STK’lardan Surların ve Tarihi Dokunun Korunması Çağrısı

Diyarbakır Surları'ndaki Ben Û Sen Burcu'nun bir kısmı bakımsızlıktan çöktü. Diyarbakır’daki STK’lar ve bu konuda çalışmalar yürüten ilgililer Sur bölgesindeki tarihi dokunun ve Diyarbakır Surları’nın korunması için UNESCO ve yetkililere çağrıda bulundu.

Şehir hafızası üzerine çalışmalar yapan araştırmacı-yazar Şeyhmus Diken, Diyarbekir denilince akla Sur ve Sur içindeki bölgenin geldiğini, kentin tüm kültürel izlerinin korunması gerektiğini belirtti.  Sur’un dünya mirasına sahip çıkan, ortaklaşan herkesin olduğunu belirten Diken, ” 40 yıldır bu mesele konuşuluyor ama biz 40 yıldır kimsenin komplike olarak bu surlara sahip çıktığını görmedik. Surlar kendini içindekine değil dışındakine gösterir. Sur’un muazzamlığını dışından burçlarıyla, kapılarıyla daha güzel görürsünüz. Kenarından köşesinden bir taraf onarılırken diğer taraf yine yıkılmaya mahkum ediliyor. UNESCO da bu konuda çok yetersiz kaldı. Kültürel miras olarak addettiği yerin sorumluluğunu da almalıydı. Ayrıca Diyarbekir’de hızlıca yapılan onarım işlerine de karşıyız. Bunun bilinçli ve katılımcı bir anlayışla kentin bütün dinamiklerinin söz sahibi olduğu bir yöntemle yapılması gerekiyor. Birileri bir şeyler yapıyor ama halk istiyor mu sormak lazım. Kentin her bir parçasının bu politikaya müdahil olması gerekir.’’ dedi.

“Sur Ana Gündemimiz”

Diyarbakır Mimarlar Odası Başkanı Şerefhan Aydın, surların bakımsızlıktan çöktüğünü, çatışma süreçlerinde ağır iş makinalarının ve beton blokların yarattığı titreşimlerinin de bunda etkili olabileceğini söyleyerek, özellikle bu yıl artan yağışın orada kümelenmiş toprağı harekete geçirdiğini ve yıkılma sürecini hızlandırdığını belirtti.

Şerefhan Aydın, göreve geldiği günden beri Sur’un ana gündemleri olduğunu vurgulayarak, “Çünkü her defasında yeni bir kırımla karşı karşıya kalıyoruz. Tankların, topların girmesiyle zaten bir tahribat süreci oluştu. Orada yaşam bu kadar hiçleşmişken orada mekânı korumak kenti korumak ne kadar doğru hislerine de kapıldık. ‘Yaşam yoksa mekânı ne yapacağız’ hissi de geliyordu. Ve tabii yaşamın sürekliliği durumu bir şekilde direnmemize sebep oluyordu. Savaşla birlikte ciddi tahribatlar oluştu. Sur’un UNESCO kapsamına da alınan tarihi tescilli mekânları var. Devlet bu hassasiyetle yaklaşmadı. Normalde sit alanlarına bir çivi bile çakılırken uzun bir prosedürden geçmesi gerekir. Savaş atmosferinde kurul istediği her şeyi bir şekilde  kendi istediği şekilde karar verdirdi. O dönemde bilim, teknik, vicdan hiçbir şey kalmamıştı.” dedi.

Sur’a ağır iş makineleri girmemesi gerektiğini ve bunun etkilerinin ileride ortaya çıkacağını belirten Aydın, “Çatışma dönemi itibariyle kurul Surların akibetini iş makinası operatörlerinin insafına bıraktı. 250 yapı tescillenmemiş, 87 tane de tarihi tescilli yapı kurulun onayıyla yıkıldı. Biz de o dönemde teşhir etme çalıştık, davalar açtık hiç birinden olumlu sonuç alamadık. Sadece Dengbej Evi davasını kazandık. Dengbej Evi mimarlar odasının mülküydü, belediyeye protokolle vermiştik. Sur’un tamamı için acele kamulaştırma kanunu çıkınca Dengbej Evi’ni de bizden almaya çalıştılar. İptal edildi mülkü bizde kaldı.” şeklinde konuştu.

Şehircilik Bakanlığı’nın projesi olan ve yapımına başlanan millet bahçesi projesinin de yönteme uygun yapılmadığına ve orayı kullanacak kişilerin yine kentin tüm sakinleri olduğuna işaret eden Şerefhan Aydın, sivil toplum kurullarına ve iş dünyasına da ortaklaşma çağrıda bulundu. Kentsel sit alanında yapılacak çalışmalar öncesinde arkelogların tarihi kalıntı olup olmadığını araştırması gerektiğini kaydeden Aydın, “Bu nettir ki Sur’da taşlar düşmüştür ve oraya gömülmüştür. Hevsel’i görmek isteyen de vatandaşlar var. Dicle nehri kenarından yürümek ister ama bunu yaparken bilimi, tarihselliğini kaybetmeden yapmak lazım. Gelin meslek örgütleri, hak örgütleri toplanıp halkın arzını alalım. Kırklar Dağı ve Ongözlü Köprü’de de aynısı oldu. Halı saha, kafeterya filan yapıldı. Düşünün Ongözlü Köprü’nün iki gözünü kapatmışlardı. Mahkeme birkaç ay önce iptal ettirdi. Diyoruz ki ondan ders çıkaralım doğru bir yöntemle yapalım. İş dünyası, iş sendikaları bu meselede bizi yalnız bırakıyor. Daha fazla sorumluluk almaları gerekir. Ben Û Sen burcunda kısmi bir yıkım gerçekleşti. Şu ana kadar onarılmaması başlı başına bir sorun. UNESCO’nun listesine girmiş olması insanları bir rehavete sürükledi. Sanki her şeyi o yapacakmış algısı vardı. Hükümet de hassasiyet göstermedi. Yerel yönetimler de aynı şekilde sorumluydu. Biz bunun için de çağrı yapıyoruz, toplumun tüm kesimlerini işin içine katarak bir refleks oluşturmak gerekiyor. Çok ciddi bir bütçe gerekiyor ama belediyelerin her ne olursa olsun bütçe ayarlayıp yapması lazım.” dedi.

Baro’dan Surlar İçin Kampanya

Diyarbakır Surları’nın restorasyonu için kampanya başlatan Diyarbakır Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu’ndan Özgür Cantürk ise acil ve etkili bir çözüm bulunması gerektiğini söyledi. Valilikten gelen katkı payı ve alınacak hibelerle Sur’un restorasyonunun mümkün olduğunu savunan Cantürk, “Tüm dünya ülkelerinin hayranlığını çeken çok zengin tarihî ve kültürel değerlere sahip olmakla birlikte başta tarihi Diyarbakır Surlarımız olmak üzere ilimizdeki bu tarihi ve kültürel varlıklarımız adeta yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmıştır. İlimizde bulunan ve Dünyadaki nadir tarihsel varlıklardan biri olan Diyarbakır Surlarının korunması ve geliştirilmesi yerine, bu kültürel ve tarihsel varlıkların adeta yok olmasına göz yumulmasının yasal, vicdani ve tarihsel bir sorumluluk doğuracağı hiçbir zaman unutulmamalıdır. Devlet ve tüm kamu kurumları, bu durum karşısında, tarihi Diyarbakır Surlarımızı koruma konusunda acil, etkili, objektif ve ciddî önlemler almak zorundadır. Surlar çevresinde beton yapılaşması ve surların bakımsızlıktan dolayı yıkılacak noktaya gelmesi sonucu komisyon olarak bu duruma engel olmak ve surların tarihi değerine yakışacak şekilde restorasyon yapılması için çalışmalara başladık.“ dedi.

Surların bakım, onarım ve restorasyon işlemlerinin acilen yapılması gerektiğini vurgulayan Cantürk, “Bu süreçte Diyarbakır’ın akademisyenleri, mimarları, mühendisleri, gazetecileri, avukatları, doktorları, kadınları, işçileri, çocukları pek çok farklı alanlarda uzmanlıkları olan veya olmayan kent sorunları konusunda hassasiyet gösteren bütün kişi ve çevrelere bu vesileyle çağrıda bulunuyoruz. Temel bir hak olan temiz çevrede yaşama hakkını ve tarihi değerlerimize sahip çıkmayı tüm kentlilerle Diyarbakır ortak paydasında buluşarak beraber sağlayalım.” şeklinde konuştu.

“82 Kuş Türü Tespit Edilmişti”

Arkeolog Nevin Soylukaya da, “Kentimizi, toplumsal hafızamızı yok eden bu durum karşısında tabii ki kent aktörleri olarak STK’lar, meslek odaları, bilim insanları ve kentliler olarak demokratik itiraz hakkımızı kullanmalı, ulusal ve uluslararası düzeyde ilgili ve yetkililere görevlerini hatırlatacak girişimlerde bulunmalıyız.” dedi.

Ulusal ve uluslararası mevzuata göre Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı’nın tampon bölgeleriyle birlikte korunmasından sorumlu ve yetkili kurumun Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın olduğunu belirten Soylukaya, “Ancak dünya miras alanı ve tampon bölgelerine baktığımızda 2015 den beri surlar ve Hevsel Bahçelerinin de içinde bulunduğu Dicle Vadisi ile Suriçi’nde tarihinde olmadığı kadar büyük tahribatlar, yıkım, yok etme faaliyetleri oldu ve hala devam etmektedir. Çatışmalar ve ardından yürütülen planlı, sistematik yıkım ile kültürel dokuya uygun olmayan yeniden inşa faaliyetleri , dünya miras alanının bütünlüklü yapısı, otantikliği ve özgünlüğüne büyük darbe vuruyor. Tabii Ben Û Sen Burcu’ndaki yıkımı da bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor. Her ne kadar yıkımı aşırı yağışa bağlanmış olsa da, zamanında bakım ve gerekli konservasyon çalışmaları yapılmadığı, doğanın tahribine terkedildiği için Ben Û Sen Burcu’nda yıkım yaşanmıştır. Aynı tehlike surların birçok noktası için söz konusudur ne yazık ki.” dedi.

Dicle Vadisinde İçkale’den başlayıp Yeni Kapıya kadar surların tam dibinden devam eden millet bahçesi projesi kapsamında sur diplerine beton dökülmesi de tam bir facia olarak değerlendirmek gerektiğini belirten Soylukaya, “Zira Surlar özellikle de uygulamanın yapıldığı surların doğu kesimi yer yer 100 metre yüksekliğinde bazalt tabakanın hemen sınırına inşa edilmiştir ve bazalt tabaka, surları tamamlayan bir fonksiyona sahiptir.  Surların bu bölümüne, topografik yapı nedeniyle özgün yapısında olmayan yürüme yolları yapıldığına tanık oluyoruz ne yazık ki. Bu yolları yapabilmek için keçi Burcu ve çevresi ile devamında iş makineleriyle alan düzeltilmiş ve beton dökülmüştür. Bu arada özellikle Keçi Burcu ve çevresinde, surun altından geçiş sağlayarak değirmenlere suyu akıtan su kanalları ile 3. dış sur duvarı bulunduğunu da hatırlatmak gerekir. Yapılan yürüme yolu ile söz konusu surun altındaki su geçiş noktası ve onunla bağlantılı su kanalı ile değirmenlerin bağlantısı kesilmiş, doğal ve özgün topografya değiştirilmiştir. Ayrıca Keçi Burcunun tam dibine beton dökülmüş olması da ayrı bir sorun yaratmıştır. Yine Dicle Vadi Projesi ve Millet Bahçesi uygulamaları ile Dicle Vadisinin bütünlüklü yapısı, otantikliği ve özgünlüğü bozulmuş, binlerce yıldır bu alanda yaşam bulan ve UNESCO dünya mirası olmasındaki en önemli argüman olan kırsal peyzaj ne yazık ki bozulmuş, yaratılan rekreasyon alanı ile kentsel peyzaj alanına dönüştürülmüştür.“ diye konuştu.

Soylukaya, peyzajın özgün dokusu bozulduğu gibi, Dicle Vadisinde ve nehrin içinde var olan ekosisteme de büyük zarar verilmekte olduğunu belirterek, “Flora ve Faunanın yaşam alanları yok edilmektedir. Nehir ıslahı bahanesiyle, nehrin iki yakasına çekilen setler ile nehrin kıyısıyla bağı koparılmış, bu alanda ki bataklık ve sazlıklar yok edilerek canlıların yaşam alanı imha edilmiştir. Oysa ki Dicle – Fırat Kaplumbağası tam da bu alanda yaşamakta ve üremekte idi, yine bu alanda 82 kuş türü tespit edilmişti.” dedi.