Necdet Subaşı: “Aleviliği Tanımak İsteyenler İçin Açıklayıcı Bir Dile İhtiyaç Var”

Alevi Modernleşmesi kitabıyla ilgili konuştuğumuz Prof. Dr. Necdet Subaşı, Aleviliğin İslam kültürü içinde değerlendirilmesi gereken bir yapı olduğunu vurgulayarak, Aleviliği tanımak isteyenler için açıklayıcı bir dile ihtiyaç olduğunu belirtiyor.

Alevi Açılımı, o dönemki Hükümetin başlattığı diğer açılımlarla birlikte, 2009-2011 yılları arasında ülke gündeminin önemli konu başlıklarından biriydi. O yıllarda çalıştaylar düzenlenmiş, fakat konu cemevlerine yasal statü verilmesi gibi önemli başlıklarda tıkanmış ve Aleviler açısından açılım tamamlanamamıştı. Söz konusu dönemde Alevi Açılımı Koordinatörü olarak çalıştaylar düzenleyen Necdet Subaşı ile görüştük.

Röportajımızın bugünkü bölümünde Necdet Subaşı’na, ‘Alevi Modernleşmesi’ isimli kitabını, Alevilerin geçmişi ve bugününü sorduk…

Öncelikle, Alevi Modernleşmesi adlı kitabınızda da anlattığınız geleneksel Alevilik ve ile modern Aleviliği tanımlar mısınız? Farkları nedir?

Modernliği kendi başına müstakil bir durum olarak tanımlamak imkânsız. Geçmişten gelenlerin üzerine kurulan bir yapı. Dolayısıyla bir tanımlama gereği olarak gelenekten ya da modernlikten bahsetsek bile bizim burada yaptığımız yeni durumlar ekseninde Aleviliğin karşı karşıya geldiği problemler. Kuşkusuz Alevilik de diğer yerleşik inanç yapıları gibi modernlik bağlamında ağır dönüşüm süreçlerine maruz kaldı. Gelenekten söz ettiğimde Alevilik için muradım henüz modern bilgi akışlarıyla, entelektüel sorgulamalarla, polemik ve tartışmalarla buluşmayan ve bir yere kadar kırsalı, bir yere kadar da otantik olanı çevreleyen bir düzlem. Modern olanın bileşenleri her şeyde olduğu gibi Alevilikte de Alevilerde de önemli farklılaşmaların önünü açmış enerjik bir hareket noktası. Rasyonalitenin bir kriter olarak devreye girmesi, inançla bilgi arasındaki farkların masaya yatırılması, hayata ilişkin kurgu ve metafiziğe yönelik ilgilerdeki aşınım… Evet, hepsi bu sürecin bir parçası. Yeri gelmişken sözünü ettiğim bu fiilî durumdan etkilenen sadece Alevilik değil, Aleviler de diğerleri gibi bu sürecin bir parçası, hepsi bu kadar. Ancak kabul etmek gerekir ki modern dünyanın belli başlı unsurlarıyla buluşma zemini bazen onların her birini içimize katma kudretini, bazen mesafeyi bazen de zaten gelenekte de bir karşılığı olan eklektik hazmedişi daha fazla gündeme getirmemize imkân veriyor.

‘Aleviler Cumhuriyet’te Güven Veren Bir Aydınlanma Işığı Buldu’

Aleviler için Cumhuriyet öncesi ve sonrası nasıl şekillendi? Yaşadıkları sorunlar ve talepleri bakımından hangi değişimler yaşandı? Cumhuriyet ve sonrasında Aleviler nasıl bir dönüşüm geçirdi?

Gerek Alevilerin içeriden, gerekse nesnel tarihçilerin dışarıdan söyledikleri arasında ortak bir noktada uzlaşmak mümkün. Belirleyici birkaç noktada bir tartışma yok. Tarihsel dışlanmışlıklar, merkezin dışında yaşamaya bazen mecbur bırakılmaları, bazen de kendi gelecekleri adına bütün bunlara ikna olmaları… Bunlarda bir sorun yok. Alevilik deyince, İslam’ın siyasi tarihinde zaman zaman Şiilikle aynı hizada değerlendirilebilmeye fırsat veren bir söz dağarcığından, merkezî siyasi otoriteye hatta daha derin anlamıyla devlete karşı bir türlü iflah olmayan hüzünlü ve buruk bir mesafe bilincinden, kendi içinde her şeye rağmen sabır ve inatla işleyen içe kapanık bir dinî müfredattan ve sürekli korunma içgüdüsüyle varlığını pekiştiren sırlı bir gelenekten söz ediyorum. Türk modernleşmesi, dinî ve kültürel oluşumları en çok da radikal modernleşme çabalarıyla muhasara altına aldı. Modernleşmenin sekülerleşmeyle atbaşı ilerleyen hızı karşısında geri çekilmeyi ve kendi mazbut sınırlarına dönmeyi stratejik olarak tercih eden yapıların aksine Aleviler, burada önemli bir değişimin işaret levhalarıyla karşılaştılar. Hilafeti kaldıran, Osmanlı dinî müktesebatıyla arayı açmakta sınır tanımayan yeni rejimin diğerleri için ne vaat ettiği bir tarafa, Aleviler bunda kendileri için gecikmiş de olsa güven veren bir aydınlanma ışığı buldular. Yer yer tersyüz olunabilecek süreçlerden geçilse de Aleviler, gelenekten tevarüs ettikleri inanç ve değerlerini modern kavramsal çerçeveler içinde oturtup yeniden kurma konusunda hiçbir tereddüde mahal vermeyecek bir sıcaklık içinde, ünsiyet kurmakta zorlanmadılar. Dönüşüm, yakınlaşma ve etkileşimlerle ilerledi, bunda şüphe yok. Dinî gelenek içinde müstakil olma çabası Alevilere, modernleşmeye öteden beri ihtiyatla yaklaşan genel Sünni çoğunluğun aksine tutkulu bir coşku kazandırdı. Öte yandan Aleviliğin temel referans dünyasıyla yaşadığı kopukluk, bütün bir topluluğu altüst etmekte gecikmeyecek modernleşme dalgalarının etkisine maruz kalışında etkileyici oldu. Dedenin geleneksel otoritesi sorgulanmaya başlandı, bilgiyle inanç arasındaki farklılaşma telafisi imkânsız kayıpların önünü açtı, artan göç dalgası ve kentsel deneyim camia içindeki bilinen yakınlıkları zayıflattı. Örneğin Aleviler arasındaki bağları her zaman diri tutan musahiplik, sembolik bir hatıraya dönüştü; tek tek her Alevi için birer hafıza tazeleyici olarak görülebilecek ayin-i cemleri, folklorik bir gösteriden ayırmak giderek daha çok zorlaştı. Düşkünlük, kurumsal ağırlığını ve yaptırım gücünü yitirmekle kalmadı, Aleviler nezdinde bile Alevilik, her seferinde yeniden tanımlanmayı gerekli kılan, coşkuyla tüketilen bir anlam kargaşasının içine sürüklendi.

‘Modernitenin Sorgu Dünyası Bütün Bağları Tartışmaya Açtı’

Alevilik moderniteden neden ve nasıl etkilendi?

Etkileşimi Alevilikle ya da Alevilerle sınırlı saymak pek doğru olmaz. Bugün her geçen gün daha da çeşitlenen bir literatür, dinle modernlik arasındaki ilişkiselliği ele almakta âdeta zorlanıyor. Aleviliğin inançtan çok kimliğe, ritüelden çok siyasi bir duruşa fırsat veren gelenekli yapısının modernliğin hemen her şeye nüfuz etme çabasıyla istikamet değiştirdiğini söyleyebiliriz. Kuşkusuz bu değişim de ileride Aleviliğin bir parçası olmakta gecikmeyecek; hemen her türden yönelimi ana akım içinde bir yerlerde tutmakta zorlanmayacağımız yeni bir baskılama ameliyesi bu değişimi de geleneğin yapısına eklemlemekte geri durmayacaktır. Eklektik gelişme çizgisi bugün moderniteden kaynaklanan etkileri hazmetmekte hiçbir zorluk çıkarmasa da gelinen noktada yeni rasyonalitelerin açığa çıkardığı sorunlar hiç de küçümsenecek gibi değildir. Bireyselleşmede sınır tanımamakla kalmayıp geleneksel mirası mütemadiyen sorgulamayı hiçbir merhamet gözetmeksizin sürdürenlerin açığa çıkardığı sorunlu bakiye gerçek bir trajediye dönüşme aşamasındadır. Kısmen de olsa, taşra dünyasında ya da kırsalın güvenli ortamında, Alevilik hâlâ eskisi gibi varlığını devam ettirme konusunda inatla bildik atıf zincirine olan sadakatini sürdürme çabasındadır. Öte yandan, yeni yetişen kuşaklar için bu zincir sıklıkla esaret olarak görülmektedir. Modernitenin sorgu dünyası bütün bağları tartışmaya açmış, geleneğin mistifikasyonu, yeni ideolojik söylemlerle bütünleşme konusunda genç Aleviler için bir telafi, hatta bir yenilenme çizgisi olarak itibar görmeye başlamıştır. Gerçi ben modernleşmenin etkilerini Alevi Modernleşmesi’nde işlemeye çalışmıştım. Maalesef henüz bu bağlamdaki iddialarımdan vazgeçmemi sağlayacak güçlü sayılabilecek hiçbir bulguya rastlamış değilim. Aleviler katı ideolojik kabullere kendini kaptırmış görece genç aktivistlerle, hiç işlenmemiş hafızayla geleneği idame ettirmeye çalışan manevi otoritelerin arasında kendine bir yol bulmaya çalışmaktadır.   

‘Farklılaşmış Gruplar, Gerçekliğin Keşif Arayışını İtibardan Düşürdü’

Kitabınızda Aleviliğin parçalı ve farklılaşmış olduğunu söylüyorsunuz? Neden?

Parçalılık da farklılaşma da kötü bir şey değil, ancak modernleşme sürecinde bilgi ağlarının gelişimine yönelik etkileşimler mutlaklık iddialarını güçlendirmeye yol açtı. Tipik Alevi söyleminde bölünmeler yaşandı, bilginin modern kurgusu içinde maneviyatın çekiciliği aşındı. Birbirinden ayrı ve farklılaşmış grupların birer hizip mantığı içinde ortaya çıkan fraksiyoner eğilimleri gerçekliğin keşif ve ihyasına ilişkin arayışları itibardan düşürdü. Örgütsel bağımsızlık, hâkimiyet ve muhtariyet, Aleviliğin modern dünyada nasıl var olacağı sorularını ihmal etmekle kalmadı, yanı sıra bütün bu bağlamlarda, çoğalan soruları da ustalıkla bastıracak yeni duygusal efektleri devreye sokarak, sorunun yakıcılığını fark etmeyen ve böylece geleneği yaşanmaz kılan kuru bir ideolojik haritayla yetinme arzusunu yegâne kurtuluş yolu olarak modelleştirdi. Bugün en büyük yarılma gelenekle modernlik arasında işleyen ayrışmalarda gözlenmekte. Öte yandan söz konusu olan da bir ihya ya da yenilemeden çok, bariz bir icat fikrinde düğümleniyor. Geleneğin icadı, geçmişte olanın hatırlanmasından çok, yeni olanın modern diskur içinde anlamlandırılmasını ve bu çerçevede işlenmesini de tahrik ediyor.

‘Aleviliği Tanımak İsteyenler İçin Açıklayıcı Bir Dile İhtiyaç Var’

Bir röportajınızda, Alevilerin kendini tanımlayamadığını söylüyorsunuz. Sizce neden?

Tanımlama sıklıkla alerjik bir durum olarak okunuyor. Pek çok Alevi kendi yapılarına yönelik açıklama taleplerine karşı müteyakkız bir ruh hâline savruluyor. Oysa bilmek isteği oldukça doğal ve kamusal görünürlüğü her geçen gün artan bir yapı hakkında onu gündelik bir ikon, sembol ya da metafor olmaktan çok, kendi gerçekliği içinde tanımak ve anlamak isteyenler için açıklayıcı bir dile ihtiyaç duyuluyor. Alevi söylemini güçlü bir akışkanlık içinde kamusallaştıran aktörler, tanımlama çabasını kısıtlama, kuşatma ve tahakküm alanı olarak okumaktan geri durmuyor. Bugün Aleviliğin ne olduğu, nasıl anlaşılması gerektiği konusundaki belirsizlik biraz da çoğalan Alevilikler, parçalanmış bellek ve işlenmemiş bir stokun şimdi nasıl ele alınacağına ilişkin kargaşadan kaynaklanıyor.

‘Alevilik, İslam Kültürü İçinde Değerlendirilmelidir’

Aleviliği İslamiyet öncesi ve sonrası olarak nasıl ele alabiliriz? İslamiyet öncesinden ne bakımdan etkilenmiş, denilebilir?

Aleviliğin çoklu bileşenler toplamı olarak değerlendirilmesi, oldukça yeni sayılabilecek araştırmaların heyecan verici bir keşfi ve sonucudur. Aleviliğin tarihsel, toplumsal ve teolojik içeriğine nüfuz edip onu bilhassa kendi sahasında anlayıp kavramayı önceleyen pek çok çalışma, günümüzde belli başlı Ortadoğu inanç sistemlerinin, hatta Uzakdoğu’nun kadim dinî ve mitolojik geleneklerinin etkili bir şekilde kendisine müdahil olduğunu gösterme çabasındadır. Bu tür çalışmalar son tahlilde İslam’ı da bu çeşitlilik içinde diğerleriyle aynı statü ve eşitlikte bir öge, benzer bir ‘şey’ olarak görmekten yanadır. İslam öncesi yerleşik kültür ve geleneklerin Aleviliğe sirayet ettiğine dair baskın edebiyat, bugün daha çok siyasileşmiş/popüler Alevi söyleminde karşılık bulacak bir şekilde, onun zaten var olan eklektik yapısına işaret etmektedir. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak etkilenim hep vardı ve Aleviliğin sözgelimi İslam’la olan ilişkisi de aynı perspektif içinde ele alınmayı gerektirmektedir. Oysa Alevilik farklı inanç ve kültürlerden etkilenmeye açık olsa da onun ana mihverinin İslam olduğunda şüpheye mahal verecek düzeyde hiçbir veriden söz edilemez. Aksine Alevilik İslam inanç, kültür ve siyaset havzasında ortaya çıkmış ve ilerleyen süreçlerde kendi özgün dil ve mecrasını yakalamış bir tür dinî tercih, belki tabiri caizse çok özel bir lehçe ya da bir şiveden başka bir şey değildir. Nihayet ortaya çıkış ve yapılanma süreçlerinden hareketle Alevilerle aynı bağlam içinde ele alınabilecek benzer pek çok başka yönelimden de söz etmek mümkündür. Hâkim dinî unsurların başta Alevilik olmak üzere, başka diğer pek çok söylem ve tutumlar hakkında, onları ‘inhiraf’, ‘zındıklık’ ya da ‘mülhitlik’le suçlayabilmeyi kendilerinde bir hak olarak görebilmelerinin nedeni, nihayetinde bu grupları da kendileri gibi aynı kökten görüp bilmeleri olmalıdır. Aleviliğin Hz. Ali’nin adı ve onun dinî-siyasi mirası etrafında farklı bir mecrada biçimlenen Şiilikle irtibatı çoklukla sembolik/kavramsal atıflarla sınırlı olsa da onu bugünkü kıvamına ulaşması söz konusu olduğunda asıl belirleyici güzergâh Anadolu’nun Müslümanlaşma süreçlerine damgasını vuran dinî, siyasi ve kültürel hareketliliği olmuştur. Görünen o ki, kimi modern araştırmacıların da nesnel bir duyarlılıkla altını çizip gösterdiği gibi Alevilik, İslam kültür ve geleneği içinde değerlendirilmesi gereken gelenekli bir yapıdır ve onun bilhassa Şah İsmail’le birlikte sahip olduğu dil ve söylem, aslında topluluğun istikametinin belirlenmesinde fazlasıyla belirleyici özel bir referans dünyasını ifade eder.