Son Gelecek Bükücüler: Sivil Toplum Örgütleri 

29 Temmuz 2019
17 Ağustos depremi; küresel ve ulusal düzeyde yaşananların sivil topluma etkilerinin neler olabileceğini gösteren bir örnek. Bugün de birçok faktörden beslenen ve doğrudan sivil toplumu etkileyen bir süreç ve dönemin içinden geçiyoruz. Çok değil bundan on yıl sonra, temellendiği ilke ve değerlerin aynı kaldığı ama yaklaşım ve çalışma alanlarının farklılaştığı bir sivil toplumla karşı karşıya olacağız.

O yaz tatilinde elektriğin olmadığı bir sabaha uyandık. Bu topraklarda elektrik kesintisi olağandır, kesintilere başka anlamlar yüklediğimiz yıllar sonra gelecek, elektrikler neden yok diye sormadık bile. Cep telefonlarımız henüz akıllı değil, sosyal medya hesaplarımız yok, o yıllarda sabah kalkar kalkmaz ilk işimiz telefona bakmak değil, yüz yıkamak.  Bu yüzden GSM şebekeleri de dahil olmak üzere tüm alt yapı hizmetlerinin ülkenin bir kısmıyla birlikte yerle yeksan olduğunun farkına varmadık. Takvimde herhangi bir gün olan 17 Ağustos’ta; yer kabuğunun hareket etmesiyle sadece bireysel hayatlarımız değişmedi, Türkiye toplumunun ve siyasetinin gelecekteki yılları da şekillendi.

Deprem sonrasında geç müdahale eden devlet kurumlarının boşluğunu, yıkım bölgelerine koşan insanlar doldurmaya çalıştı. İhtiyaç ve aciliyet örgütlenmeyi doğurdu. Deprem sonrasındaki arama kurtarma çalışmaları ve yanlış yapılaşmanın bedelinin farkına varılması ülke çapında ve yerelde afet alanında çalışan örgütlerin kurulmasının önünü açtı. 17 Ağustos depremi; küresel ve ulusal düzeyde yaşananların sivil topluma etkilerinin neler olabileceğini gösteren bir örnek. Bugün de birçok faktörden beslenen ve doğrudan sivil toplumu etkileyen bir süreç ve dönemin içinden geçiyoruz. Çok değil bundan on yıl sonra, temellendiği ilke ve değerlerin aynı kaldığı ama yaklaşım ve çalışma alanlarının farklılaştığı bir sivil toplumla karşı karşıya olacağız.

Uluslararası düzeyde çalışmalar yapan örgütler başta olmak üzere, sivil toplum alanında çalışan birçok profesyonel ve akademisyen değişen durumun ve koşulların farkında, bunları daha iyi tanımlayarak yola devam etmenin araçları tanımlanmaya çalışılıyor. İngiltere’de sivil toplum, yerel yönetimler ve özel sektörün bir araya gelerek 2017 yılında başlattığı ve bir yıl süren “Sivil Toplum Geleceği” çalışması da bu farkındalığın sonucunda ortaya çıkmış. Çalışmayı yürüten grup, çoğulcu ve kapsayıcı bir yaklaşımla katılım ve diyalog süreci tasarlamış. Kısaca İngiltere’nin değişen toplumsal ve siyasi dinamiklerini anlayarak sivil toplum çalışmalarının gelecekte nasıl gözükeceğine dair bir çerçeve oluşturma çabası diyebiliriz.   Ama çalışmanın asıl derdi, “hızlı değişen dünya koşullarında sivil eylemliliğin olumlu etkilerini ortaya çıkarmak ve olumlu bir değişimi yönetmesi için potansiyelini nasıl ortaya çıkaracağına dair bir yol, yöntem oluşturmak.” Çalışmanın çarpıcı olan bir diğer yanı ise, sivil toplum eylemliliğinin ve aktivizmin toplumsal değişimdeki öncü rolünün özel sektör ve yerel yönetimler tarafından da kabul görmüş ve ortak bir çalışmanın yürütülmüş olması. Zaten günümüzün hızlı değişen koşulları çeşitli paydaşların bir arada çalışmasını ve iş birliği yapmasını gerekli kılıyor. 

Peki değişen koşullar neler ve Türkiye sivil toplumu da bu bunlardan nasibini alıyor mu? Sivil toplum olarak benzer bir süreci inşa etmeyi düşünür müyüz? Bunun için farklı paydaşları bir araya getireceğimiz bağımsız bir çalışmayla sivil toplum için bir gelecek tanımlamamız mümkün mü? Bu soruların bazılarının yanıtlarını yola çıkmadan bilemeyiz ama sivil toplum alanının gün geçtikçe daraldığını göz önüne aldığımızda bir çalışmanın gerekli olduğu da ortada. 

Dünya çapında sivil toplum ve yurttaş eylemliliğini destekleyen Civicus’un sivil toplumun ahvalini anlattığı küresel ölçekli son iki raporuna baktığımızda sadece var olan durum hakkında fikir sahibi olmuyoruz, sivil toplumun ve aslında dünyanın geleceğini nasıl şekillendirebileceğimize ilişkin ipuçlarını da yakalayabiliyoruz.   Rapordaki verilere göre sivil toplumun özgür bir biçimde var olabileceği alan daralmaya devam ediyor. 111 ülkede – ki bu sayı yeryüzündeki ülkelerin yarısından fazlasına işaret ediyor – ifade, örgütlenme ve toplanma özgürlüğünde ciddi kısıtlamalar var. Bu durum elbette bir sonuç, hepimizin bildiği milliyetçi popülist liderlerin birçok ülkede seçimleri kazanmasıyla ortaya çıkan bir sonuç. Bir zamanlar otokrasi dediğimizde aklımıza gelen ülkelere ne yazık ki yeni isimler eklendi, artık yeryüzündeki her kıtada en az bir ülke popülist otoriter bir lider tarafından yönetiliyor. 

Yönetimlere de şans eseri gelmiyorlar elbet, neo-liberal düzenin bırakın vaatlerini yerine getirmeyi, küreselleşmeyle birlikte etkilerinden kimsenin kaçamayacağı bir ekonomik krizi kucağımıza bırakmış olması popülist liderlerin elini güçlendiren bir fırsatı da sundu. 

Son dönemin otokrat popülist liderleri, lafta başka işe koyulduklarında başka ve kapitalist sistemle uzlaşma bağlamında daha önceki liderlerden çok da farklı olmamalarına rağmen, seçmenin kendilerine gösterdiği teveccüh ortada. Bir kez yönetime geldikten sonra da var olan yasaları özellikle de seçim yasalarını iktidarda kalmak için eğip büküyor, seçim dönemlerinde kamu kaynakları kullanılarak, adil seçimlerin temeli olan eşit yarış ilkesini de çöpe atmış oluyorlar. Bunların sivil toplumla ilişkisi ne diye soracak olursak; demokratik güçlerin zayıflaması, demokrasinin temel araçlarının zedelenmesi, yüzyıllar süren uğraşlar sonucunda elde edilen ve sivil toplumun özgürce çalışmasının temeli olan hak kazanımlarında geriye düşmemize yol açıyor. 

Aynı raporda değinilen bir başka önemli ve gün geçtikçe güç kazanan bir diğer gelişme ise, sivil topluma yön ve şekil veren kapsayıcılık, adalet, eşitlik, katılımcılık, çoğulculuk gibi temel ilkeler üzerinden işlev görmeyen ve hatta bunlara saldırarak bir evren oluşturan ve kendini sivil toplum olarak tanımlayan yeni grupların ortaya çıkmış olması. Bu gruplar, hakların korunması, daha ileri götürülmesi amacıyla oluşturulan dili kendi amaçları doğrultusunda dönüştürerek, özellikle mülteci hakları, kadın hakları gibi hak alanları üzerinden basit ve etkili mesajları hatırı sayılır bir çoğunluğa yaygınlaştırmayı başarıyorlar. 

Kent kır nüfus oranının kent lehine dönüşmüş olması, kimlikler üzerinden artan kutuplaşma, uluslar üstü kurumların ürettikleri ilke ve değerlerin ve bizatihi kendilerinin saldırı altında olmaları, medya bağımsızlığının erimesi ve iletişim araçlarının dönüşümü gibi birçok unsur, sivil toplum örgütlerinin finansmanından örgütlenmesine varana kadar yeni bir yaklaşım benimsemesinin kaçınılmaz olduğunu ortaya koyuyor. Peki ne yapmalı ne etmeli ki olumsuz gibi gözüken bu koşullar sivil toplumun öncülük edeceği bir değişimin zemini olsun?

Uzunca bir zamandır sivil toplum alanında söylemimiz ve iş yapış araçlarımız açısından farklı bir yaklaşımımız olması gerektiğini savunuyorum. Ürettiğimiz araç ve söylemler 90’ların sonuna, hadi 2000li yılların ilk başlarına kadar üstüne düşen görevi yerine getirdi. Ancak günümüz siyasi ve toplumsal koşulları o dönemden epey farklı. Hızlı tüketen, bambaşka şekillerde öğrenen ve ihtiyaçları da aynı olmayan bir kuşak toplum ve iş hayatına katıldı. Sivil toplum örgütleri olarak bu yeni durumu iyi tahlil etmeli; hangi araç ve söylemin bu yeni döneme karşılık gelebileceğine dair hep birlikte kafa yormalıyız.  Düzenlemekte hepimizin ehil olduğu eğitim, konferans, atölye çalışmalarına harcayacağımız kaynakları birlikte üretimi önceleyen yeni süreç ve araçları tasarlamak için kullanabilir, tabanın ihtiyaçlarını anlamamızı sağlayacak veri temelli çalışmaları daha kapsamlı ve düzenli yapabiliriz. Daha da iyisi neler yapabileceğimizi hep birlikte tartışabileceğimiz bir süreci başlatabiliriz.

Kısacası tüm bu geriye gidişin kaderimiz olmadığını ortaya koyan yeni bir hikâyeyi yeni bir dille anlatmamız mümkün. Siyasetin var olan kurgusu ve anlayışıyla beklediğimiz yönde bir değişimi sağlaması mümkün gözükmezken, tabanı ve ihtiyaçlarını anlayan, hakları gündelik yaşam üzerinden somutlayacak bir yaklaşıma sahip olan sivil toplumun olumlu yönde bir değişimi inşa etmesi için bir fırsat var.

Bugünlerde yer kabuğu belki jeolojik olarak yeniden şekillenmiyor ama toplumsal, siyasi ve ekonomik koşullar yerin üzerindeki hayatı yeniden düzenliyor. Tabanla bağı güçlü, yeni bir dile sahip, dinamik bir sivil toplum, kendisi de bir yandan değişip dönüşerek “geleceği bükme” imkanına sahip ve belki de bugün bunu yapabilecek az sayıdaki meşru aktörden biri.   

Ebru Ağduk

Üyelik Tarihi: 25 Temmuz 2019
11 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör