Çocukları İhmaller Öldürüyor…

Kapatılan Gündem Çocuk Derneği’nden Emrah Kırımsoy çocuk ölümlerine ‘kaza’ veya ‘kader’ demenin sorumluluktan kaçmak, sorumluluk zincirini görmezden gelmek olduğunu belirterek, “Çocukların ölümü hayatın doğal akışına aykırıdır. Doğal akışta doğum, bebeklik, çocukluk, ergenlik, yetişkinlik, yaşlılık süreçleri birbirini takip eder. Yaşadıkları yerlerde, 6 yaşındaki Salih’in kanalizasyon çukuruna, 10 yaşındaki Hatice’nin sulama kanalına düşmesi, 8 yaşındaki Nupelda ve 4 yaşındaki kardeşi Ayaz’ın mayın ve çatışma atıkları nedeniyle yaşamını kaybetmesi, onların ölümlerine neden olan olaylarla ilgili bir türlü alınamayan önlem ve ihmallerin bir sonucu. Ki bunun da nedeni çocuğa ve ‘çocuğun yüksel yararı’na öncelik verilmemesi, türlü türlü gerekçeler üretilmesi ve eyleme geçilmemesi’ diyor. 

“Ankara’nın Mamak ilçesindeki semt pazarına atık meyve ve sebzeleri toplamak için ailesiyle gelen 6 yaşındaki Suriyeli Salih kapağı açık bırakılan kanalizasyon kuyusuna düşerek hayatını kaybetti.”

“Dersim’in Ovacık ilçesi, Bilgeç Köyü Çakılyayla Mezrası’nda meydana gelen bir patlamada Ayaz ve Nupelda Güloğlu kardeşler hayatını kaybetti.”

“Adıyaman’ın Samsat ilçesinde serinlemek için sulama kanalına giren 10 yaşındaki Suriyeli Hatice, boğularak hayatını kaybetti.”

Yukarıdaki spotlar sadece Temmuz ayı içerisinde kentlerde alınmayan önlemler, çatışma atıkları ve güvensizlikler nedeniyle ‘kaza’ denilerek hayatını kaybeden çocuklardan birkaçının kısacık ölüm hikayesi. Peki kentleri çocuklar için bu kadar güvensiz hale getiren ne, ölümlerine sebep olan ihmallere karşı bir şey yapılıyor mu, çocukların ölümüne karşı neler yapılmalı? Gündem Çocuk Derneği, hazırladıkları ‘Yıllık Yaşam Hakkı’ raporlarıyla her yıl en az 101 çocuğun kentsel ve kırsal alanlarda yukarıdaki olaylara benzer şekilde öldüklerini dile getirmişti. Dernek kapatılsa da çocukların yaşam hakkını gündeme getirmeye devam ediyor. Kapatılan Gündem Çocuk Derneği’nden Emrah Kırımsoy ile kentlerde ve kırsal alanlarda çocukların yaşadıkları bu ölümle burun buruna olma halini konuştuk. Yaşananlara ‘kaza’ veya ‘kader’ demenin sorumluluktan kaçmak, sorumluluk zincirini görmezden gelmek olduğunu söyleyen Kırımsoy, “Çocukların ölümü hayatın doğal akışına aykırıdır. Doğal akışta doğum, bebeklik, çocukluk, ergenlik, yetişkinlik, yaşlılık süreçleri birbirini takip eder. Yaşadıkları yerlerde, 6 yaşındaki Salih’in kanalizasyon çukuruna, 10 yaşındaki Hatice’nin sulama kanalına düşmesi, 8 yaşındaki Nupelda ve 4 yaşındaki kardeşi Ayaz’ın mayın ve çatışma atıkları nedeniyle yaşamını kaybetmesi, onların ölümlerine neden olan olaylarla ilgili bir türlü alınamayan önlem ve ihmallerin bir sonucu. Ki bunun da nedeni çocuğa ve ‘çocuğun yüksel yararı’na öncelik verilmemesi, türlü türlü gerekçeler üretilmesi ve eyleme geçilmemesi’ diyor. 

Hak Temelli Ve Sorumluluk Zinciri İşleyen Bir Çocuk Politikası Şart!

“Her bir ihlal, tazmini zor veya geri dönülemez sonuçlara neden olduğu gibi mevcut çocuk politikasındaki eksikliği görünür hale getirerek; bütüncül, hak temelli ve sorumluluk zinciri işleyen bir çocuk politikasına olan acil ihtiyaca işaret eder. Bu ihtiyaç çocuk, ailesi, akranları, okulu, çalışıyorsa iş yeri, özel durumları varsa bulunduğu kurumlar, yaşadığı mahalle, içinde bulunduğu kırsal veya kentsel alan, toplum, hizmet üretenler, karar vericiler, yasalar, medya, kamuoyu, uluslararası mekanizmalar vb. birbiri içine giren ve birbirini etkileyen yapılarda yansımalarını bulur. Dolayısıyla çocuğun çevresindeki herkes doğrudan ya da dolaylı olarak çocuk politikasının oluşmasında -veya oluşamamasında- etkili ve sorumludur. Öte yandan pek çok aktörün dahiliyeti, sorumluluk zincirinin muğlaklaşması riskini barındırır. Bu noktada, ilgili aktörlerin rolleri konusunda temel ayırımı gözden kaçırmamakta fayda vardır. Çocuk Haklarına dair Sözleşme’ye taraf bir devlet olarak Türkiye, her çocuğun yaşam hakkını korumaktan sorumludur. İç hukukuna geçirdiği bu sorumluluğu, öncelikle yaşam hakkını ihlal etmeyerek sonra da yaşam hakkını korumak üzere gerekli önlemleri alarak yerine getirmesi beklenir. Bu, devletlerin insan haklarına dair negatif ve pozitif yükümlülükleri olarak adlandırılır.  ”

Nupelde, Ayaz, Salih, Hatice…

Emrah Kırımsoy, yaşanan bu üç olayı değerlendirirken, devletin negatif ve pozitif sorumluluklarına ayrı ayrı işaret ettiklerini göz önünde tutmakta fayda görüyor, “Öyle ki Salih’in kanalizasyon çukuruna, Hatice’nin sulama kanalına düşerek yaşamını kaybetmiş olmasını devlet önlem almadığı için ortaya çıkan yaşam hakkı ihlali olarak ele almak gerekir. Başka bir ifadeyle devletin düzenleme, denetleme gibi yollarla yaşam hakkının ihlalini engelleme yükümlülüğünü yerine getirmemesi sebebiyle ortaya çıkan ve ölümle sonuçlanan yaşam hakkı ihlalleri kapsamında değerlendirmek mümkün.” “Nupelda ve Ayaz’ın ise mayın ve çatışma atıkları nedeniyle yaşamını kaybetmiş olmasını devletin yaşam hakkını ihlal etmeme yükümlüğünü yerine getirmemesi sebebiyle ortaya çıkan ve ölümle sonuçlanan yaşam hakkı ihlalleri olarak ele almak gerekiyor. Nitekim bu ihlalin, devlet kurumlarında ve/veya kamu personeli eliyle/ihmaliyle ortaya çıkan yaşam hakkı ihlalleri kapsamında değerlendirilmesi mümkün.”

Sorumluluk Sadece Yerel Yönetimlerin Mi?

Yurttaşların yaşam alanlarıyla ilgili sorumluluğun sadece yerel yönetimlere yıkıldığına işaret eden Kırımsoy, “Başta çocukların olmak üzere köy, kasaba, il, ilçe ve mahallelerde yaşayan tüm insanların yaşam alanlarıyla ilgili sorumluluklar anayasal hükümler gereği devlet tarafından yerel yönetimlere devredilmiş durumda. Semt pazarının belediye bünyesinde faaliyet gösterdiği göz önünde tutulursa başta belediyenin, semt pazarı ziyaretçilerinin herhangi bir tehlike ile karşılaşmaması konusunda önlemler alması beklenir. Öte yandan belediyeler belirlenen sınırlar içerisindeki hizmetlerin oluşturulması, yürütülmesi, izlenmesi, denetlenmesi ve değerlendirilmesinden tek başlarına sorumlu değildir. Her bir yurttaşın, aktif yurttaşlık sorumluluğu zaten bulunmakta ancak resmi sorumluluğun görevlendirilen veya atanan kaymakamlık, valilik, bakanlıklar, hükümet gibi bir zincirle devletin alt mekanizmalarıyla ilişkili olduğu ortada” diye anlatırken bir taraftan yapılaması gerekenleri gösteriyor aslında. 

Çocukların Güvenliği Dikkate Alınıyor mu?

Kırımsoy şöyle devam ediyor: “Salih ve Hatice’de olduğu gibi bir semt pazarındaki kanalizasyon kapağının açık kalıp birinin içine düşebileceği öngörüsünde bulunulmaması, kapağın kapalı tutulması gerekliliği ile ilgili bir düzenleme yapılmamış olması, kapağın kapalı kalmasının sağlanmaması, kapağın kendi kendine kapanan bir mekanizmasının bulunmaması; sulama kanallarında çocukların erişebileceği mekanlarda önlem alınmaması, çocuklara yönelik koruyucu ve önleyici bilgilendirmeler yapılamamış olması vb. konularda bir düzenleme ve denetimin oluşturulmaması gerçeği ile tekrar yüzleştik. Ki bunlar, çocukların yaşadığı mekan ve alanlarda fiziksel güvenlik konusunun ciddiye alınmadığının da bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Bunun yanı sıra hem Salih’in hem de Hatice’nin Suriye’deki savaş ve çatışmaların sonucu Türkiye’de bulunuyor olmaları, savaş ve çatışmaların en çok çocukları etkilediğini ve tüm dünyada kalıcı barış koşullarının yaratılmasının önemini de tekrar gözler önüne seriyor.”

Çatışmalar En Çok Çocukları Etkiliyor

Nupelda ve Ayaz’ın yaşadığı Dersim Ovacık, Bilge köyü civarı, uzun süre çatışmaların yaşandığı yerlerden sadece biri. Çatışmaların en çok çocukları etkilediğini söyleyen Kırımsoy,  öncelikle bunlardan kaçınmanın, gerçekleşmesi durumunda koruyucu ve önleyici önlemlerin alınması gerektiğini söylüyor, “Ortaya çıkabilecek tehlikelere karşı önlemler almak, başta çocuklar olmak üzere herkesin yaşam hakkının korunması için bir gereklilik. Nupelda ve Ayaz’ın, aileleri ile yaylada oyun oynarken çatışma atıkları ile karşılaşmaları, devletin yükümlülüğü altında olan temizleme, zamanında ve kapsamlı yapılsaydı önlenebilirdi. Olmadı, mayın ve çatışma atıkları ile karşılaşma olasılığı olan çocuklara, buna dair bilgilendirme yapılsaydı, yine önleme olasılığı artabilirdi. ”

Türkiye’de mayın ve çatışma atıkları nedeniyle 2015-2017 yılları arasında en az 22 çocuk yaşamını kaybetti. Çatışma sonrasında ortaya çıkabilecek tehlikelere dair hazırlık ve önlemler almaya dair Ottowa Sözleşmesi olarak anılan Anti-Personel Mayınların Kullanımının, Depolanmasının, Üretiminin ve Devredilmesinin Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme doğrultusunda, Türkiye 2014 yılında sınırları içerisinde mayınları temizlemeyi taahhüt etmişti. Ancak, 2014 yılına kadar bunu gerçekleştiremediğinden ek süre talep ederek 8 yıl daha kazandı. Olan bitenler, 2022 yılında tamamlanacak süre içerisinde temizlemenin yeterli derece hızlı ve kapsamlı yapılamadığını da gösteriyor. Ve tablo gösteriyor ki bu süreçte olan çocuklara oluyor…

Çatışmalı sürecin çocukların üstün yararı için son bulması gerektiğine dikkat çeken Kırımsoy, “Nupelda, Ayaz, Salih ve Hatice, bizlere yaşanan çatışmalı süreçlerin ve sonrasındaki ihmallerin en çok çocukların başta yaşam hakkını ihlal ettiğini tekrar gösterdi. Dolayısıyla her yerde çatışmalı süreçlerin sonlandırılması ve barışçıl yöntemlerin benimsenmesi ayrıca ihlallere neden olan ihmallerin önlenmesi konusunda yapılması gerekenler bulunuyor. Onların yaşamlarını kaybetmeleri ilk değil. Eyleme geçilip kısa ve uzun vadeli önlemler alınmazsa son da olmayacak” diyor. 

Çocuğu Ve Çocuğun Yüksek Yararını Önemsiyor Muyuz?

“Çocuğun başta yaşam hakkı olmak üzere diğer tüm insan haklarını öncelik haline getirmek, çocuğu “muhatap” almakla başlıyor” diye devam ediyor Kırımsoy,  “Çocukların muhatap alınmamasının nedenleri arasında ise başta çocukların oy hakkı olmaması, gelişimsel özellikleri gerekçe gösterilerek onun adına ‘kararlar’ verilmesi ve ‘sistemler’ kurulması geliyor. Bunun kökeninde ise çocuk algısındaki çarpıklık yatıyor. Çocuk, aile kurumu içerisinde, ebeveynlerin ve/ya devletin malı, gelecek, geleceğin sigortası, eğitilmesi gereken, tek tip, yetişkinlerin -rekabete dayalı, kutuplaştıran ve şiddet kültürünü besleyen- taleplerini yerine getirmesi beklenen, yeri geldiğinde ötelenen ve dışlanan bir ‘nesne’ olarak değerlendiriliyor. Yetişkinlerin her şeyi bilen tavrı, çocuklarla eşitler ilişkisi kurmayı imkansızlaştırdığı gibi, çocukları görmemelerine, duymamalarına, hissetmemelerine ve en kötüsü unutmalarına neden oluyor. Bu nedenle çocuklar yetişkinler tarafından kurgulanan dünyada hak ihlalleri ile karşılaşıyor… Çocukların hayatta kalması için çocuğa ve çocuğun yüksek yararına odaklanmak başlangıç noktası olarak ele alınmalıdır. Bu nedenle doğru soruyu sormak, doğru yaşam koşullarını yaratmak önemli. Bu soruların ilki de oldukça basit; mikro veya makro düzeyde eylemlerimizi kurgularken ve gerçekleştirirken çocuğu ve çocuğun yüksek yararını önemsiyor muyuz? Bunu nasıl gerçekleştirebiliriz?”

Çözüm için ihmal ve cezasızlık kültürü ile mücadele edilmesi gerektiğinin altını çizen Kırımsoy ayrıca önerilerde de buılunuyor: “Başta Nupelda, Ayaz, Salih ve Hatice olmak üzere yaşamını kaybeden çocukların yaşam haklarının tazmini ne yazık ki mümkün değil. Ama bunun önlenememiş olmasındaki ihmal ve cezasızlık kültürü ile mücadele edilmesi gerekiyor. Başka bir ifadeyle; 

-İhlalin gerçekleşmesine neden olan fail veya failllerin etkin soruşturulması, sorumluluk zincirindeki ihmallerin açığa çıkarılması ve cezasız kalmaması

-Olaydan doğrudan ve dolaylı olarak etkilenenlerin hukuki ve psiko sosyal açıdan desteklenmesi ve dayanışma içinde olunması

-Benzer bir olayın bir daha tekrarlanmaması için politik, yasal ve diğer tüm önlemlerin alınması gerekiyor.

-Ayrıca Nupelda ve Ayaz özelinde acilen, mayın ve çatışma atıklarının tamamen temizlenmesi, mayın ve çatışma atıkları bulunan bölgelerde, başta çocukların ve yetişkinlerin bilgilendirilmesi ve önleme çalışmaları yapılması; Salih ve Hatice özelinde ise; kırsal ve kentsel alanlarda yaşayan çocukların yaşam hakkını tehlikeye sokan durumların tespit edilmesi -ki fiziksel güvenlikle ilgili yaralanma ve ölümle sonuçlanan çocuk hakları ihlalleri öncelik konularını gözler önüne sermekte-, çocukların yaşam alanlarında fiziksel güvenlikle ilgili önlemlerin alınması, fiziksel güvenlikle ilgili çocukların ve yetişkinlerin bilgilendirilmesi ve önleme çalışmaları yapılması önem taşıyor.”

Kapatılan Gündem Çocuk Derneği’nin Ardından…

Gündem Çocuk Derneği kapatılmasına ilişkin de söyleyecekleri var Kırımsoy’un: “Gündem Çocuk yaşam hakkı başta olmak üzere çocuğun tüm insan haklarıyla ilgili ihlalleri -ve tabii ki gelişmeleri de- tüzel kişiliği altında yakından, alan uzmanlıklarıyla, sistematik ve hak temelli olarak takip etmeye, neden sonuçlarına dair değerlendirme ve önerilerini karar vericiler ve kamuoyu ile düzenli paylaşma çabasını sürdürürdü. Kısaca bütüncül, hak temelli ve sorumluluk zinciri işleyen bir çocuk politikası talebini umutla, ısrarla ve inatla diretmeye devam ederdi.

Gündem Çocuk Derneği, başta yaşam hakkı raporları olmak üzere hak kategorilerine yönelik raporlamalar, vaka takibi, ihlalden doğrudan veya dolaylı olarak etkilenenlere yönelik hukuki ve psiko sosyal destek ve danışmanlık, çocukların gündem ve taleplerini kamuoyuna taşımak, çocukların karar mekanizmalarına katılımı yönünde modeller geliştirmek, çocuk algısını dönüştürmek, güç birliktelikleri oluşturmak/ geliştirmek, savunuculuk vb. çalışmalarla çocuk hakları ihlallerini gündeme taşımaya, alanla ilgili değişim ve dönüşüme katkıda bulunmaya çalışıyordu.

Bu arada tüzel kişiliğin kapatılmasına yönelik itirazımızla ilgili OHAL Komisyonundan halen cevap gelmedi. Umutla, ısrarla, inatla bekliyoruz. Tüzel kişilik olmasa da Gündem Çocuk’u bir yaşam biçimi haline getirenler farklı alanlarda çocuğun insan hakları savunuculuğu alanında mücadeleye devam ediyor.”

Daha Güvenli Kentler Nasıl Olacak?

“Çocukların güvenle yaşayabilmesi için nasıl kentler olmalı, nelere dikkat edilmeli” sorusuna ise şöyle yanıt veriyor Kırımsoy; “Çocuğu, hak sahibi bir insan olarak gören bir kent yönetimi oluşturulması öncelikli bir konu ancak; çocukların kendilerini iyi ve güvende hissedebilmeleri, hak ihlalleri ile karşılaşmalarının önlenebilmesi mikro, mezzo ve makro düzeylerdeki yapılardan bağımsız değil. Bütüncül ve bir arada yaşam kültürünü benimseyen bir yaklaşım gerekiyor. Bu konuyla ilgili, çocuk dostu kent/ şehir gibi kavramsallaştırılan bazı çalışmalar var. Özünde kent özelinde de bütüncül, hak temelli ve sorumluluk zinciri işleyen bir çocuk politikası oluşturulması yatıyor.

Başlangıç olarak da kent yönetimi ve kentte yaşayanlara temel öneriler şu şekilde özetlenebilir :

-Öncelikle yüzümüzü çocuklara dönmek, gündemimize çocuğu almak

-Kendi çocuk algımızla ve -rekabete dayalı, kutuplaştıran ve şiddet kültürünü besleyen- yetişkin ezberlerimizle yüzleşmek

-Çocuğun kendine özgü gelişimsel özellikleri ile hak sahibi bir insan olduğu bilgisini benimsemek

-Çocukla hiyerarşik ve tahakküm ile değil eşitler ilişkisi temelinde ilişkilenmek

-Çocuklarla birlikte, çocukları dinleyerek birlikte yaşamın nasıl kurgulanacağına kafa yormak

-Çocuklarla ilgili konulara ve sorunlara yönelik hak temelli ve ayrıntılı durum değerlendirmesi yapmak

-Hiçbir çocuk dışarıda kalmayacak şekilde eylemlere yönelik önceliklendirme yapmak

-Eldeki kaynaklar ve toplumsal kaynakları bir araya getirip “çocuklara öncelik veren” eylem planları oluşturmak

-Eylem planının uygulanmasına dair harekete geçip uygulamayı izleyip gerektiğinde revize etmek.

-Tüm süreci kapsayıcı, şeffaf, hesap verebilirlik ilkeleriyle işletmek…

Her Bir Çocuk İçin ‘Amasız’ Tepki

Bize Haydar Ergülen’in dizelerini hatırlatıyor Kırımsoy bu sohbet esnasında, “… Bir çocuğun ölümü yalnızca kendi ölümü değildir, başka çocukların da ölümüdür. Onun ölümüne neden olanların çocuklarının da ölümüdür. Bir çocuğun ölümü ağırdır, uzundur, yazılması zordur.”

Ve devam ediyor, “Çocuklar, ihlal durumlarında hatırlanacak kişiler veya istatistiklerde kaybolan birer sayı değil, her biri hak sahibi birer insandır. Her bir çocuk hakkı ihlali, yetişkinler tarafından kurgulanan sistemlerdeki boşlukları gösteriyor. Çocuk hakları ihlallerinde sorumluluk zincirini belirlerken ‘yanlış sorunun doğru cevabı’ yoktur. Adorno’nun dediği gibi yanlış hayat doğru yaşanmaz. Dolayısıyla her bir ihlalin özenle ve ciddiyetle ele alınması benzer ihlallerin önlenebilmesi açısından önem taşıyor. Bunu çocuklara olduğu kadar kendimize ve içinde yaşadığımız topluma ve yeryüzüne borçluyuz. Bu, bir arada yaşama kültürünün bir gereği. Bu nedenle herkesin, yaşamını kaybeden her bir çocuk için ‘amasız’ tepki göstermesi, ‘sorumluluk zincirini’ görmesi ve herkes için yaşam hakkını savunması çokça önemli.”