Mülteci Örgütleri: ‘Öncelikle Mültecilere Statü Verilmeli’

Türkiye'deki 4 milyon mülteci bir Dünya Mülteciler Günü'ne daha statü belirsizliği altında girerken Sivil Sayfalar'a konuşan mülteci örgütleri, devletin kalıcı çözüm adına bir an önce mülteci statüsü vermesi gerektiğine ve sahada sivil toplum kuruluşları ile yapılacak ortak çalışmaların uyum adına önemine değindi.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), 2001 yılında aldığı karar ile 20 Haziran’ı “Dünya Mülteciler Günü” olarak ilan etti ancak 18 yıllık süreçtede Ortadoğu’da çatışma koşulları ve afetlerin ardı arkası kesilmedi, milyonlarca kişi daha mülteci olmak zorunda kaldı. Birleşmiş Milletler (BM) Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) verilerine göre savaş, çatışma, işkence ve kötü muamele nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalan insan sayısı 2018 yılı sonu itibarıyla dünyada 70 milyonu aştı. 2. Dünya Savaşı’nın ardından göçmen ve sığınmacı sayısı dünya tarihindeki en yüksek sayıya ulaşmış durumda.

Suriye’de 2011 yılında başlayan savaşın ardından Türkiye dışarıdan en çok göç alan ülke konumu haline geldi. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün 16 Mayıs 2019 tarihli verilerine göre Türkiye’deki kayıtlı Suriyeli mülteci sayısı 3 milyon 606 bin 737.  Irak, Afganistan, İran ve  Afrika’dan gelen mültecilerle bu rakam 4 milyonu aşıyor. Ancak Türkiye’deki mülteciler, Mülteciler Günü’nünü yoksulluk, güvencesiz çalışma, sömürü, geleceksizlik, statüsüzlük, nefret söylemleri ve linç girişimlerinin kıskacında karşılıyor.

Geçici Koruma Statüsü Kalıcılaştı

Türkiye, 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin 1967 tarihli protokolüne koyduğu “coğrafi” sınırlamayla sadece Avrupa’dan gelenleri mülteci olarak görmeyi sürdürüyor. 2013 yılında çıkarılan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile birlikte Türkiye’deki bütün mülteciler ‘geçici koruma statüsü’ kapsamında alındı. Ancak ‘geçici koruma statüsü’ mültecilerin Türkiye’de insanca bir yaşam kurmalarını sağlayamadı. Geçici koruma statüsü ise isminin aksine kalıcılaşmaya gidiyor. Üstelik hukuki entegrasyonun başlamaması sosyal entegrasyonu da engelliyor. Artan kiraların ve işsizliğin sebebi olarak mültecilerin gösterilmesi ve kimi külterel farklılıklar toplum içindeki kutuplaştırmayı arttırırken bu durum bazen en ufak bir kavganın bir linç girişimine dönmesine sebep olabiliyor. Uygulanan ayrımcılık ise son olarak kimi sahillerin Suriyeli mültecilere yasaklanmasına kadar geldi.

Ege Denizi’nden Geçişler Azalsa da Sürüyor

Öte yandan bölgede devam eden çatışma ortamı ve ağır ekonomik krizden kaynaklı mültecilerin güvenli bölgelere geçiş çabası sürüyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği ile arasındaki geri gönderme anlaşmasına rağmen mülteciler ölümü göze alarak Ege Denizi’nden geçmeye çalışıyor. Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) verilerine göre sadece 2019 yılının ilk beş ayında 11 binin üzerinde mülteci Türkiye üzerinden Yunanistan’a geçerken, on binin üzerinde mülteci ise Sahil Güvenlik Ekiplerine takıldı. Pazartesi günü batan teknede yaşamını yitiren 12 mülteci ile birlikte bu sene 46 mülteci Ege Denizi’nde yaşamını yitirdi.

Mülteci alanında çalışan Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği, Afgan Mültecilerle Dayanışma Derneği, İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi ve Konak Mülteci Meclisi’nin temsilcileri ile devletin ürettiği çözümlerin sürdürülebilirliği, acilen atılması gereken adımlar ve devlet ile sivil toplum kuruluşlarının birlikte yapabileceği çalışmalar üzerine konuştuk.

‘4 Milyon Mülteciye Ev Sahipliği Yapmak Kolay Değil’

Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği Başkanı Muhammed Salih Ali, dört milyon mülteciye ev sahipliği yapmanın kolay olmadığını belirterek, Türkiye’deki mültecilerin durumunun Ürdün, Lübnan ve diğer Arap ülkelerindeki mültecilere daha iyi olduğunu dile getirdi. Hükümetin eğitim, sağlık alanında iyileştirici adımlar attığını ifade eden Salih Ali, “Tabi ki eksikler, bazı ilaçlar pahalı alamıyoruz ve gözlük ve işitme cihazları alınması konusunda zorluk çekiyoruz. Kızılay eliyle verilen yardımla mülteci aileler rahatladı. Büyük bir miktar ya da ev kirası değil ama mülteciler açısından önemli bir miktar, 1.5 milyon kişi faydalanıyor” dedi.

‘Yardım Politikasından Çıkıp Kalıcı Çözümler Üretilmeli’

Bütün bu adımlara karşı daha kalıcı çözümler sağlanması gerektiğine değinen Salih Ali, “Çalışma izinleri kolaylaştırılmalı, kotalar kaldırılmalı, diploma sahibi hekim, mühendis ve avukatlar mesleğini yapabilmeli. Yardımla bir yere kadar ve her zaman yeterli değil, yardım politikasından çıkıp kalıcı politikalar üretilmeli. Özellikle Türkiye’deki kişilerin Suriye’de yaşadığı yerlerde çatışma ortamı devam ediyor ve Suriyeliler mülteciler bir süre daha Türkiye’deler. STK’lar toplumun dilidir ve daha çok halkın içindeler. Devlet, STK’ları daha çok dinlemeli, önerilerini hayata geçirmelidir. Birlikte çalışma daha ciddi sonuçlar doğurabilir. Sadece yukarıdan kararlar almamalı, süreç birlikte yürütülmeli” diye konuştu.

‘Türkiye’nin Mülteci Politikası’ndan İlerleme Var Ama…’

İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi Başkanı Metin Çorabatır da 2011 yılından bugüne Türkiye’nin mülteci politikasında ilerleme olduğunu belirterek, “Kamplardan vazgeçildi, eğitim, sağlık ve çalışma hayatı konusunda düzenlemeler yapıldı. Mültecilerin bir kısmını uyum sağlamaya başlamasına rağmen hala eksikler var ama şunu da dikkate almak gerekir ki kısa sürede ülkeye gelen 4 milyon kişinin hakkını vermek ve yeni bir hayata başlatmak en büyük devletlerin bile kabusu olan bir şey. Türkiye bunu kendi imkanları ile yapmaya çalışıyor. Büyük çabalar sarf ediliyor ama coğrafi kısıtlama devam ediyor. Mülteci statüsü konusu önümüzde duruyor. Türkiye’nin uzun vadede ne yapacağına dair bir politika yok. Çok önemli adımlar atılıyor. Türkiye bu yılı uyum yılı ilan etti” dedi.

‘İstihdama Yönelik Çalışmalar Yapılmalı’

Muhalefetin ardından hükümetin de geri gönderme söylemlerine kullanmaya başladığını ifade eden Çorabatır,  şunları söyledi: “Bunlar çözüm değil. Geri gönderme için koşullar mümkün değil. İdlip’te yaşananları takip ediyoruz. Türkiye’nin ikinci bir reform hareketi yapıp coğrafi kısıtlamayı kaldırıp mültecilere statü vermeye başlamalı. Kızılay kartı üzerinden ayda kişi başı 120 lira yardım vermek sürdürülebilir bir şey değil. AB’den ikinci 3 milyar avroluk gelen paket bittiğinde ne olacak? Benzer bir paket daha gelecek mi soru işareti. Bir an evvel istihdama yönelik çalışmalar yapmak gerekiyor. İzin mekanizması çok iyi çalışmıyor. Çalışma hayatında daha esneklik sağlanmalı. Mesleki eğitim kursları verilmeli ve devamındaki süreç takip edilmeli”

‘Devlet STK’larla İşbirliğini Güçlendirmeli’

STK ve devletin birlikte neler yapması gerektiğini sorduğumuz Çorabatır, “Mülteci hukukunun gelişmesinde sivil toplum kuruluşlarının çok önemli rolü var. Suriye krizi ile birlikte bu alanda çalışan sivil toplum kuruluşlarının sayısı arttı. Devlet ile sivil toplum birbirlerinin hizmetlerini tamamlayacak anlayışa sahip olmalı. Bunun güzel örneklerini görüyoruz. Göç İdaresi ile ortak etkinliklerimiz ve çalışmalarımız oluyor. Mevzuattaki engeller kaldırılarak, STK’ların rolü konusunda yeni bir anlayışa varmak, iş birliğini güçlendirmek gerekiyor.” diye konuştu.

‘Misafir Söyleminden Vazgeçilmeli’

Konak Kent Konseyi Mülteci Meclisi Başkanı Mete Hüsünbeyi de, devletin göçe hazırlıksız yakalandığını ifade ederek, “Suriye savaşının uzun süremesi Göç Idaresi’nin açılması ve bazı yasal düzenlemelerin yapılması 3 yıl kadar sonra gerçekleşebildi. Suriyeli mültecilere karşı açık kapı politikasının uygulanması doğru ve olması gereken bir yaklaşımdı ancak son bir kaç yıldır geçislere kolay kolay izin verilmiyor. 8 yıldır burada bulunan Suriyelilere misafir söyleminden vazgeçilerek onların her birinin hak sahibi olduğu bilinciyle hareket ederek bu yönde gerekli düzenleme ve uygulamaları gerçekleştirilmeli. Umarım Türkiye bu düzenlemeyi yapar, mülteci hakkını tanınması gerçekleştirir.Zira bu durum uluslararası anlaşma ve sözleşmelerle garanti altına alınmıştır” dedi.

‘Mültecilere Yönelik Saldırılar ve Nefret Suçları Cezalandırılmalıdır’

Devletin özellikle eğitim ve sağlık alanlarında onemli adımlar attığını dile getiren Hüsünbeyi, “Lâkin uygulamalarda sıkıntılar bulunmaktadır. Bunun için tüm kamu personelinin ayrımcılık ve ötekileştici yaklaşımlara karşı eğitimden geçmelidirler. Ayrımcılığa karşı hiç bir tolerans gösterilmemeli, mültecilere ve toplumun herhangi bir kesimine yönelik saldırı ve nefret suçları ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Mültecilerle ilgili yaklaşım ve çalışmalar tek bir kuruma indirgenmemelidir. Mülteci alanında kısa-orta ve uzun dönem planlamaları yapılmalı.  Bu planlamaları kamu ile beraber yerel yönetimler, ilgili sivil toplum kurumları işbirliği içinde yürütmeli. Yerelin, işveren örgütlerinin, çalışan kesimlerin bir arada olduğu üretim planlaması yapılmalı. Mültecilerin yoğun olarak çalıştığı sektörlerde üretilen ürünleri batı ülkeleri teşvikli bir şekilde almalıdır. Bu vesileyle kimseye yük olmadan, istihdamı arttırarak, herkes için daha verimli hale gelebilir. Kaçak çalışmanın ve ucuz iş gücünün önüne de geçilebilir” diye konuştu.

‘Sığınmacılar Arasında Ayrımcılık Yapılıyor’

Afgan Mülteciler Dayanışma Başkanı Mohamad Ali Hakmat ise sığınmacılar arasında bir ayrımcılık olduğunun düşüncesinde. Suriyeliler dışındaki mültecilerin yok sayıldığını ifade eden Hakmat, “Devlet sığınmacılara karşı olumlu bakışları vardır ama sadece bir kitleye karşıdır. Sayıca fazla yani Suriyelilerden sonra sayıları fazla olan sığınmacılar Afganistanlılardır. Maalesef bu sayı hep unutulmuştur, Devlet ve uluslararası kurum ve kuruluşların dikkatından da uzak kalmıştır, Türkiye’de herkes ve her şey Suriyeliler için yapılmaktadır.  Aynı ülkede yaşayan Sığınmacılar arasında da ayrımcılıkları görmekteyiz, Örneği bir ülkeden gelen kişiler için çalışma izinlerin alma koşullarında kolaylık sağlanmışken diğer ülkelerden gelen sığınmacılar için bu kolaylık sağlanmamıştır” dedi.

‘Devlet, STK’lar, Özel Sektör Daha Duyarlı Yaklaşmaya Başladı’

Devletin, uluslararası örgütlerin, sivil toplum kuruluşlarının, gönüllülerinin, girişimcilerin, özel sektör temsilcilerinin mülteci sorununa daha duyarlı yaklaştığını belirten Hakmat, şunları söyledi, “Öncelikle hiçbir devlet dünyadan bağımsız şekilde hareket etmemelidir. Bunun için Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, NATO gibi kuruluşları müdahil olmalı. Mülteciler için sürdürülebilir çözümler olarak görünmeyen potansiyeli ortaya çıkarmak, yaratıcı istihdam modelleri, mültecileri güçlendirme programları geliştirilmeli. Gençlerin sesine ses katmak, kadınları güçlendirmek, girişimcilik, dayanışma ağlarını oluşturmak, mültecileri bir sorun olarak değil, değişimin bir paydaşı olarak görerek kapsayıcı çözümler üretmesi umutlarımızı artırıyor. Burada kuşkusuz hepimize iş düşüyor, bakış açımızı bu yönde değiştirerek başlayabiliriz işe”.