıyor. Zaten biliyorsunuz “eğitim” sözcüğünün kökünde “eğmek” var, yani o da bir şiddet barındırıyor. O yüzden biz “eğmek” istemiyoruz, “eğitim” yapmıyoruz. Tercihimizi “yaşam”dan yana kullanıyoruz; çocuklar neyi seviyorlarsa, neye ilgi duyuyorlarsa onları o şeye ulaşabilmeleri için destekliyoruz; çocuklar hangi alanda kendilerini yetenekli hissediyorlarsa, o alanda onlara ifade alanı açmaya çalışıyoruz, kısacası çocukları, sadece kendileri olmaları yolunda desteklemeye çalışıyoruz. Bir insanın hayatta en önemli sermayesi, kendisidir, yani yapabilme edebilme kudretidir. O yüzden bu kudreti tanımak, bilmek, kendimizle uyumlu bir yaşamı inşa edebilmek için ilk ve belki en önemli adımdır. Yaşam içinde “karşılaşmalar” çok belirleyicidir, iyi karşılaşmalar da iyi bir yaşamın belirleyicisidir. İyi bir yaşam, yani kendimizle uyumlu bir yaşam için ilk iyi karşılaşma, kendimizle karşılaşmadır, kendimizi tanımaktır; kudretimizin, neler yapabileceğimizin farkına varmaktır. Bu, aynı zamanda kendimize yaklaşmak, kendimizi sevmek demektir. Yaşam, kendimizi sevdiğimiz sürece “yaşam”dır. O yüzden Şimdilik’te her şey, “eğitim”e değil, “yaşam”a dair.

Şimdilik’e çocukların ve yetişkinlerin ilgisi ne düzeyde?  Çocuklara eğitim verecek yetişkinlere her durumda ulaşabiliyor musunuz? En çok hangi aktivitelere talep var? Çocuk yetiştirme ve benzeri konularda ebeveynlere yönelik eğitimler vermeyi planlıyor musunuz?

Biz çocukların ilgisinden memnunuz. Düzenli olarak atölyelere gelen 20 civarında çocuk var, sayı zaman zaman azalıyor, artıyor. Atölyeleri sürdürecek gönüllü arkadaş bulma konusunda da büyük bir sıkıntı yaşamadık bugüne kadar. Temelde şöyle bir işleyimiz var; iki şekilde “karşılaşma” organize ediyoruz. Birincisi, yeni bir çocuk geldiğinde, öncelikle onunla tanışıyoruz, sohbet ediyoruz, ne yapmayı sever, neye ilgisi vardır, hangi konuları merak ediyor, neyle uğraşmaktan keyif alıyor bunu öğreniyoruz ve hâlihazırdaki atölyeleri anlatıyoruz. “Bunlardan hangisine katılmak istersin?” diye soruyoruz. Birini ya da birkaçını seçiyor. İsterse başladığı atölyelerden birini bırakabiliyor, başka bir atölyeyle devam edebiliyor. Bu süreçler onun kendini tanıma süreçleri oluyor. Eğer mevcut atölyelerden biri ilgisini çekmediyse, kendisinin merak ettiği, deneyimlemek istediği başka bir şey varsa, onu da yine bir atölye şeklinde hazırlamaya çalışıyoruz. Söz gelimi keman öğrenmek istiyorsa, hem bir keman tedarik ediyoruz (bunu da satın almıyoruz, arkadaş ağımızdan ya da sosyal medya hesaplarımızdan duyuru yapıp, kullanılmayan bir keman buluyoruz) ve çocuğumuza keman öğrenmesi için yardımcı olacak bir gönüllü buluyoruz. Sonra onları bir araya getiriyoruz. İkincisiyse, yeni bir gönüllü adayı arkadaşımız geliyor. Onunla tanışıyoruz, birlikte neler yapabiliriz buna karar veriyoruz. Yeni gelen bu gönüllü arkadaşımız örneğin bir zekâ oyunları atölyesi, dans atölyesi, dikiş nakış atölyesi, vs. yapabilirim dediyse, o atölyenin malzemelerini hazır ediyoruz ve “artık Şimdilik’te yeni bir atölye daha var, buyurun çocuklar” minvalinde bir duyuru yapıyoruz ve çocukların katılımını bekliyoruz. Bir çocuk o atölyeyi talep ettiğinde, o atölye başlıyor. Dediğim gibi, iki şekilde de karşılaşmalar hazırlıyoruz, bir araya getirme organizasyonu yapıyoruz.

“Eğitim” dediğimiz olgu, bir toplumdaki hâkim siyasetten ve üretim ilişkilerinden bağımsız değil. Dolayısıyla eğitim ya da çocuk hakları ve de genel olarak çocukluk konusu, toplumun kültürü, hukuku ve ekonomisiyle birlikte, çok kapsamlı bir şekilde değerlendirilmeli. Yani eğitim sistemi içinde ya da çocuk hakları konusunda geliştirilecek dönüşümler, saydığımız diğer makro alanlarda gerekli olan başka dönüşümlerle desteklenmediği sürece son derece manasız kalacaktır.

Evet, ailelerle de belli çalışmalar yapmaya başladık çünkü Şimdilik’teki kazanımlarımızın aileler arasında da devam etmesini önemsiyoruz. Örneğin, Sivil Düşün’ün sağladığı uzman desteğiyle Şimdilik’e gelen çocukların ailelerine yönelik olarak “çocuk hakları ve hak temelli yaklaşım” konuları üzerine bir çalıştay gerçekleştirdik, bu çok değerliydi. Öncelikle Şimdilik’teki yaklaşımımız “çocuk hakları” çerçevesindeki değerleri benimseyen bir yaklaşım. Hak temelli yaklaşımımız daha nitelikli ve güçlü kılmak için ne gibi araçlar geliştirmemiz gerektiği konusunda birlikte düşündük. Ailelerden de öğrendik ki, çocuklar Şimdilik’i seviyor ve kıymet veriyorlar çünkü kendilerine “saygı” duyulduğunu ve bireyliklerinin kabul edildiğini hissediyorlar. Ailelerin bu çalıştaya gösterdikleri ilgi ve aramızdaki etkileşim, bize ailelerle daha fazla çalıştay yapmamız gerektiğini de öğretti. Bu yüzden “çocuklarla temel iletişim ve şiddetsiz iletişim becerileri” konuları üzerine ikinci bir çalıştay daha gerçekleştirdik. “Şiddetsiz iletişim”, gündelik yaşamımızda doğrudan ilişkilerimizi belirleyen en önemli unsur olan iletişimi “şiddetsiz” hale getirmeye yönelik bir tutum. Tahmin etmesi çok zor değil ki, iletişimimiz belli ölçüde “şiddet” içeriyor yahut “şiddet”in doğmasına sebep olan ayrıştırıcı, etiketleyici, yargılayıcı, sonuç olarak da kırıcı ve bozucu olan hitap, sıfat, üslup ve yaklaşım taşıyor. Bunların öncelikle farkına varmak, onları daha olumlu bir hale dönüştürmek ve iletişimimizi daha net, duygularımızı ve ihtiyaçlarımızı daha açık, bu haliyle ilişkilerimizi daha yapıcı ve şiddetsiz kılmak çok değerli. İşte “şiddetsiz iletişim” dediğimiz iletişim yolu, bunları sağlayacak bir dizi beceriyi genel tavır ve yaklaşım haline getirmemize olanak hazırlıyor. Bu yüzden söz konusu çalıştayda Şimdilik için, çocuklar ve aileleri için oldukça değerliydi diye düşünüyoruz. Önümüzdeki dönemde, çocuklarla sürdürdüğümüz atölyelerle birlikte, çocuklarla ve ailelerle yaptığımız çalıştaylara da devam etmek istiyoruz. Mesela cinsel sağlık ve gelişim, toplumsal cinsiyet eşitliği, teknoloji kullanımı, arkadaşlık ve okul dışı zaman ya da çatışma çözüm mekanizmaları gibi konularda çalışma yapmayı düşünüyoruz. 

Devletin çocuk hakları ve eğitim alanındaki politikasını yeterli ve doğru buluyor musunuz? Bu tabloyu daha da iyileştirmek için neler yapılmalı, STK ve devlet düzeyinde nasıl iş birlikleri yürütülmeli? Eleştirdiğiniz noktalar neler, sorunlara yönelik çözüm önerileriniz var mı? 

Bu konudaki mevcut politikaları eleştirecek, daha iyisinin nasıl olması gerektiğine dair öneriler sunacak ya da sivil toplum ve devlet iş birliğinin nasıl yürütülmesi gerektiğine dair yorumda bulunabilecek bir uzmanlığımız ve deneyimimiz yok, ki bunlar ciddi emek ve yetkinlik isteyen, kapsamlı ve çok önemli konular. Yine de herkes kadar bizim de görebildiğimiz bazı sorunlar ve çekinmeden söyleyebileceğimiz şeyler var.

Sanırım öncelikle şunu teslim etmek gerek; “eğitim” dediğimiz olgu, bir toplumdaki hâkim siyasetten ve üretim ilişkilerinden bağımsız değil. Dolayısıyla eğitim ya da çocuk hakları ve de genel olarak çocukluk konusu, toplumun kültürü, hukuku ve ekonomisiyle birlikte, çok kapsamlı bir şekilde değerlendirilmeli. Yani eğitim sistemi içinde ya da çocuk hakları konusunda geliştirilecek dönüşümler, saydığımız diğer makro alanlarda gerekli olan başka dönüşümlerle desteklenmediği sürece son derece manasız kalacaktır. Toplumsal yaşamda her şey birbiriyle çok güçlü bir ilişkide olduğu için, eğitim ve çocuk hakları konusunda da planlı-programlı ve koordineli bir çalışmanın sürdürülmesi gerekiyor. Bu, her akla ayandır diye düşünüyorum.

Konuyu dar bağlamında değerlendirdiğimizde ise, karşımıza çok önemli bir husus olarak “çocuk katılımı” çıkıyor. Genelde çocukların yerine konuşuyoruz, onlar adına karar veriyoruz, onlar için her konuda neyin iyi neyin kötü olduğunu bildiğimizi düşünüyoruz ve karar verdiğimiz iyileri ve doğruları onlara dayatıyoruz. Yeme içme pratiklerinden tutun da, giyim kuşama kadar, zevkleri ve tercihlerinden tutun da, meslek seçimine kadar. Hiçbir yerde çocukların kendilerini, seslerini duyamıyoruz. Katmıyoruz onları yaşama, çocuk katılımını önemsemiyoruz. Oysa bu, çocukların kendi varlıklarını hissetmeleri ve bireyliklerini kazanmaları için çok önemli. Aile yaşamından eğitime, sağlıktan toplu taşımaya, şehir mekânlarından doğal yaşama her süreçte, çocuklara ilişen kararların alınacağı her süreçte, onların da aktif bir katılımcı olmaları gerekir. Çocuklar sözlerini söyleyebilmeli, buna imkân tanımalıyız, bu ifade alanını açmalı ve desteklemeliyiz. Çocuklar saygı duymalıyız, sözlerini dikkatle dinlemeliyiz ve o sözlerin bir şeyleri değiştirdiğine onları inandırmalıyız. Bütün bunlar, çocukları yaşama katmakla, işte yine yaşamı savunmakla ilgili etik tutumun genel duygusu içinde, göstermelik değil, bilinçli bir farkındalıkla inşa edilmeli.

“Eğitim sistemi”ne ilişkin olarak, gönlümüzden geçeni söyleyelim. Gönlümüzden geçen, “alternatif eğitim yöntemleri”ni değil, “eğitime alternatif yöntemleri” düşünmekten yana. Bütün çocukların kendi tekillikleri, yani biricik yetenekleri, ilgileri ve yönelimleri dâhilinde desteklendikleri bir dünyanın, bir düzenin imkânlarını düşünmekten yana. İçinde yaşadığımız dünya, bize sürekli “büyük” insan olmamız, zengin ya da statü sahibi olmamız gerektiğine ikna etmeye çalışıyor; oysa “iyi insan” olmak ve onurlu yaşamak için kendimiz olmak yeterli; “eğilip bükülmeden”, kendimizle uyumlu yaşamak yeterli. Toplumun aklını temsil eden devlet ve belki vicdanını temsil eden sivil toplum, belki yan yana gelmeli ve çocuklara kendileri olabilecekleri, kendileriyle uyumlu bir yaşamın temellerini atabilecekleri olanakları var etmeli, güvenceye almalı, sürdürebilmeli. Hiç şüphesiz bütün bunlar, aynı zamanda iyi ve güçlü bir toplum inşa etmek için en sağlam temeller olma niteliği taşıyor.

İlgili Yazılar

Tüm Haberler