Çukurova’da Ekolojik Bir Gıda Topluluğu: ÇİTTA

Çukurova İnsan Tohum ve Toprak Atölyeleri (ÇİTTA) Mersin’de iki yıl önce kurulan bir gıda topluluğu... Adana’daki Çukurova Ekoloji İnisayatifi ile ortaklaşa hareket eden topluluk üyeleri ile Kültürhane’de yaptıkları haftalık toplantıda bir araya gelip, çalışmalarını ve gıda meselesine bakışlarını konuştuk.

ÇİTTA’nın bir araya geliş sürecini anlatır mısınız?

Serdar İskit: Ekolok Derneği Mersin’de bir dernek, bu derneğin etrafında toplanmış dört beş kişilik bir ekip ile Adana’da bundan tamamen habersiz yine kendi içerisinde organize olan dört beş kişiden oluşan ekip aynı şeyi dilemişler. Diledikleri de ekoloji konusunda bir ‘keşke eğitim alabilsek’ ve bu konuda da iki tarafta Buğday Derneği adresini keşfetmiş. Yine birbirinden habersiz biçimde başvurmuşlar. Buğday Derneği ortak hareket etmeyi önerdi. Biz de bu vesileyle Mersin ekibiyle tanışmış olduk. Birlikte bir gün Adana’da, bir gün de Mersin’de yapılan  ‘Ekolojik Yaşama Giriş’ eğitimine katıldık. Sonrasında da kentlerin çok yakın olmasınında verdiği kolaylık ve  doğal sosyal bağlar vesilesiyle, sık sık bir araya geldik. Buradaki eğitim sonrasında daha derinleşecek başka eğitim çalışmaları yaptık birlikte. Sonunda birlikte gelişen iki kardeş sivil inisiyatif olmuş oldu. Mersin kendine ÇİTTA ismini uygun gördü. Biz  Adana’da Çukurova Ekolojik Yaşam İnisiyatifi’ni aldık.  Aynı arka plandan geliyoruz. Adana’da biz hasbelkader daha küçük bir yapılanma olarak faaliyet göstermeye başladık. Ama Mersin daha idealist bir yapıda grup olduğu için onlar gıda topluluğuna hemen girişemediler. Çok hazırdılar her şey vardı. Kültürhane’nin kurulması özellikle bu vasatı artık en olumlu noktaya getirdi. Artık hiçbir şeye ihtiyaç yoktu belki ama bir kıvılcıma ihtiyaç vardı belki orada da kafa kafaya tokuşturup kıvılcımı çaktık.

Nasıl bir üretim ve tüketim tahayyül ediyorsunuz?

Özlem Özgür Arıkan: Önce aslında tüketimden başlamak lazım herhalde. Tüketim ne kadar az o kadar iyi, ne kadar bilinçli o kadar iyi. Ne kadar dönüştürülebilir, tekrar tekrar kullanılabilir, paylaşılabilirse o kadar iyi. Bu kadarına çok ihtiyacımız var mı? Bu kadar almak, tekrar tekrar yapmak, çeşitlendirmek zorunda mıyız? Daha azına kanaat edemez miyiz? Aslında birazda bunları konuşmaya çalışıyoruz burada ki hem söyleşilerde, hem etkinlerde. Tüketimi azalttıktan sonra elimizdekilerin zaten yeteceği aşikar.

Üretiminde yönteminin adil olması bizim için öncelikli. Hem toprağa, hem havaya, hem suya, hayvana, insana, gezegene zarar vermeyecek şekilde olması bizim için öncelikli olması sanırım. Bunun üzerine konuşuyoruz zaten. Pratikte ne kadar uygulanabilir? Hani bizim ürünler misal baraj havzasından geliyor ama hava, toprak orada da kirleniyor. Oradaki suya belki bir yerden bir şeyler katılıyor. Üretimin sürdürülebilir, ekolojik bir yöntemle olması tercihimiz. Şu anki pek müsade etmiyor. Biz o konuda insanların gözünü açmaya çalışıyoruz. Yiyoruz, içiyoruz, bütün bunlara dokunuyoruz, hayatımıza sokuyoruz. Ama bize ne yaptığından bihaber yaşıyoruz. Söyleşilerde, etkinliklerde biraz da aslında yapmak istediğimiz bunları duyurmak, farkındalığı artırmak.

Topluluk neler yapıyor, üretilen ürünlerin paylaşımı ve dolaşımını nasıl sağlıyor?

Arıkan: Topluluğumuz hem savunuculuk yapıyor hem de topluluk destekli tarım modeli ile gıda paylaşımı yürütüyor. Üreticilerimiz var, ekolojik, geleneksel yöntemlerle üreten. Onlardan mevsiminde ürün ne ise alıp adil şekilde bölüştürüyoruz. Plastik kullanmıyoruz mesela. Taşırken karbon ayak izimizi az tutmaya çalışıyoruz. Yöntemleri de daha adil kurmaya çalışıyoruz. Film grubu, atölye düzenlemek, şenlik yapmak, podcast hazırlamak, radyo programlarına çıkmak, okullarda savunuculuk çalışması yapmak gibi çalışmalarımız var. İş biraz sadece gıda, mutfaktan çıksın, anlık senin benim evime temiz gıda girmesinden öte bir şey olsun. Hak savunuculuğu yapılsın derdimiz biraz da o. Çünkü gıda gelmeyebilir, çiftçimiz hasta olabilir, bırakıp gidebilir, pes edebilir, bir şey olabilir. Hiç gıda bulamayabilirsin ama yine bu savunmaya değer bir şey.

Topluluk Sisteminde Çalışırken Fiyatı Üretici Belirliyor

Topluluk üretim sürecine nasıl faydası oluyor?

Alper Tolga Akkuş: Gıda topluluğunun şu anda Adana’da ve Mersin’de  üretim sürecinde çiftçilere desteği var. Bunlar direkt ürettikleri emtiayı, organik ürünleri direk kendi üyelerine iletiyorlar. Mersin’ de doksana yakın kişi var, Adana’ da on sekiz aile var. Bu üreticilerin tüm üretimlerini tüketmiyoruz ama onlara bir katkısı oluyor. Adana’da toplama zamanı bazı ürünlerini ekipten kişiler gidip ona da katılıyorlar, destek oluyorlar.  Toplantılar oluyor. Bu ayrı bir katkı oluyor üretim sürecine. Film günleri ve atölyeler var.

Arıkan: Tarım nasıl yapılır, toprakta bir şey nasıl yetişir, büyür bunları fazla bilmiyoruz. Çiftçiye desteğe gittiğimizde bize diyor ki: ‘Şunları şöyle toplayacaksınız. Bunların bu renk olanını alın, bunlara dokunmayın’. Biz bayağı kent soylu insanlarız aslında bir çoğumuz. Bunları bilmemek ayıp değil ama öğrenmemek ayıptı. Çiftçiler de bize öğretiyorlar. Bir mercimeği nasıl savurduğunu anlatıyor, nasıl saklandığını, unu nasıl yapacağız, soğanı nasıl saklayacağız. Hem saklama hem de nasıl dönüştürüleceğini öğretiyorlar yada bunu nasıl yapmamızı hatırlatıyor. Bende mesela o pratik yoktu. Gıdayı dönüştürme yada mevsiminde tüketme, yoksa yememe. Bilinçlendi bayağı bizim üreticilerimiz.

Yılmaz Kilim: Bu günlerde güncel olarak tartışılan konu gıda fiyatlarındaki artış. Bunu toptancı mı artırıyor, markette ki satış yapan mı artırıyor? Yoksa girdiler yüksek olduğu için, maliyeti yüksek olduğu için mi onu bilmiyoruz. Bir çözüm olarak tanzim satış sistemi kuruldu. Onun üzerinden insanlara gıda ulaştırılmaya çalışılıyor. Topluluk sisteminde çalışırken fiyat üretici belirliyor. Üretici kendi girdisine ve emeğine göre değer biçiyor. Bildiğim kadarıyla gıda topluluğu bu fiyata müdahale etmiyor. Bu yüksek, bu düşük diye herhangi bir değerlendirmede bulunmuyor. Ayrıca üreticinin ihtiyacı olduğunda topluluk gidiyor. Örneğin yabani ot ayıklamak,  ürünü hasat etmek gibi konularda da üreticiye destek oluyor.

Kooperatiflerle ilişkileriniz var mı, varsa nasıl?

Kilim:  Doğrudan üretici ile ilişki kurmaya çalışıyoruz. Ucuz gıdaya erişmekten çok burada üreticinin emeğinin karşılanması veyahut temin ettiğimiz gıdanın gerçekten sağlıklı bir gıda olması veya gıda etiği egemenliği üzerinden hareket etmek gibi bazı ilkeler nedeniyle doğrudan üretici ile ilişki kuruluyor. Arada kooperatif, Ziraat Odası gibi diğer kuruluşlara yer vermiyor.

Arıkan: Ama Hopa Çay Kooperatifi, Dersim’den Ovacık Kooperatifi’nin ürünlerini alıyoruz ya da İstanbul’daki Boğaziçi Üniversitesi Kooperatifi, Kadıköy Kooperatifi gibi oluşumlarla sürekli iletişim halindeyiz. Bizim bölgemizde yetişen bazı ürünler var bazıları yok. Onlar araştırdıkları için, yakın zamanda mesela pirinç mevzusu oldu. Onların bulduğu bir pirinç üreticisi güvenilir,sınanmış, güven ilişkisi kurulmuş…  Biz dedik ki; ‘Pirincimizi oradan alabiliriz. ’Biz de burada bir bakiye toplamaya başladık mesela. Bazı ürünler haftalık değil aylık, altı aylık alabiliyorsun. Onlarda buradaki üreticilerden talep edebiliyorlar. Üretim ve tüketim kooperatifleri ile ilişkimiz iyi. Ama istediğimiz kadar gelişkin değil. Geldiklerinde diyorum; ‘daha çok iletişimi zenginleştirelim. Bizde neler var, sizde neler var hatta bunun web tabanlı bir uygulaması olsun. Daha hızlı ilerlesin.  Türkiye’nin birçok yerinde kent bostanları, mahalle inisiyatifleri var. Adana’da Ekin tüketim Kooperatifi var, yeni açıldı. Ovacık Kooperatifi’nin de bir ofisi var.

Küçük Üretici Ürününü Satamıyor

Küçük üreticilerin karşılaştığı sorunlar nedir? Nasıl başa çıkma stratejileri var?

Sema Uğurlu: Küçük üreticinin karşılaştığı en büyük sorun ürününü satamıyor olması. Satmadığı için üretemiyor zaten. Artı ekolojik ve sürdürülebilir tarımı zaten çiftçilerimiz çok uzun yıllardır terk ettikleri için girdi fiyatları bu sefer yükselmiş oluyor. Gübreleme, ilaçlama, işçi masrafları derken zaten fiyatlar şişmiş oluyor. Satamayınca bu sefer üretimi de bırakmaya başlıyor.

İskit: Küçük üreticinin dünyada sorunları birbirine çok benziyor. Çünkü tüm dünyada ortak bir şey yürütülüyor. Ellerindeki alanın alınması ve endüstrinin fabrikası haline getirilmesi için çok akıllıca politikalar, stratejiler üretiyor ve uyguluyor alanda. Mesela bir dönem bir banka durup dururken kredi vermeye başlıyor. Bahsettiğim dönem kredilerin Türkiye’de henüz bu kadar yaygın olmadığı bir dönem. Hindistan’da da benzer bir hikaye var, Afrika’da benzer bir hikaye var. Bunu bilen biliyor veya köylünün bir kısmı da atasının toprağına sahip çıkmak için bu oyuna gelmiyor. Ama çoğu insan, mevcut sistem para üzerine kurulu olduğu için 7ekonomi, tarlamı satayım kamyon alayım, taşıyıcılığa başlayayım’a düşüyor. Borçlanıyor bankaya ve bu ipotek karşılığında tarlasını terk etmek zorunda kalıyor. Bu tür oyunlar var. Bu oyunlara karşı güçlü olabilmesinin tek yolu aslında mevcut olduğu alanda üretim yapabilmesi ve refahı bulabilmesi. Kentlere göçteki önemli nedenlerden bir tanesi aslında çoluğuna çocuğuna okuma olanağı sağlamak. Kentlinin giderek hak etmediği kentte yaşamanın hiyerarşik statüsünün olması var. Köylerde bu şu an çok büyük sorunumuz. Bir başka örnek vereyim Çanakkale tarafından kentte veya kasabada evi olmayana, kötü bir söylem ama, kız vermiyorlar, Anadolu söylemi olduğu için söylüyorum bunu.  

İkinci bir nokta küçük çiftçi tek başına, bir organizasyonun içinde değil. Endüstriyel çiftçilik yapanların bankalarla kurduğu ilişkiler biraz daha sürdürülebilir ilişkiyken küçük çiftçilerin ilişki kurması ve bunu bu şekilde halletmesi mümkün değil. O nedenle kooperatifler ve topluluk destekli tarım gruplarının önemi burada aslında onların bu finansal zorluklarına banka yoluyla değil de faizsiz kredi kaynağı olarak kentteki kendi tüketici popülasyonunu kullanabilmeleri bir yandan da.

Arıkan: Genel olarak çok fazla aracı olduğu için çiftçiye maliyeti elli kuruş olan bir şey tabağımıza geldiğinde altı yedi liraya ulaşıyor.  Yedi sekiz aracıdan geçiyor. Buna da kentte yaşayan insanlar olarak çok vakıf değiliz. Taban fiyatlar çok düşük olduğu için ekolojik olsun ya da olmasın, bu kadar aracı olduğunda zaten  büyük alıcıların, halcilerin yanında çok istismar ediliyor. Malları gerçekten çok ucuza kapatılıyor. Ekmeyi bırakıyor insanlar. Bir söyleşiye İrem Çağıl gelmişti; ‘limonun ağacını kesip odununu sattığında kazandığı para limonu sattığından daha çok diye ağacı kesiyor’ dedi insanlar. Böyle şeyler yaşıyorlar. Sattığı ürünü ederinde ulaştıramıyor. Yine topluluk destekli tarım, gıda toplulukları yada tüketici kooperatiflerinin varlığı aracıları ortadan kaldırılması açısından da kıymetli. Benim üreticim de beş liradan veriyor, piyasada altı lira olan bir şey mesela. Altı liradan satılan elli kuruştan başlıyor. Benim üreticim mesela daha sürdürülebilir bir şey kazanıyor. Ama orada da ne sıkıntı var. Köylerde inanılmaz bir göç, çoğu aile çiftçiliği yapılan işler bunlar. Dönemsel yaptığın iş değil bu, sürekli bakman gerekiyor. Aileler kalmıyor, köy okulları kapatıldı, oraya hizmet yok.

Köyleri Boşaltıyorlar, Köylüyü İstemiyorlar

Ahmet Hilmi Aktekin : Özellikle bu hale getirdiler. Köyleri boşaltıyorlar, köylüyü istemiyorlar. Onu büyük şirketler yapacak. Geri dönecekler ama işçi olarak. Toprağı topluyorlar, fabrika gibi düşünüyorlar toprağı, toprak öyle bir şey değil hepimiz biliyoruz. Planlı ve dış ayakları var bunun. Arazi toplayan firmaları bir araştırın ya da yerli kişilere inanılmaz kolaylıklar sağlıyorlar. 

Geleneksel yada endüstriyel üretim yapan çiftçilerle bir ilişkiniz var mı? Bir yanda ekolojik üretim yapan çiftçiler var, mutlaka karşılaşıyorsunuzdur.

Arıkan: Ürün tedarikimiz yok onlardan. Ama rastlaşıyoruz tabi. Dönüşebilirler, konuşuyoruz tabi meta zoru olmadan.

Uğurlu: Ben çiftçi bir ailenin çocuğuyum aslında. Babam Mersin’in eski limoncularından. Hatırı sayılır miktarda da bahçemiz var. Tabi bir kısmı tırpanlandı, inşaat oldu. Şu anda yaşlı olduğu için ilgilenemiyor. Bahçe işlerimizi yapan çalışanımız var. Tarsus’un bir köyünden çıkmış gelmiş. Köyden gelmiş ama şöyle bir durum var. İki yıldır başının etini yürüyorum sürekli; ‘İsmail  ne olur ilaç atma, gübre atma’. Her seferinde ‘abla olmaz’ diyordu bana. En son bahçenin boş olan bir kısmı var. Dedim ki ; ‘bak gel buraya bir şey ekelim, ilaç kullanmayalım. Ektiğini de kendin çalış, kendin sat.’ Ekim ayıydı ‘bakla ekelim’ dedim. ‘ama sakın ilaç kullanmayacağız. Bakacağız oluyor mu olmuyor mu.’ Gerçekten hiç ilaç kullanmadan yaptı ve gördü bunu, hiç inanmıyordu. Bir tarafa da ıspanak ekti. Altı kilo falan çıkmış ve onu da bir öğretmen grubuna vermiş çok beğenmişler. Şimdi diyor ki baklalar bir kaç haftaya bitlenebilir ne yapacağız? Ama tarım ilacı değil de doğal ilaç ne yapacağız onu soruyor. Böyle böyle dönüşecek bence.

Aktekin: Annemin köyünde benim arazim. Annem çok ilginç bir kadındı. Kesinlikle doğal gübre dışında bir şey kullanmadı ve ilaç kullandırmadı orada, kimseye de vermedi. ‘Boş kalsın, ben o ilaçları sokmam’ diyordu. Annem ebe hemşireydi ama köy çocuğu. Toprakla bağını hiç koparmadı. Gelirlerdi yalvarırlardı vermedi. Ama köyde herkes o kadar çok kullanıyor ki benim orada kullanılmayan portakalda ilaç artığı da bulursunuz, yapay gübre artığı da bulursunuz. Anlatıyorum bir araya gelelim. Ekolojik tarım kooperatifi kuralım. Daha çok para kazanırsınız, bir sonra ki adımda köyün adını koyarsınız markanıza. Dinlemiyorlar beni.

Uğurlu: Baklaları İsmail’le birlikte topladık. Normalde ot kurutma ilacı veriyorlar çiftçiler. Babam onu hiç bir zaman bahçeye sokmadı.Babam;  ‘Narenciyeye ilaç vermesen de olur, ilaç vermemek lazım’ der. Yan bahçedeki adam bu yaz on bir kez bahçesini ilaçladı mesela. İsmail şunu söyledi, ‘ Bundan sonra ot kurutma ilaçları yasaklanacakmış. Çünkü arıları öldürdüğü için devlet artık uyanmış organik nasıl yöntemler olabilir devlet eğitim verecekmiş’ dedi. Bence yavaş yavaş bir yerlerden, çok yavaş ama dönülebiliyor.

“Küçük Aile Çiftçisinin Refahını Sağlamaya Çalışıyoruz”

İskit: Otuz dönüm üstündeki arazi sahipleri ile bizim ki gibi grupların iletişim kurmasını çok anlamlı görmüyorum. Çünkü bizim  temel hedefimizde refahını sağlamaya çalıştığımız küçük aile çiftçisi dediğimiz çiftçiler var. Bunların da dünyadaki tanımlaması otuz dönümün altında. Şöyle bir gerçek var bu çiftçiler ilginç bir şekilde, dünyadaki gıdanın herhangi bir ekonomik seviyedeki insanın yediği gıdanın yüzde yetmiş ile seksenini karşılıyorlar. Dolayısıyla diğer tarafta ki büyük arazide üretim yapan insan dönüşürse sevinirim kendi adıma. Benim asıl hedefim. Mevcut ekonomik sistem içerisinde tekerini çevirebiliyor. Kötü çeviriyor, dünyaya zarar vererek çeviriyor ama. Diğeri ise çeviremediği için benim gıdamın gıda egemenliği ve güvenliği konusunda bir şey oluşuyor. Yani kentlerdeki insanların güvenlik yaklaşımlarında risk oluşuyor. Biz büyük toprak sahipleri ile bunu çözemeyiz. Çünkü onlar bunu kültür yapmaya ve dönümlerce alana aynı ürünü ekip pasif şekilde hasat etmeye çok alışkınlar. Bunun üzerinden de verim odaklı para kazanmaya çok alışkınlar. Organik tarım diyoruz. Doğa dostu tarım çok emek yoğun bir şeydir. Ot ilacı kullanmamanın bedeli haftalarca arazide otları yolması yada çapalamasıdır mesela. Böyle olunca on dönüm, yirmi dönüm işleyen bir aileye ortalama dört kişiden oluşuyor olsa bile o alanı işlemesi, mekanize desteği bile olsa zordur. O nedenle bizimki gibi grupların dönüştürmesi gereken tür çiftçinin konvansiyel üretim yapanlar değil , konvansiyel yapıyor olsa da küçük aile çiftçisini dönüştürmek gerektiğini düşünüyorum.