Mülteciler Neden ‘Sorun’ (2)

Kadir Has Üniversitesi’nin “Türkiye Sosyal Siyasal Eğilimler Araştırması 2018” yılı raporunda toplumun kendisine “komşu” olarak istemediği kesimlerin başında yüzde 53.8 oranı ile “eşcinseller” gelirken, ikinci sırada yüzde 45.8 oranı ile “mülteciler” yer alıyor.

Dosyamızın ilk bölümünde Kadir Has Üniversitesi  tarafından yapılan “Türkiye Sosyal Siyasal Eğilimler Araştırması 2018”  verilerinden mültecilerin Türkiye’nin en önemli sorunları arasına girmesini değerlendirmiştik. İkinci bölümde yine bu araştırmada çıkan diğer bir sonuç olan mültecilerle komşuluk yapılmak istenmeyişini merceğe aldık. Araştırma sonuçlarına göre, toplumun neredeyse yarısının  mültecileri ‘komşu’ olarak istemiyor… Mültecilerle neden “komşu” olmak istemeyiz? Bu soruya aldığımız yanıt ve değerlendirmeler, sorunun çok yönlü ve düşündürücü boyutları olduğunu ortaya koyuyor…

Ozan Tekin: “Sorunun Özünde Irkçılık Var”

“Hepimiz Göçmeniz-Irkçılığa Hayır” kampanyasının aktivistlerinden Ozan Tekin, “Topluma yukarıdan aşağıya yabancı düşmanlığı empoze edildiğini” savunarak, “ Tüm dünyada, siyasetçiler ve medya, o toplumdaki sorunların kaynağı ve sorumlusu olarak göçmenleri gösteriyor. Bu, o sorunların asıl muhataplarının bu işten sıyrılmasına yarıyor. İşsizlik mi var? İstihdam politikalarını belirleyenlerin, işverenlerin ve hükümetlerin yerine, günah keçisi ‘insanların işlerini ellerinden alan’ göçmenler oluveriyor. Sağlık sistemi işlemiyor mu? Sorunu yaratanın kural koyucular, o sistemi düzenlemekle yükümlü olanlar değil ‘yoğunluğu arttıran’ mülteciler olduğu söyleniyor.” diye konuştu. Bu söylemin tabanda karşılık bulduğunu belirten Tekin, “Bunda Türkiye’nin kuruluşundan itibaren ırkçılığın pek çok farklı halk için yoğun olarak kullanılmış bir motif olmasının etkisi var. Bugün sığınmacıların çoğunluğunu oluşturan Araplar, eğitim sisteminde bize ‘bizi arkamızdan vuran hainler’ olarak anlatıldı. Bunun yanı sıra, insanların asıl sorunu yaratan daha büyük güç merkezleriyle uğraşmasındansa, sorun olarak Suriyelileri kabul edip onlarla uğraşmasının kolaylığının da bir faktör olduğunu düşünüyorum.” şeklinde anlatıyor. 

Mültecilere komşu olunmak istenmemesinin sebebinin, kültürel farklılıklar gibi öğelerden çok, onların buraya gelip hayatı zorlaştıran insanlar olarak görülmeleri yönündeki yanlış algılar olduğunu ifade eden Tekin, “Ancak bunu kırmak, buna karşı mücadele etmek mümkün. Dünyanın birçok yerinde, son birkaç yılda, solun, emek hareketinin ve demokrasi için mücadele eden herkesin temel gündemi bu olmuş durumda. Ve bu çabalar sonuç veriyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun birçok ülkede yaptırdığı bir ankete göre, mülteciler ‘halkların değil hükümetlerin sorunu’. Yüzde 57’lik bir kesim göçmenlerle dayanışma ifade ediyor. Uluslararası Af Örgütü 2016’da 27 ülkede 27 bin kişiyle benzer bir çalışma yaptığında, göçmenleri ülkelerine kabul etmeye hazır olanların oranı yüzde 80 civarında çıkmıştı. İşçi sınıfı içinde yaygın kampanyalar inşa edildiğinde, tabanda ezilenler arasında böyle bir dayanışma duygusunu inşa etmek mümkün olabiliyor. Gerek hükümetin göçmenleri ‘misafir’ olarak kodlayan tutumu, gerekse muhalefetin AKP’nin daha da sağından yönelttiği ‘geri gönderilsinler’ eleştirisi, Türkiye’de benzer bir tablonun yaratılmasını güçleştiriyor. Ancak bu konudaki çabalarımız sürüyor.” diye konuştu.

Ayşe Öktem: “Göçmenler Bizimle Komşu Olmak İstiyor mu Peki?”

Beraberce Derneği’nden Ayşe Öktem, herkesin kendi “mahallesinde” yaşamak istediğine dikkat çekerek “Peki göçmenler bizimle komşu olmak istiyor mu?” diye de sormak gerektiği görüşünde. İnsanların genelde yabancıdan yani bilmediğinden korktuğunu belirten Öktem, “Bu ilk zamanlardan kalan bir korunma refleksi herhalde, bilmediğinden uzak dur. Zamanla değişir, bilinmeyen bilinene dönüştükçe. Bir başka etken bu topraklardaki yerleşme alışkanlıkları: Herkes kendi mahallesinde oturur. Bu bütün Ortadoğu’da da böyledir, Balkanlarda da: Ora Müslüman mahallesidir, şura Ermeni mahallesi, ha şura da Yahudi Mahallesi. Yüzyıllar içinde hayat böyle biçimlenmiş, herkes kendi mahallesinde oturur, mahallede kendi kültürünü yaşar. ‘Entegrasyon’ konsepti, yeni gelenin mutlaka eskiden beri burada olanla aynı mahallede yaşaması – ve o halde eskiden beri burada olana uyum sağlamak zorunda olması – mecburiyeti aslında bir Avrupa konsepti. Belki mülteci, ya da daha doğrusu göçmen de bizimle komşu olmak istemiyordur? Aralarında yaşayıp, kültürlerini, yemeklerini, kokularını, dillerini muhafaza etmek istiyordur? Soran var mı?” dedi.

Deniz Şenol Sert: “En Görünür ‘Öteki’ Mülteciler”

Özyeğin Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Deniz Şenol Mert de herkesin “kendi benzeri” insanlarla beraber olmak istediği görüşünde: “Bence insanlar kendilerine benzeyen insanlarla yaşamayı tercih ediyorlar. Bu kimi zaman sınıfsal ‘gittikçe güvenlik bariyerlerinin yükseldiği sitelerde’, kimi zaman etnik ‘ki Dünya Değerler Araştırması’nda bu konuda oldukça liberal sonuçlar çıkmıştı’, kimi zaman da sözde ahlaki değerlere dayalı ‘LGBT komşu istememek, evli olmadan birlikte yaşayan çiftleri istememek gibi’ bir ötekileştirmeye dayandırılabiliyor. Bugün halkın ya da sizin deyiminizle yurttaşların önünde en görünür ‘öteki’ de mülteciler. Çünkü sayılar eskisine göre çok daha fazla…”

 Sert, sorunun olası gidişatı konusunda ise, uzun vadeli politikalara dayalı olarak hareket edildiğinden emin olmadığını dile getirirken, mültecilerin çoğunun ülkelerine dönmeyecekleri kanısında olduğunu vurguluyor. Mültecilerin mevcut durumuyla ilgili genel bir değerlendirmelerin iki ayrı kategoride yapılması gerektiğini belirten Sert, “Birincisi, geçici koruma altındaki Suriyeliler: Son dönemde, özellikle seçim öncesi, geri dönüş konusu sık sık gündeme getiriliyor. Ben bunun halk üzerinde orta vadede yanlış etkileri olabileceğini düşünüyorum. Zorunlu göç ile ilgili akademik yazın ve raporlara baktığımızda, geri dönüşlerin gerçekleşmesi için gerekli çok az temelin Suriye özelinde var olduğu söylenebilir. Halkta ‘Bu insanlar geri dönecek’ algısı yaratmak, geri dönmedikleri ‘ki ben çoğunluğun dönmeyeceği ya da dönemeyeceği kanaatindeyim’ durumda çok daha fazla mülteci karşıtı hareketin ortaya çıkmasına neden olacaktır. İkincisi, uluslararası koruma altındaki diğer kişiler için ise, son dönemde BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ve Göç İdaresi arasında gerçekleşen süreç değişiklikleri, bu insanların hayatlarındaki belirsizliği artırıyor düşüncesindeyim. Zaten coğrafi kısıtlama yüzünden üçüncü bir ülkeye yerleştirilmesi gereken bu ikinci gruptaki şartlı mültecilerin süreçleri çok uzun sürüyordu. Şimdi yeni düzenlemelerin etkisiyle daha da uzayacak gibi görünüyor. Son olarak; yurttaşlar mülteciler üzerinden devamlı bir algı politikasına maruz kalıyorlar, ben halka aksettirilen politikaların gerçekten veriye dayalı ve uzun vadeli planlara dayandığından emin olamıyorum. Umarım öyledir…” diye konuştu.