“Erkeklik Güçleri Artık Garantili Görülmüyor”

Erkeklik elden gidiyor mu? Erkeklik krizde mi? Bu kriz hangi erkeklerin? Diye sorduğumuz yazı dizimiz devam ediyor. 'Kriz vardır ya da yoktur demek yerine erkeklik krizi söylemlerinin de aktif bir parçası olduğu ciddi bir dönüşüm süreci olduğunu söyleyebiliriz' diyen Prof. Dr. Alev Özkazanç, son on yılda internet üzerinden örgütlenen özellikle genç erkeklerin yoğun katıldıkları ağlarda dönen tartışmaların cinsellikle ilgili bir kriz olduğunu ortaya koyduğunu belirtiyor. "Erkeklik güçleri, artık garantili ve verili görülmediği gibi, üzerinde çalışılması gereken bir şey' diyen Prof. Dr. Özkazanç ile cinsellikten, şiddete, dünyadan Türkiye’ye erkeklikleri krizleriyle tartıştık...

Erkeklik krizi tartışması nedir?

1990 sonlarından itibaren böyle bir tartışma başladı ve özellikle A.B.D kaynaklı zengin bir literatür gelişti.  durumda. Özellikle erkeklik çalışmaları alanındaki birçok akademisyen, batılı, beyaz, heteroseksüel ve orta sınıf olarak nitelenen hegemonik erkekliğin bir süredir ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğu konusunda hemfikirler. Ortada bir sorun olduğu açık ama bu sorunun bir “kriz” olarak görülüp görülemeyeceği ya da bu krizin günümüzde ve gelecekte toplumsal cinsiyet ilişkilerinin dönüşümü açısından ne gibi imkânlar ya da riskler barındırdığı konusunda fikir birliği yok, tersine büyüyen bir tartışma var. Ayrıca bu konudaki akademik tartışmalarla sınırlı olmayıp daha geniş kültürel alana baktığımızda da son yirmi yılda “erkeklik krizi” anlatılarının çoğalıp çeşitlendiğini görüyoruz. Sonuç olarak kriz vardır ya da yoktur demek yerine en azından erkeklik krizi söylemlerinin de aktif bir parçası olduğu ciddi bir dönüşüm süreci veya çözülme ve reaksiyon olduğunu söyleyebiliriz. Buna “kriz” deyip dememek, kriz kavramına yüklenen farklı anlamlarla ilgili bir tartışma. Bazı feministler kriz demenin, dikkati erkeklere yoğunlaştırmasından şikâyet ediyorlar ve kriz anlatısının önemli bir parçası olan erkek mağduriyeti söylemlerinin, kadınların güçlenmesine karşı geliştirilen fırsatçı bir reaksiyon olduğuna inanıyorlar. Bence durum tam olarak böyle yorumlanamaz.

Erkeklik krizinin görünümlerini nasıl yorumluyorsunuz?

Batıda, batı dışı coğrafyalarda ve Türkiye’de sorunun dinamikleri ve görünümleri farklı elbette ama global bir durum da söz konusu, her yeri kapsayan ve etkileyen. Ama bu krizin en somut görünümlerini Batı`da görüyoruz uzun zamandır. İlk olarak 1970`lerden gelen ama günümüzde dönüşüm geçiren erkek hareketleri olgusuna dikkat çekmek isterim. Erkeklerin çeşitli alanlardaki “mağduriyetlerine” dikkat çeken bu hareketler, özellikle Amerika`da etnik azınlıklar, LGBT ve feminist hareketlerden kendilerine yönelik algıladıkları tehdide karşı çıkmak için, yine onlardan öğrendikleri kimlik siyasetine sığınıyorlar. Yakın zamana kadar normatif olanı temsil ettiği için görünmez olan (ırk ve toplumsal cinsiyet açısından damgalanmamış olan) hegemonik bir güç, artık hem “erkek” hem “beyaz” olarak kendini adlandırmak zorunda hissediyor, yani baskı altında olan ya da ezilen, kurban ya da mağdur bir kimlik olarak sunuyor kendini ve örgütleniyor. Sadece bu bile, yani erkeklik üzerinden kurgulanan bir kimlik siyasetinin ortaya çıkması bile hegemonik erkeklikte ciddi bir sarsılmanın varlığına işaret eden ilginç bir gelişme. Bu beyaz erkek hareketlerinin gündeminde pek çok konu var: Boşanma ve velayet konularında medeni yasanın kadın tarafını tutması nedeniyle boşanmış babaların uğradığı haksızlıklar, erkeklerin en ağır ve tehlikeli işlerde çalışarak yıpranması ve hayatını kaybetmesi, savaşlarda yaşanan kitlesel erkek kayıpları, son yıllarda çok yükselen erkek intiharları, erkek çocukların okul başarılarının düşmesi, erkeklerin duygusal olarak bastırılmış olmaları ve erkek düşmanlığının giderek yaygınlaşması (erkekliği kötü ya da toksik olarak gösteren bir erkek düşmanlığı) ve buna gösterilen kültürel hoşgörünün artması gibi başlıklar bunlar. Bütün bunlar, günümüz toplumlarında erkeklerin değersiz, zararlı ya da atılabilir ve harcanabilir olarak görüldüğünü kanıtlayan şeyler olarak öne sürülüyor. Bu meselelerin hepsinin anti-feminist veya kadın düşmanı bir çerçevede dile getirilmesi zorunlu değil elbette, nitekim erkek hareketleri içinde pro-feminist olanlar da var ama daha genel olarak bu ögeler ulusalcı-popülist sağ dalgaya eklemleniyor ve reaksiyoner bir güç olarak tezahür ediyor.

Öte yandan, bu mağduriyet teması ve kimlik siyasetinin ötesinde başka kriz semptomları da var. Bugün sadece Batı’da değil, dünyanın pek çok yerinde, erkeklik krizinin bir semptomu olarak görebileceğimiz abartılmış bir hiper-erkeksilik arayışının da güçlendiğini görüyoruz. Burada doğrudan erkek üstünlüğünü savunan, kadın ve LGBT düşmanı olan çevrelerden kaynaklanan nefret söylemleri ve şiddet eylemlerinin patlak verdiğini görüyoruz. Bu hiper-erkeksilik kültüne bakınca erkekliğin krizde değil şahlanışta olduğu sanılabilir ancak bana göre bu ağır bir kriz semptomudur. Ve bu krizin nedenleri derin ve hızlı toplumsal dönüşümlerde aranmalıdır. Örneğin Pankaj Mishra, bu `lanetli erkeksilik` arayışını, zamanımızda hızlanan neoliberal değişim nedeniyle çok sayıda erkeğin köklerinden sökülmüş ve sersemlemiş olmasına bağlıyor. Yine, Amerika`da erkeklik çalışmaları alanının kurucularından olan M. Kimmel, “öfkeli beyaz erkek” olgusunun temelinde, hak ettikleri bir şeyi kaybetmiş olmaktan kaynaklanan bir haksızlığa uğramışlık duygusu olduğunu belirtiyor. Çünkü artık “erkeklerin hakkı olan şeyler”, sorgusuz sualsiz kabul edilmediği gibi, kadınlar tarafından reddediliyor ve erkeklerin bir kısmı buna öfke ve hınç ile tepki veriyorlar. Kimmel`e göre “erkekler hala “iktidarda” olabilirler ama çoğu erkek artık güçlü hissetmeyebiliyor ve hak ediş duygusunun da sonuna geliniyor”. Çok uzun zamandır eşitsiz bir sistemin ayrıcalıklarında faydalanmış olan beyaz erkekler artık beklentilerinin bile azaldığı bir dünyada yollarını sasırmış ve boşluğa düşmüş görünüyorlar.  

Tüm bu gelişmelerin gerisinde elbette kadınların ve LGBT hareketin mücadeleleri sonucunda gerçekleşen dönüşümlere yönelik tepkiler var. Bir de elbette neoliberalizmin sanayi isçisi kimliğini çözücü etkileri ile daha genel olarak eşitsizliklerin ve rekabetçiliğin arttığı bir derin bir toplumsal çözülmenin etkilerini de göz ardı etmemek gerekir. Bu iki farklı etki dinamiği günümüzde ilginç biçimlerde iç içe geçerek etkide bulunuyor. Bu neoliberal sarsıcı dönüşümlerden en fazla olumsuz etkilenenler sanayi işçisi erkekler ya da fiziksel emeğe dayalı olarak aile geçindiren erkeksilik biçimleri oldu. Öte yandan sunu da belirtmek gerekir ki bu kesimlerdeki tüm erkekler reaksiyoner tepki vermiyor, birçokları da yeni duruma uyarlanıyor, dönüşüme katılıyorlar.

Birçok erkek, onu isteyecek bir kadına erişme, kadını ikna ve tatmin etme, güven ve istikrar sağlayarak onu elinde tutma, aile kuracak güce ve aileye bakacak düzenli bir gelire sahip olma, sözünü geçirme, kadınların ve çocuklarının arzularına gem vurma ve denetleme gibi konularda sorunlar yaşıyor.

Peki Türkiye’de durum nasıl?

Türkiye’de de toplumsal ve kültürel değişim, son otuz yılda toplumsal cinsiyet ilişkileri üzerinde etkili ve sarsıcı sonuçlar yarattı. Dışa açılma, sivil toplumun gelişmesi, bireyselleşme, kentleşme, sekülerleşme, tüketim kapitalizminin derinleşmesi, medyanın etkisiyle eşitsiz gelişme dinamikleri oluştu. Ayrıca, kadın hareketinin gücü pek çok alanda hissedildi, yakın zamana kadar birçok yasal ve kurumsal ilerleme oldu. LGBT bireylerin ve hareketin de görünürlüğü arttı. Sadece politik alanda değil, gündelik yasamda ve sosyolojik olarak kadınlar güçlendi ya da güçlenme arzusu yükseldi, itirazları da yükseldi. Bütün bunlar sonucunda Türkiye’de de ikili dinamiğin etkisi altında kalan erkeklerin “kriz” değilse bile giderek daha fazla sorun yaşadığını düşünüyorum. Yani bir yandan kadınların erkeklerden ve toplumdan talep ve beklentileri artıyor, öte yandan da geleneksel erkekliğin zeminini oluşturan kapasite ve güçler aşınıyor. Birçok erkek, onu isteyecek bir kadına erişme, kadını ikna ve tatmin etme, güven ve istikrar sağlayarak onu elinde tutma, aile kuracak güce ve aileye bakacak düzenli bir gelire sahip olma, sözünü geçirme, kadınların ve çocuklarının arzularına gem vurma ve denetleme gibi konularda sorunlar yaşıyor. Bu tür gerilimlerin hem aile içinde hem de aile dışında yakın ilişkilerde çok arttığını görüyoruz. Aile içinde ve dışında yaşanan şiddetin artması büyük ölçüde bununla ilgili. Öte yandan Batı’daki gibi su yüzüne çıkmış, kültürel alanda çeşitli kriz anlatılarıyla ince ince örülmüş, heteroseksüelliği ciddi olarak tehdit edilmiş ya da sanayi işçisi kimliği sarsılmış olmak anlamında bir ‘kriz’ durumu söz konusu değil Türkiye’de. Hala oldukça güçlü bir ataerkil aile ve toplum yapısı var ama yine de kadınların öne çıkısı nedeniyle geleneksel erkeklik sarsılıyor, dönüşüme zorlanıyor ve reaksiyon gösteriyor. Öte yandan çok yeni de olsa siyasi iktidara yakın odaklar tarafından teşvik edilen mağdur erkeklik anlatıları da gündeme gelmeye başladı. Son yılda, özellikle nafaka, velayet ve 6284 sayılı yasaya itiraz gibi konuları hedef alan bir erkek hareketinin nüvesinin oluştuğunu görüyoruz.

Erkeklik krizi cinsellik açısından bakarak nasıl çözümleyebiliriz ya da çözümleyebilir miyiz?

Erkeklik krizi anlatılarını ve krizi kuran geri plandaki dinamikleri cinsellik açısından çözümlemek zor ama önemli. Zor çünkü cinsellik denen alan çok karmaşık. Cinsellik kavramı, cinsiyetli beden (sex) ve toplumsal cinsiye (gender) ile hem farkı hem de ilişkisi gözetilerek ele alınmalı. Nitekim son kırk yılda beden, arzu dinamikleri ve toplumsal cinsiyet rolleri arasında bin bir türlü etkileşim yoluyla önemli dönüşümler gerçekleşti, gerçekleşiyor. Kadınlık ve erkekliği ve aralarındaki güç ilişkini kuran temel unsur olarak cinsellik, erkeklik krizi analizinde de öne çıkıyor. Öncelikle batıda LGBT hareketinin gücü ve görünürlüğü çok sarsıcı bir etki yaratmış görünüyor. Öte yandan kadın hareketinin gücü ve görünürlüğü de var. Bunun sonucunda birçok erkek kendini cinsellik alanında da eskisi kadar zinde ve güvende hissetmiyor. Bu gerilemeyi ve kafa karışıklığını pek çok olay üzerinden izleyebiliriz aslında ama ben bazı uç örneklere dikkat çekmek isterim.

Bu yeni erkeklik âleminde ifade edilen duygular ve düşünceler, erkeklik krizinin cinsel alandaki tezahürlerinin ne kadar ciddi düzeyde olduğunu gösteriyor. Burada artık kendiliğinden, doğal ve normal `erkeklik` halleriyle kadınlara cinsel erişim sağlayamayan erkek kitleler sorunu var.

Son on yılda internet üzerinden örgütlenen özellikle genç erkeklerin yoğun katıldıkları ağlarda dönen tartışmalar, günümüzde cinsellikle ilgili nasıl bir kriz yaşandığını gösteriyor. Erkeklik âlemi (manoshpere) denen bu âlemde pek çok farklı erkek grupları var ve erkeklik sorunları üzerinden yoğun bir paylaşımda bulunuyorlar. Bu erkeklik sorunlarının başında, kadınlara cinsel erişim sağlayamamak geliyor. Öyle ki kadınlarla cinsel ve duygusal ilişkiler kuramayan erkeklerin oluşturduğu `incel` (abaza diye çevirebiliriz) adlı bir oluşum bile var. Bu âlemde dolanan erkekler, sözde-bilimsel tuhaf bir dünya görüşü ortaya koyuyorlar. Örneğin kadın-erkek cinsel davranışlarını açıklamada evrimci psikolojiden çok besleniliyor,  Alfa ve Beta erkekler gibi kavramlar çok revaçta ve Matrix filminden ilhamla Red Pill-Black Pill gibi terimler öne çıkıyor. Tüm bu anlatılarda mağduriyet söylemi ile hiper-maskülen bir erkeklik söyleminin tuhaf bir karışımını görüyoruz. Bu tuhaf alaşımda bir yandan devlet aygıtı ve hukukun feministler ve LGBT aktivistler tarafından ele geçirildiği, erkek düşmanlığının yaygınlaştığı ve erkeklerin ezildiğine dair eleştiriler var, öte yandan da `hakkı olan şeyi` erkeklere vermeyen yoz kadınların nasıl dize getirileceğine dair geliştirilen farklı yöntem arayışları. Bazı siteler “nasıl kadın tavlanır” sorusu üzerinde yoğunlaşıyor, bir sürü taktik ve strateji öğretiliyor hatta danışmanlık pazarlanıyor. Kadın psikolojisini anlama iddiasında olan bir sürü sözde-bilimsel referansla yollarını bulmaya çalışan zavallı erkekler gibi görünüyorlar çoğu.  Ama bu âlemdeki herkes zararsız ya da komik değil, bazıları da işi tecavüzü savunmaya kadar götürebiliyor. Ya da örneğin bazı siteler var ki burada erkekler birbirlerini, kadınlardan tüm umudu keserek Siyah Hapı içmeye ve hatta intihar etmeye çağırıyor. Bu Red Pill- Black Pill meselesi çok manalı. Kırmızı Hapı içmek demek acı gerçeği görmek ve ona göre davranmak anlamına geliyor ki acı gerçek de şu oluyor; kadınlar erkekler üzerinde güç sahibidir ve cinsel güçlerini erkekleri ezmek için kullanırlar ve ayrıca kadınlar sadece güçlü zengin ve yakışıklı erkeklere `vereceklerdir`, o halde onları bir şekilde ayartmak için `oyun`u iyi kurmak gerekir. Bu anlatıdan görüldüğü üzere Red Pil önerenler iddialı erkekler güya ama çoktan erkeklik iddialarının altı boşalmış ve komik duruma düşmüş olanlar aynı zamanda. Siyah Hapı içmeyi önerenlerse, kendilerinin umutsuz vaka olduğunu, (fiziksel olarak çekici olmamaları ya da zengin olmamaları nedeniyle) kadınların onlara asla ‘vermeyeceğini’ teslim ediyorlar. Bu genç erkekler hissettikleri yalnızlık, umutsuzluk ve nihilizm nedeniyle çok daha acınası halde olanlar ama aynı nedenle tehlikeli de olabiliyorlar.

Tüm bu yeni erkeklik âleminde ifade edilen duygular ve düşünceler, erkeklik krizinin cinsel alandaki tezahürlerinin ne kadar ciddi düzeyde olduğunu gösteriyor. Burada artık kendiliğinden, doğal ve normal `erkeklik` halleriyle kadınlara cinsel erişim sağlayamayan erkek kitleler sorunu var. Demek ki yeni oluşumlarda, bir şekilde kadına `sahip olarak` ya da en erkeklik güçleri, artık garantili ve verili görülmediği gibi, tersine üzerinde çalışılması, planlı bir şekilde icra edilmesi gereken bir şey, hatta bazı durumlarda çaresizce yokluğu kabullenilmesi gereken acı bir gerçek. Bu fazla sayıda kadına `sahip olarak` erkekliklerini kanıtlamak zorunda hisseden “baştan çıkarıcı erkek” figürünü teşhis etmek yanlış olacaktır. Böyle erkekler daima vardı ama şimdilerde farklı ve kitlesel bir fenomen söz konusu. Burada daha çok, kadına sahip olamadığı ve uzun süreli bir ilişki ve aile kuramadığı için toplumdan dışlanma riskiyle karşılaşan erkekler sorunu var.  Ya da tersi de doğru, başkaca nedenlerle dışlanmış ve marjinalleşmiş (işsizlik, yoksulluk, alkol, madde bağımlılığı, suç isleme, saldırganlık vb) erkekler kadınlara da erişim sorunu yaşıyorlar. Bu evlenememiş (ve asla evlenemeyecek ya da bir evliliği sürdüremeyecek olan) ve bu nedenle `toplumun başına bela olacak` bekâr erkek sorunu, Batı’da birçok muhafazakâr siyasetçi tarafından günümüzün en ciddi problemlerden biri olarak görülüyor ve aile savunusunun merkezine konuluyor.

Peki Türkiye’de bu tür oluşumlar var mı?

Bildiğim kadarıyla Türkiye’ de bu düzeyde açık ve yaygın bir tartışma ve örgütlenme yok erkekler arasında. Yani cinselliğin bir kriz olarak patlak verdiği en uç örnekleri açıkça göremiyoruz burada. Öte yandan daha genel olarak cinsellik alanında yaşanan sorunları çok iyi gözleyecek verilere sahip değiliz, çünkü aile ve toplum bu alanda hala oldukça kapalı. Biz Türkiye’de cinsellikle ilgili ağır sorunları daha çok, kadına şiddet ve çocukların cinsel istismarı (havyan istismarı da eklendi bunlara)  olayları bağlamında ve sadece o perspektiften sınırlı olarak görebiliyoruz. Yani cinsellik sorunu ile şiddet sorunu ayırt etmesi güç bicimde iç içe geçiyor. Bu durum ciddi bir analiz sorunu yaratıyor çünkü cinsel gerilimler, şiddet meselesi ardından göz ardı ediliyor, okunaksız kılınıyor. Kadına ve çocuğa yönelik şiddet olaylarında “cinsellik yok, sadece şiddet var” diyen feminist bakış açısı da bu açıdan faydalı olmuyor. Oysaki aile içinde ve dışında çoğu şiddet olayının gerisinde muhtemel artan cinsel gerilimler ve erkeklik sorunları var.  Ayrıca bizde genç bekâr erkek sorunundan çok, hane reisi erkeklerin başrol oynadığı ağır bir şiddet sorunu öne çıkıyor.

Günümüzde artan şiddeti nasıl okumalıyız? Erkeklik krizini gösterir mi?

Erkeklik krizine dair literatürün başlangıçta büyük ölçüde erkeklik ve şiddet ilişkisine dair sorgulamalardan kaynaklandığını belirtmek isterim. Connell`in `hegemonik erkeklikle` ilgili güçlü tezlerine dair ilk önemli eleştiriler erkeklik, şiddet ve suç ilişkisine odaklanan akademisyenlerden geldi. Buradaki temel itirazlardan birisi, patriyarkanın hegemonyası için zor ve şiddetin varsayıldığı gibi merkezi rol oynamadığı idi. Diğer itiraz da şiddet ile erkeklik arasında olduğu varsayılan dolaysız ilişkinin sorgulanmasıydı.  Böylece, kadına şiddetin erkekliğin zorunlu koşulu olmadığı ve günümüzdeki artan şiddetin hegemonyanın değil hegemonya krizinin göstergesi olarak yorumlanması gerektiği öne sürüldü. Erkeklik krizi vurgusu, hegemonyanın çatladığını, istikrarsızlık ve kopuşun gerçekleştiğini gösterir.

Cinsellik, şiddet ve erkeklik arasındaki krizi nasıl anlamalıyız?

Cinsellik ile şiddet, şiddet ile erkeklik arasındaki ilişkinin ne olduğu zaten çok tartışmalı, bir de bunun `normal` hali ile ve `krizdeki` halini karşılaştırmak daha da zor. Ama uzak durulması gereken yanıt, çok basitleştirerek söylersem şu olurdu: “erkek egemenliği altında yaşanan heteroseksüel cinsellik şiddettir, o da erkekliğin tanımı ve özüdür, ataerkillik asıl olarak buna dayanmış ve bu hep böyle olmuştur, şimdi de durum budur”. Erkek egemenliğinin büyük kısmı cinsellik ve şiddete dayandığı için, yukarıdaki kavrayışın çekiciliğe kapılmamak zordur ama gereklidir. Cinsellik, şiddet ve erkeklik arasındaki bağlantıları hem özcü yaklaşımlardan kaçınarak, yani somut-çoğul öznellik biçimleri ile iktidar ilişkilerini birbirine indirgemeden ama etkileşim içinde değerlendirmek, hem de tarihsel dönüşümü içinde düşünmek gerekir.

Genç, kentli, yoksul ve dışlanmış azınlık gençler arasında en yüksek oranda şiddet görülüyor. Bu getto kültürlerinde cinsel saldırganlık ve şiddete dayalı bir erkeklik zorlaması var ama aynı zamanda bu erkekler mevcut sistem tarafından “safra” olarak görülüyor.

Buradan kalkarak günümüzdeki erkeklik krizini yorumlayabilir misiniz?

Günümüzde cinsellik ve şiddetin ağır bicimde iç içe geçtiği tahakküm biçimleri, hegemonik bir erkekliğin tesisine yarayan bir şey olmayıp, çok sayıda erkeğin erkekliklerinin kaybına verdikleri bir tepki olarak görülebilir ki bu tür tepkisel formların hegemonik erkekliği ne kadar temsil ettiği ve erkekliğin hegemonyasını nasıl güçlendirdiği çok tartışmalıdır. Uygarlık sürecinde egemenliğin açık şiddet formlarının yerini giderek daha örtülü, incelmiş, bastırılmış ve yüceltilmiş saldırganlık biçimlerinin, denetim ve disiplin mekanizmalarının aldığını biliyoruz. Erkekler arası şiddet dinamikleri ile kadına yönelik erkek şiddeti arasında önemli farklar olsa da, bu sürecin kadına şiddet konusunda da etkili olduğunu hesaba katmalıyız. Nitekim saldırgan bir cinsellik ile tanımlanan hiper-erkeklik sadece belirli bağlamlarda belirli erkek grupları için öne çıkarılan bir şey olmuştur. Bu açıdan, cinsel şiddetin ağır biçimlerinin toplumun her kesiminde eşit düzeyde ve yaygın kabul gören bir şey olduğu doğru olmayabilir. Günümüzde cinsel saldırganlığın, aynı zamanda erkekler arası şiddetin de çok arttığı (savaş, etnik çatışma, organize suç gibi) bağlamlarda artması ve amaçsız-nihilist bir şiddet biçimini almış olması hegemonik bir işleyişe değil, nihilist bir patlamaya işaret ediyor. Genç, kentli, yoksul ve dışlanmış azınlık gençler arasında en yüksek oranda şiddet görülüyor. Bu getto kültürlerinde cinsel saldırganlık ve şiddete dayalı bir erkeklik zorlaması var ama aynı zamanda bu erkekler mevcut sistem tarafından “safra” olarak görülüyor.

Bu kriz durumu karşısında ne yapabiliriz?

Eğer gerçekten de yukarıda tarif ettiğim gibi bir erkeklik krizi varsa sadece kadınlar ve LGBT bireyler olarak değil, tüm beşeri uygarlık açısından başımız belada demektir. Bu durum ağırlaşarak devam da edecektir. Buradan kolay bir çıkış olduğunu düşünmüyorum ama benim için yol gösterici bir ilke olarak “herkes için feminizme” inanıyorum. Bu yüzden öncelikle erkeklik sorununu ciddiye almalıyız diye düşünüyorum. `Feminizmin enerjisini erkeklere değil kadınlara ayırması gerekir` görüşüne katılmıyorum çünkü bu ikisi madalyonun iki yüzünü oluşturuyorlar. İkinci olarak eril nefret, öfke ve saldırganlığın artıyor olmasını ciddiye almak ve sadece erkekleri ve onların şiddetini deşifre etme yaklaşımından uzaklaşarak daha kurucu hamleler yapmak ve `erkeklik sorunlarının” ancak gerçek bir cinsiyet eşitliği içinde çözülebileceğine dair bir anlatı kurmak gerekir. Burada asıl olan, erkeklerin `eğitilmesi` gibi faaliyetler değil, eşitlik özgürlük ve adalet için birlikte verilecek bir mücadele içinde erkeklerle diyalogun artmasıdır, bu süreçte iki tarafın da dönüşüme açık olmasıdır. Bu konuda Kimmel`in görüşlerine katılıyorum. Geçen yıl Signs dergisi için Lisa Wade ile yaptığı söyleşide `ne yapmalı?` konusunda görüşlerini açıkladı. Kimmel, kendini bu sistemde konumlandıramayan, yersiz yurtsuz güvencesiz ve terkedilmiş gören erkeklerle sol popülist bir koalisyon çerçevesinde bir araya gelinmesini savunuyor. Wade`in “hangi nedenle olursa olsun bu hızlı değişime ayak uydurmak istemiyorlarsa ve nefret politikasına teslim oldularsa, nüfusun bu erkek kesimi ile neden ilgilenelim, kendi koalisyonumuzu kurmak yerine enerjimizi neden onlara harcayalım ki” sorusuna yanıt olarak, geniş bir koalisyon olması gerektiğini, bu koalisyona katılmak için saflık testleri dayatmanın yanlış olacağını, erkeklerin cinsiyet eşitliği davasına katılmak için pek çok nedenleri ve birçok yolu olduğunu, bunun onları da insan olarak kurtaracağını, onları bir kalemde silmek istemediğini söylüyor ve şunu ekliyor: “intihar eden erkeklerin hızla çoğaldığı bir yerde onların üstünü çizen bir koalisyon benim koalisyonum değildir”. Yine onun söylediği gibi “erkeklerde suçluluk duygusu yaratmaya odaklanmak yerine doğru şeyi yapmak arzusunu kışkırtmak” gerektiğine de gönülden inanıyorum.