Bizimkisi Bir Linç Hikâyesi: Türkiye!

Kayseri’nin Hacılar ilçesinde bir çocuğun, sokak köpeklerinin saldırısı sonucunda yaşamını yitirdiği iddiası ve bu ölümle ilgili gelişmeler, günlerdir basında geniş yer buluyor. Çocuğun ölüm haberinden bu yana, basında ve sosyal medyada olayın üzerine çokça haber ve yorum yapıldı. Alışık olduğumuz o linç kültürü, hemen yine hortladı. Kayserililer sokak köpeklerini, hayvanseverler Kayserilileri, sonra Kayserililer hayvanseverleri ağızlarıyla, klavyeleriyle linç ettiler. Ben de “Bizimkisi bir aşk hikâyesi” şarkısından yola çıkarak, yazımın başlığını belirledim: Bizimkisi bir linç hikâyesi… Ne de olsa Türkiye linci çok seviyor!

4 Ocak’ta, Kayseri Hacılar’da, lise öğrencisi bir çocuğun cansız bedenine ulaşıldı. Basında çıkan haberlerde, çocuğun sokak köpeklerinin saldırısı neticesinde yaşamını yitirdiği aktarıldı. Haberin yayınlanması ile ardı arkası kesilmeyen nefret söylemleri tüm ülkeye yayıldı. Sosyal medyanın sağladığı o büyük “ifade özgürlüğü”nün rahatlığıyla herkes birbirine nefret kustu, birbirini linç etti. Herkes birer etolog, birer anatomi uzmanı, birer kriminolog oldu; analizlerin ardı arkası kesilmedi. Halbuki bir çocuk yaşamını yitirmiş, Kayseri’de yaşayan tüm sokak köpeklerinin ise hayatları tehlikedeydi.

Kimler kimleri linç etti?

Linç kampanyasını medya başlattı… Medya, çocuğun sokak köpeklerinin saldırısı sonucunda öldüğüne dair haberleri, “sokak köpeği dehşeti”, “kâtil köpekler”, “köpek çetesi, çocuk öldürdü” başlıkları ile verince Kayseri’de ilk olarak sokak köpekleri lince maruz kaldı. Sokak köpekleri, sokaklardan, bahçelerden küreklerle, sopalarla kovalanarak feci şekillerde, işkence ile toplandılar. Nereden sızdırıldığı belli olmayan, çocuğun kanlar içinde, parçalanmış bedeninin fotoğrafı sosyal medyaya düştü. Bunun üzerine binlerce hayvansever, çocuğun köpeklerce o

hâle getirilmiş olamayacağını savunarak Kayserililer’i linç etmeye başladılar; kendilerince hakaret olan kelimeleri Kayserililer için sarf ettiler. Çocuğun cenazesinde hayvan hakları, hayvana şefkate değinen bir vaaz veren imam ise yaşamını yitiren çocuğun yakınları tarafından neredeyse linç ediliyordu. Cenaze çıkışında belediye ekipleri, polis eşliğinde Hacılar Hayvan Hakları Derneği’nin koruması altında olan köpekleri toplamaya gitti; maksat belliydi, yöre halkının tansiyonunu düşürmek… Tüm bunlar yetmemiş olacak ki Hacılar halkından galeyana gelen insanlar, Hacılar Hayvan Hakları Derneği’nin başkanı olan kadının evinin önünde toplandılar; dışarıdan intikam naraları yükseliyordu. Can güvenliği kalmayan dernek başkanı kadın, polisler eşliğinde karakola götürüldü. Bunun üzerinden çok geçmedi, dernek başkanı olan kadın ve himayesindeki köpekler, medya tarafından hemen “suçlu” ilân edildi. Hatta aşağıdaki gibi başlıklar atıldı, görseller kullanıldı:

Çocuğun nasıl öldüğüne tanık olmayan medya, kâtili bulmuştu: Hayvan hakları derneği başkanının baktığı köpek… Medya, linç hikâyelerinde, nefret suçlarında her zaman ana aktörlerden biri oldu Türkiye’de. Tıpkı 1955’te yaşadığımız, Türkiye’nin yakın tarihinde bir utanç lekesi olan, başta Rumlar olmak üzere Türkiye’de Müslüman olmayan kadim topluluklara yönelik tezgahlanan 6-7 Eylül olaylarında olduğu gibi… Medyanın, Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalandığını duyuran haberleri üzerine başlayan İstanbul Pogromu, Türkiye için bir utanç olayı; Müslüman olmayanlar için de bir kâbus, hâlâ atlatılamayan bir travma…

Sokak hayvanları, linç kültürüne nasıl dâhil edildi?

Yaşanan linçleri, organize nefret eylemlerini düşündüğümde, her zaman bir şey dikkatimi çekiyor: Birbirimizi tanımama, tanıyamama, tanışamama ve birbirimizden korkma hâli… Aynı toplumda yaşıyoruz ama çocukluktan beri belli hikâyeler, şehir efsaneleri duyuyoruz; bu hikâyeler ile yetiştiriliyoruz. Sokak köpekleri de Türkiye toplumunun tanımadığı, aile ve devlet 

öğretileri nedeniyle tanıyamadığı ve korktuğu gruplardan birisi. Ailenin çocuğa, sokak hayvanları için empoze ettiği “pis”, “mikroplu” sıfatları, Türk sinemasındaki “Kuduz” filmi, kuduz içerikli filmler ve devletin sokak hayvanlarını birer “hastalık odağı” ve “kent zararlısı” olarak halka tanıtması ile sokak hayvanları her devrin istenmeyenleri oldu. Onlar bizimle yaşamaya çok iyi adapte oldular ama biz 500 yıldır birlikte yaşamamıza rağmen, özellikle yakın tarihimizde, sokak hayvanlarıyla yaşamaya bir türlü alışamadık. Bu beceriksizliğimiz, önyargılarımız da her zaman, sokak hayvanlarının başına bela açtı: Toplatıldılar, zehirlendiler, katledildiler, sürgün edildiler, tecrit edildiler.

Kayseri’ye dönecek olursak, yaşanan bu acı olay üzerine, Kayseri’de sokak köpekleri son derece ilkel koşullarda, işkence ile toplatılmaya devam ediyor. Toplatılan köpeklerin çoğu, iki yıl önce yüzlerce köpeğin, kalplerine kimyasal maddeler enjekte edilerek öldürüldüğü Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nin Molu’daki toplama kampına kapatılıyor… Çocuklarını kaybeden aile psikolojik olarak çökmüş durumda… Kayserililerin büyük bir çoğunluğu, yaşanan acı olaydan, çocuğun ölümünden sokak köpeklerini sorumlu tutuyor… Ve tabii ki sosyal medya, Türkiyeliler bu olay üzerinden birbirine nefret kusmaya, küfretmeye devam ediyor. Yaşadığımız bu elim olaya zemin hazırlayanlar, yani belediye yöneticileri nerede peki? Onlar, her zaman olduğu gibi, beylik cümleler kuruyorlar ve bu elim olayın toplum tarafından unutulmasını bekliyorlar tabii ki.

Sokak köpekleri oraya gökten zembille inmedi

Her zaman olduğu gibi, sokak köpekleri “günah keçisi” ilân edildi. Çocuğun ölümüne sokak köpeklerinin yol açtığı iddiaları üzerinden düşünürsek, o köpeklerin nereden geldikleri, kimler tarafından o bölgeye terk edildikleri, o bölgenin ne zaman ve nasıl âdeta bir köpek yığınağı hâline getirildiğini de sorgulamamız gerekiyor. Sokak köpekleri oraya gökten zembille inmedi! Tüm bunları düşünmemek, yani sokak köpeklerine “katil” demek, onları “günah keçisi” ilân etmek kolaya kaçmanın da ötesinde, canından olan gencecik çocuğa saygısızlık!

Hayvanları Koruma Kanunu, tam 15 senedir Türkiye’de yürürlükte. Bu kanunda, belediyelerin sokak hayvanlarına ne şekilde muamele ve müdahale edeceği belirtilmiş durumda. Ama belediyelerin neredeyse tamamı, kanunu uygulamıyor. Kayseri Hacılar’da olduğu gibi, belediyeler, kanunun gereklerini uygulamak yerine, sokak hayvanlarını toplayarak diğer belediyelerin sınırları içerisine terk ediyor; terk etmek fiili yetersiz kalır, inşaat molozu gibi yığıp kaçıyor. Terk etmekle kalmıyorlar, topluca öldürüyorlar da! Bunun emrini veren kamu görevlisine ne soruşturma ne de ceza uygulanıyor. Halkı, sokak hayvanlarıyla birlikte yaşam konusunda eğitmekle sorumlu olan kurumlar da belediyeler. Peki, böyle bir şey yapılıyor mu ülkemizde? Bu da yok… Mevzuatta belediyelere verilen görevlerin hiçbirisi yerine getirilmiyor. Böylesine büyük bir görev ihmali varken, sokak köpeklerine faturayı kesmek hiç hakkaniyetli değil, kimse kusura bakmasın!

Köpekten kâtil olmaz, insandan olur

Eğer o gencecik çocuk, köpek saldırısı nedeniyle yaşamını yitirmiş ise bu olayın asıl sorumluları, Hacılar Belediyesi ve Kayseri Büyükşehir Belediyesi’dir. Hacılar’da, Hayvanları Koruma Kanunu’nun belediyelere yüklediği görevler yerine getirilmemiş, ciddi bir görev ihmali yaşanmış ve bir çocuk, bu görev ihmallerinin oluşturduğu koşullar altında hayatını kaybetmiştir. Kimse boşuna uğraşmasın; köpekten kâtil olmaz, insandan kâtil olur.

Merak ediyorum, köpekleri “günah keçisi” yapıp, kâtil ilan edip direkt cezalandırırken, olayın asıl sorumluları yargılanacak mı, cezalandırılacak mı? Devlet, “olayın bütün sorumluları cezalandırılacak” dese de aynı devlet, olayda sorumluluğu bulunan kamu görevlileri hakkında soruşturma açılmasına izin vermeyecektir. Keşke bu olayda devlet, bizi utandırsa ve sorumlu kamu görevlilerinin yargılanması için soruşturma izni verse…

Geldiğimiz noktadan memnun muyuz?

Öyle bir noktaya geldik ki sokak köpeklerini kâtil ilân edebiliyoruz, birbirimizin acılarını önemsemiyoruz, her konuda gevrek gevrek konuşup birbirimize ağız dolusu küfürler boca edebiliyoruz. Her duyduğumuza inanıyoruz; duyduğumuzun, gördüğümüzün gerçekliğini teyit etmeden en kirli cümlelerimizle ortalığa dökülüyor, en kanlı silahlarımızla birbirimize saldırıyor, birbirimizi linç ediyoruz. Aslında tüm bunlar cinnet toplumunun karakteristik özellikleri… Bireylerin birbirlerini tanımadığı, tanıyamadığı ve birbirleri ile tanışamadığı toplumlarda her zaman nefret suçları ve cinayetleri artış gösterir. Bunlar Türkiye toplumu açısından bir önem arz etmeyebilir ama yetkililerce “münferit” olarak tanımlanan bu vakalar, belli bir süreden sonra öyle bir cinnet hâli alır ki toplumsal çöküntü ve iç savaşı beraberinde getirir. Ben, yaşadığım ülkede bunların yaşanmasını, bunlara tanık olmak kesinlikle istemiyorum.

Sokak hayvanları da toplumumuzun unsurlarından bir tanesi. Ve onlara yönelen şiddetin, bize bazı toplumsal bulguları işaret ettiğini düşünüyorum şahsen. Bu toplumsal bulguları analiz etmemeye devam edip önlem almazsak yarın çok geç olabilir. Linç kültürü üzerine düşünmenin ve önlem almanın zamanı geldi de geçiyor bile…

Burak Özgüner

Üyelik Tarihi: 08 Eylül 2017
51 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör