Ankara’da Bir Gençlik Derneği: Rönesans

Ankara’da 2013 yılında kurulan Rönesans Derneği temsilcileri, gençlik çalışmalarını esnetecek yeni bir metod üzerine çalıştıklarını belirterek, dernek yapısında farklılıkların eşitliğini sağladıkları ve ayrıştırıcı hiçbir kural koymadıkları için herkesin kendini 'var edebildiğini' dile getiriyorlar.

Kuruluş hikayenizden bahsedebilir misiniz? Ve tabi ki isminin nereden geldiğinden…

Dernek 2013 yılında kuruldu ancak temelleri 2011’e kadar dayanmakta. Koordinatör ve gençlik çalışanı olarak çalışan ve gönüllü olan bir grup genç olarak gençlik alanında bizi rahatsız edenleri konuşuyorduk. Bu bizi etik ve kalite noktasına getirdi. Bir diğer yandan bu alanda kurumların kapasite geliştirme ihtiyaçları gözümüze çarpıyordu. Bu bizi Rönesans’ı kurmaya teşvik etti. Yani bir aydınlanma yakalamaya. Rönesans ismi de buradan geliyor “yeniden doğuş”

Neler yapıyorsunuz, çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz, nasıl bir boşluğu dolduruyorsunuz?

Şu anda ulusal ve uluslararası birçok projemiz var. Uluslararası olarak özellikle İtalya, Arnavutluk ve Yunanistan ile çok fazla çalışma yürütüyoruz. İtalya’da aktif yürüyen, bizim için çok değerli bir projemiz var. Temmuz ayında gençlik çalışmalarında kullanmak için daha esnek bir metod üzerine çalışma yaptılar ve şu anda uygulaması için bir ekibimiz İtalya’da. Kısa sürede bu yöntemleri Türkiye’de de kullanmaya başlayacağız.

Yerelde aktif yürüyen ”Let’s Talk About Us” projemiz var. Bu projede hem Türkiyeli hem de mülteci, sığınmacı göçmen gençler,  mülteci, sığınmacı ve göçmen gençlerin hakları için tematik toplantılar düzenliyor ve politika metinleri çıkartıyorlar. Bu politika metinlerini kurum/kuruluşlara götürüp geliştiriyorlar. Mesela UN Women politika metinlerini toplumsal cinsiyet perspektifi ile değerlendiriyor ve bize bununla ilgili düzeltme önerileri sunuyor. Haziran ayında gençler büyük bir toplantı ile politika yapıcılara bu politika şartlarını sunacaklar. Süreci kendileri yürütüyorlar biz de buna kolaylaştırıcılık yapıyoruz. Bunların yanında bizim için önemli bir kampanya daha var. Aslında henüz kendi içimizde yaptığımız bir çalışma “Work In Nature” yani WIN. Birçoğumuz okuyor veya çalışıyor, tüm haftamızı kapalı alanlarda yapay ışık, yapay havalandırmalar altında geçiriyoruz, bu da sağlığımızı etkiliyor. Bir şeyler üreteceğimiz zaman veya dernek ile ilgili bazı işlerimizi doğada yapmayı seviyoruz.

Gelecek planlarınız nelerdir?

Önümüzdeki yıl itibariyle gençlerin bu alandaki yeterliliklerini arttırmak üzerine yenilikçi metodlar geliştirmek ve tabi bunların uygulanması için çalışacağız.

Dernekte kadın erkek eşitliği var mıdır, toplumsal cinsiyet eşitliğini gözetiyor musunuz?

Bunu sağladığımızı düşünüyoruz. Buna sadece kadın erkek eşitliği olarak değil toplumsal cinsiyet eşitliği olarak bakıyoruz. Sayısal anlamda bir veri vermem mümkün değil. Bu konuda Rönesans bunu sağlamak için herhangi bir çaba harcamadı. Dikkat ettiğimiz en önemli nokta cinsiyet temelli, etnik temelli olsun herhangi bir ayrımcılık yapmamak. Aramızdaki herkes bu konuda hassas ve bilinçli. Dolayısıyla bu kendiliğinden oluştu. Bununla ilgili bir kurala da ihtiyaç duymadık, aslında tek yaptığımız kural koymamak olmuş olabilir. Böylece herkesi daha fazla dahil etmiş olduk.  Bunu sağlayabiliyor olmamızın sebebi belki de cinsel kimlik veya cinsel yönelimlerini kimseye sormuyor oluşumuz. Bu insanlara kendilerini daha rahat hissettiriyor.

Ankara’da işbirliği yaptığınız kurumlar var mıdır? Çalışmalarınızın sizden başka paydaşı oluyor mu?

Rönesans bütün çalışmalarını iş birliği içerisinde sürdürüyor. Sanırım iş birliği içerisinde olmayan çok az çalışma yaptık. Rönesans’ı kurarken zaten bunu hedefliyorduk. Hemen hemen bütün çalışmalarımız Kamu- STK, STK-STK işbirlikleriyle yürüyor. Etkiyi ve sürdürülebilirliği bu şekilde sağlıyoruz. Bu noktada Türkiye’de farklı birçok STK, üniversiteler, belediyeler, ticaret ve sanayi odaları ile işbirlikleri yapıyoruz.

Dediğim gibi Rönesans bütün çalışmalarında iş birliği içerisinde. Sadece yerelde değil başta Gençlik Örgütleri Forumu aracılığı ile birçok kurumla işbirliği içerisinde. Bu iş birliklerinin şekli değişmekte, kimi zaman gönüllülerimizle ortak çalışmalar yürütüyoruz kimi zaman ofislerini bizimle paylaşıyorlar, kimi zaman bir projeyi komple birlikte gerçekleştiriyoruz.

Dernek kurmak aslında çok meşakkatli bir iş değil. Bağış veya fon almıyorsanız  ya da üyeleriniz aidat ödemiyorsa sürdürülebilirliği zorlaşıyor. Siz Rönesans olarak nasıl ayakta kalıyorsunuz, sürdürülebilirliği nasıl sağlıyorsunuz?

Bu sanırım bizim gibi STK’ların en büyük sorunu. Her zaman sürdürülebilirliği sağlayamıyoruz. Bazen proje sonuçları öyle bir yere getiriyor ki bizi yürütme, yönetme kapasitemizin üzerine çıkıyor. Böyle durumlarda kendi kapasitemizi arttırmak için çalışmalara başlıyoruz öncelikle ama özellikle malzeme ve maddi durumlarda sürdürülebilirliği sağlamak bizi gerçekten zorluyor. Aktif kullanabileceğimiz bir ofisimizin olmayışı özellikle çok zorluyor bizi.

Ankara’daki gençlerin ne gibi sorunları ve ihtiyaçları var? Özellikle sivil toplum bağlamında değerlendirmenizi istiyorum.

2010 yılındaki ihtiyaçlar ile şimdiyi kıyaslıyoruz. Eskiden gençler gönüllülüğün, Avrupa Birliği projelerinin ne olduğunu bilmiyor, bunu öğrenmeye geliyorlardı. Şu anda gelen gençler ne istediklerini bilerek daha net geliyorlar. Bu noktada bize gelen gençler en çok şu sorundan yakınıyorlar; birçok sivil toplum kuruluşuna e-posta attık ulaşmaya çalıştık ama geri dönüş alamadık. Bir diğer konuda dil engeli. Dil engelinden kastım İngilizce, Almanca, Fransızca falan değil. Sivil toplumun jargonu. Gençler sivil toplum jargonuna hakim olmadıkları için yazılanlardan, anlatılanlardan çoğu zaman tam olarak faydalanamadıklarını söylüyorlar.

Size göre sivil toplumun en büyük sorunu nelerdir, önünüze nasıl engeller çıkıyor ve bu engelleri nasıl aşıyorsunuz?

Ekonomik sorunlardan sürdürülebilirliğe, etkiden yasal mevzuatların takibine, bazı kamu kuruluşları ile iletişim kuramamaya birçok büyük sorun var. Aslında bunları en büyük diye derecelendirmeyeceğiz ama bizi en çok zorlayan şey katılımcılar. Bir proje için çağrı açıyoruz. Farazi sayılar ile anlatacak olursak 100 başvuru geliyor 40 kişiyi mülakata alıyoruz. 20 kişi seçiliyor. Buraya kadar her şey normal görünüyor. Eğitimden 3-4 gün önce tekrar arayıp bir değişiklik olup olmadığını arayıp soruyoruz veya e-posta atıyoruz. Eğitim günü eğitmenler salonda katılımcı bekliyor 5 kişi zamanında gelmiş, 7-8 kişi 1-2 saat geç geliyor geriye kalan kişiler hiç gelmiyor, hatta bir kısmı aradığımızda telefonları bile açmıyor, e-postalara geri dönmüyor. Başka kurumlar ile de konuştuk İstanbul’dan Ankara’dan “sıfır kişi ile etkinlik yaptığımızı biliyoruz” diye şakayla karışık cevap verdiler. Sorunun çözümü nedir henüz bilmiyoruz, araştırıyoruz şu anda. Ama büyük bir problem. Bu sebeple hem fonu hem zamanı boşa harcıyoruz. Sanırım büyük şehirlerin genel sorunu bu. Bu sorunu sadece Rönesans’ta değil üniversitede yaptığımız çalışmalarda da savunuculuk projelerinde ve sosyal aktivitelerde hatta ulusal ve uluslararası projelerde de yaşıyoruz.

Gençlere buradan ne söylemek istersiniz?

Aslında sadece sivil toplum özelinde değil tüm çalışmalar için şunu söyleyebiliriz; zamanınızı iyi planlayın…