Sakarya’da Organik Dayanışma: SAKÜDA

Sakarya’da organik üretim yapan küçük üreticilerin dayanışma ağı SAKÜDA’nın hikayesini, kurulmasına öncülük eden, aynı zamanda organik tarım yapan Jade’nin Çiftliği sahibi olan Berin Ertürk ile konuştuk.

Öncelikle Jade’nin Çiftliği’ni dinleyelim biraz. Nasıl başladı her şey?

180 dönüm arazi var burada, aileden kalma. 3 kardeşiz biz, 3 kardeşin ortak mülkü ama ben işletiyorum. Tek parça aile toprağı diyelim. Ben burayı aldığımda üç senedir işlenmemişti toprak, yani ilaç değmemişti, öncesinde de meyve ağaçları vardı. Aslında başlangıçta aklımda organik sertifika alayım diye bir fikir yoktu fakat kimyasal kullanmayacağım belliydi. Toprağın durumu elverişli olduğu için organik sertifika alabileceğimi öğrenince, bu avantajı kullanmak istedim. Müracaat ettim ve hemen aldım.

Sonra nasıl ilerledi süreç?

Burada yıllarca ben tek başımaydım, zaten o zaman pek organik tarım lafı edilmezdi, Türkiye’de yerli pazar bile yoktu. Sadece ihracata yönelik bir organik tarım gelişmişti. Sonra zaman içinde yavaş yavaş bir iç pazar oluştu. Organik pazara gidiyorduk ama hep tek başımaydım başka kimse yoktu bu bölgede. Organik sertifika ile üretim yapma bilinci de yoktu. Bilinç geliştikçe talep de doğmaya başladı ve Pazar büyümeye başladı. Biz çiftliğimizde organik tarım yaparken, Koray ile tanıştım. Koray Nartuğ da aynı şekilde organik yumurta üretirken, yalnızlık çekiyormuş. O yumurtaları çevresine dağıtırken, alıcılardan organik sebze talebi gelmeye başlamış. O da İlçe Tarım’a gitmiş, buralarda organik tarım yapan birileri var mı diye. Onlar da Koray’ı bana yönlendirmiş. Böylelikle tanıştık. Nihayetinde komşu olduk. Birbirimizin üretim yapma şekline, düşünme tarzına tanıklık edince aramızda güven oluştu. Ardından Burak Soykan ile tanışınca, ağımız genişledi. Burak da buğdaya merak salıp oradan ekmekçiliğe başlamış. Titizlendiğimiz noktalar aynıydı, üçümüz yol almaya başladık.

Peki ürünlerin dağıtımını nasıl organize ettiniz?

Başlangıçta o da sorundu. Ürünlerin kargoda rezil olmasını istemiyorduk. Lojistik adına da işbirliğine de gittik. Burak bir çağrı metni hazırladı. Belli dağıtım noktalarımız olsun istiyorduk. Öyle bir çağrıda bulunduk. Geri dönüşler çok güzeldi. Ürünlerimize ev sahipliği yapmak isteyen gönüllü noktalar oluştu. Kimisi evini açtı, kimisi atölyesini, kimisi dükkanını. Şu anda SAKÜDA’ya Muarrem Yalçın’ın soğuk sıkım sabunlarıyla öne çıkan “Tene” eklendi. Sonrasında, oldukça bilinçli bir şekilde solucan gübresi yapan Sevgi Hanımı tanıdık. Bunun dışında ekolojik kişisel bakım ürünlerini üreten, üretim anlamında insana değer katmayı önceliği haline getiren birkaç arkadaşı da aramıza aldık. Bir dayanışma ağıyız ama herkes kendi bağımsızlığını koruyor. Ürün listesi e-maille mail ağında olan alıcılarla buluşuyor her pazar. Ürün listemizi oluştururken, mevsimine göre tabii, kendi aramızda adaleti oluşturmaya özen gösteriyoruz. Şimdi SAKÜDA’ya katılmak isteyen küçük üreticiler çoğalıyor. Onlara diyorum ki biz maksimum kapasiteye ulaştık. Siz de kendi dayanışma ağınızı kurun.

Ürünler tüketiciyle nasıl buluşuyor?

Bir yazışma grubumuz var. Biraz medyatik olduk son günlerde, istemedik aslında yani benim çok hoşuma gitmiyor açıkçası ama kimseyi de reddedemiyorsun çünkü insanı tanımadan da reddetmekte yanlış bir şey. Dolayısıyla kendi üretim kapasitemize göre oldukça büyük bir grup oldu ama süreç içinde eleniyor. Daha bilinçliler kalıyor. SAKÜDA’yı artık bir çeşit gıda topluluğu gibi görüyorum. Yazışma grubundakilere her Pazar mail atıyoruz, ürün listesi gönderiyoruz. O haftayı anlatıyoruz. Bu ağdaki alıcılar da kendini yalnızca tüketici olarak görmüyor. Herkes bu dayanışma ağının bir parçası.  

Küçük üreticinin karşılaştığı bürokratik sorunlar neler?

Bütün kanunlar büyük işletmelere göre yapılmış. Örneğin forumda kaç dönüm ürün ekiyorsun diyor. Kaç dönüm olur mu organikte? 300 çeşit ürün var. Bir sıra maydanoz varsa bir sıra nane var. 0.25 dönüm diye yazıyorum ben. Koray da aynı sorunu yaşıyor. Yumurta tavukçuluğu için şartname o kadar ağır ki, binlere tavuk besleyene göre hazırlanmış her şey. Ona kendinizi uydurmak için masraf yapmanız gerekiyor. Bu masrafları seri üretim yapan, büyük çaplı üreticiye göre normal olabilir ama bizim için fazla ağır.

Türkiye’nin izlediği gıda politikası küçük üreticiyi caydırıyor diyebilir miyiz?

Evet, yani teşvikler de büyüklere kanunlar da şartnameler de büyüklere göre hazırlanmış, küçük üreticiye ister tarım olsun ister ekolojik diğer üretim kolları olsun savunan yok. Küçük üretici yerini bulamıyor.

Peki nasıl iyileştirilebilir bu durum?

Avrupa’da bunun örnekleri var. Geleneksel üretim ürünüdür yazan bir etiketi kullanıyorlar. Devlet hijyen açısından ürünü kontrol ediyor. Onun dışında bu etikete sahip olanlara büyük üreticileri kapsayan gıda yönetmelikleri uygulanmıyor. Örneğin domates sosu yapacaksın, yönetmeliğe göre koruyucu madde koymak zorundasın. Ama zaten geleneksel üretim yapan biriysen katkı maddesi olmadan raf ömrü daha kısa ürünler üretebilirsin. Sadece güvenli olmak zorunda hijyen açısından. Pastorize edilmemiş çiğ sütten peynir üreticileri de aynı şekilde Avrupa’da. Biz de küçük üreticinin tanımı da çok sınırlandırılmış durumda. Örneğin diyor ki 200 kavanoz salça yapabilirsin. 201 tane yapamazsın. Yaptığın zaman küçük üretimden çıktı. Bu rakamlar küçük üretici değil minik üretici demek bence.

Tohumdan sofraya gıda güvenliğini sağlamak, küçük üreticiler açısından daha mı kolay?

Gıda güvenliği anlamında dışarıdan kontroller küçük üreticiyi zorluyor. Bence hepimizin bir otokontrol sistemi olmalı. Yani ben şimdi SAKÜDA üyesi olarak bütün arkadaşlarıma kefilim. Onlar da bana kefil. Birbirimize kefiliz çünkü birbirimizin ne düşündüğünü ne yaptığını nasıl bir insan olduğunu biliyoruz ve birbirimize biz garantiyiz. İkincisi tabii ki şeffaflıktır yani herkes gelip yerimizi görebilir, sorabilir irdeleyebilir soru sorabilir yani açık olmak. Ve dolayısıyla buna şey deniliyor aslında katılımcı sertifikasyon deniliyor. Katılımcı organik sertifikasyon diye bir isim takmışlar ama işin özü söylediğim gibi şeffaflık ve birlik olup birbirine kefil olabilmek.

SAKÜDA’nın dirsek teması halinde olduğu başka topluluklar var mı?

Şimdi Türkiye’de pek çok yerde kooparatif girişimleri, tüketici kooparatifleri, gıda topluluğu olarak yerel birliktelikler oluyor. Bunların en eskisi Boğaziçi Üniversitesi’nin Tüketici Kooperatifi BUKOP. Sonrasında Kadıköy kooperatifi kuruldu. Şimdilerde her mahallede var neredeyse.

Peki Tüketici Kooperatifi’nin Amacı Nedir Tam Olarak?

Küçük ekolojik üretimi desteklemek, küçük üreticiye sahip çıkmak ve üyelerine tabi ki sağlıklı güvenilir ürünler temin etmek.

Peki örnek uygulaması var mı bu fikrin?

Teoride var. Hatta geçen sene topluluk destekli tarım olayı üzerine bir konferans vardı orada da onu söyledim. Benim gözlemlediğim evet aynı grup içinde tüketiciler de var üreticiler de var ama sanki bir ayrımcılık var gibi.

Nasıl bir ayrımcılık?

Daha organik bir bütün olması lazım ikisinin. Sağlıklı bir sonuç alabilmek açısından. Sonuç alarak evet ben üreticiyim ama aynı zamanda tüketiciyim de. Tüketiciler de sadece tüketici olarak kalmayıp başka türlü de katkı koyabilmeliler.

Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?

Temmuz’da buğday hasadımız var. Tarlaya biçer döver sokmak istemiyoruz. Onun 2 saatte yaptığı işi 4 kişi 20 günde zor yapıyor. Şimdiden duyurusunu yaptık, çadırınızı alın gelin, hep birlikte buğdayı hasat edelim.