Göç Ya da Araf: “Bir Gün Biz de Mülteci Olabiliriz”

Mersin’de dört sanatçının bir araya gelerek oluşturdukları Göç Ya Da Araf  Sergisi İHD Mersin Şubesi’nin organizasyonu ile Eğitim- Sen Lokali'nde açıldı. 10 Aralık İnsan Hakları Haftası kapsamında Eğitim- Sen Mersin Şubesi’nin ev sahipliğinde yapılan karma sergi: göç, sürgün ve mültecilik temasıyla dört sanatçının çalışmalarına hafta süresince yer verecek.

İnsan Hakları Derneği Mersin Şubesi 10 Aralık İnsan Hakları Haftası kapsamında Mersin’de dört sanatçının eserlerini Göç Ya da Araf  isimli sergide ziyaretçilere açtı. Eğitim- Sen Mersin Şubesi Lokali’nde sergilen eserler göç, mültecilik ve sürgün üzerinde duruyor. İHD Mersin Şubesi Başkanı Hakkı Demir’in açılışa gelenlere: “Demokrasi mücadelesinin Türkiye’de bulunduğu nokta konusunda sizlere bir şey söylemeye gerek yok. Ama güçlerimizi mümkün olduğunca birleştirmeye çalışarak bu karanlık dönemi aşacağımıza inanıyorum. Karanlık dönemleri aşmanın bir yolu da aslında sanat alanında yaratıcı mücadele örnekleriyle mümkün olabiliyor. Çünkü bu tür etkinlikler bizi birbirimize daha bir yaklaştırıyor” değerlendirmesini yaptığı açılışta; sanatçılar sergi ve çalışmalarının içeriğini anlattı.

Ali Osman Abalı (Fotoğraf Sanatçısı ): “Aramızda sürgün yaşamış bir kişinin olması bizi bayağı destekledi. Konunun büyük bir bölümü ondan çıktı. Otuz beş fotoğraf yer alıyor sergimizde, beş heykel ve enstalasyon çalışmamız var. Çalışmamız yaklaşık üç ay sürdü.  Türkiye’ye dışarıdan gelen göçleri değil iç göçleri de işlemeye çalıştık. Güney ve Doğu Anadolu bölgesinden gelen insanların yaşadığı yerleri ben fotoğrafladım. Diğer arkadaşlarımız da ona benzer yerleri yaptı, Suriyeli mülteciler de var. Onun yanında beş heykel çalışması var. Bir tane de enstalasyon çalışması var Adil Okay’ın. Okay, göç, sürgün ya da mültecilik sırasında denizi geçmeye çalışırken hayatını  yitiren insanları temsilen ayakkabılardan bir enstalasyon yaptı. Ağırlıklı olarak ben portre çalıştım. Diğer fotoğrafçı arkadaşlarımız kavramsal çalıştı.

Arif Kılıç’sa daha çok sürgüne gelen insanların ve göç eden insanların evlerinin önünde fotoğraflar çekti. Ben de onların mahallelerinde daha çok çocuk ve kadın portreleri çekmeye çalıştım.  Hedeflediğimiz şey daha çok insanların empati yapmasını sağlamak. Bir gün hepimiz sürgüne uğrayabiliriz, göç edebiliriz. Şu an ülkemiz ciddi oranda göç alıyor. Bu göçe hazır değil aslında. Uluslararası mülteci sözleşmesine imza atmadan ülkemiz mültecileri aldı. Zorluklar yaşayacak. Biz biraz da bunu görünür kılmak, farkındalık yaratabilmek için böyle bir çalışmaya girdik. Yanımızda sürgün yaşayan iki arkadaş vardı. Onlar da destekledi. Bu işin motor gücü oldular, bize anlattılar.

“Akdeniz kimi şairlere göre aşk denizidir, kimi şairlere göre kan denizidir”

Adil Okay ( Şair ve yazar): Dünyada ve ülkemizde yüreğimizi dağlayan trajedilerle kendini hissettiren, duyuran, basına sık sık yansıyan göç, sürgün ve mülteci sorununa dikkat çekmek istedik. Sanatçı olarak eserlerimizle dikkat çekmek istedik. Çünkü kamuoyu ne yazık ki bu soruna küçük bir gazete haberi, üçüncü sayfa köşesi ya da istatistik olarak görüyor. Bunların birer rakam olmadığını insan olduğunu göstermek istedik. Göç sonucu, sürgün sonucu , zorunlu göçler sonucu ülkelerini değiştirmek zorunda kalan insanlara, bizim ülkemize gelen insanlara, ülkemizden başka ülkelere giden insanlara kötü gözle bakmamalarını , onları anlamaya çalışmalarını, empati yapmalarını istedik.

Zira biliyorsunuz Akdeniz kimi şairlere göre aşk denizidir, kimi şairlere göre kan denizidir. Son on yılda Akdeniz’de ölen mülteci sayısı elli bin kişiyi geçti. Yanı başımızdaki Akdeniz’de elli bin ceset var. Bunların büyük bir çoğunluğu bulunmadı. On yıllardır bu sorun devam ediyor. İnsan Hakları Haftası’ndayız: İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin en önemli maddesi yaşam hakkıdır, buna dikkat çekmek istiyoruz. Gerek ülkemize gelen mültecilerin bir neden olmadığını, sonuç olduğunu anlaması gerekiyor insanlarımızın. Empati yapması gerekiyor. Sonucu değil nedenleri yargılamak gerekiyor. Nedir nedenler? Emperyalist savaşlar, bölge savaşları, mezhep gerilimleri sonucu çıkan savaşlar, ekonomik yoksunluk. Bu nedenle insanlar göç edip duruyor oradan oraya. Bu insanların bizim insanlarımız olduğunu, bizim de bir gün göç edebileceğimizi, bir gün bizim de mülteci olabileceğimizi kamuoyuna böylelikle eserlerimizle duyurmaya çalıştık.

Siz aynı zamanda bir süre mülteci olarak da yaşadınız. Serginin ismi de “Göç Ya da Araf” Arafta kalma, araftan sonrası için diyebileceğiniz nedir?

Dediğiniz gibi ben de eski bir mülteciyim. 12 Eylül Darbesi’nden sonra sürgün yaşadım. On sekiz sene ülkeme gelemedim. Bir süre arafta kaldım. O psikolojiyi iyi biliyorum. Tabi  sanatçılar da duyargaları açık olduğu için mülteci olmadan da bunları hissedebiliyorlar, anlayabiliyorlar. Ben bizzat yaşadığım için anlıyorum. Örneğin Fransa’da yaşadım. Geçenlerde Fransa basınında bir haber okudum. Bir Fransız profesör, yolda giderken otostop yapan üç Eritreli kaçağı arabasına alır. Yolda yakalanır, bu adamı mahkemeye çıkarırlar. Kaçak göçmenlere yardımcı oluyorsun diye. Mahkemede şöyle bir savunma yapar (Pierre Alain) Mannoni: “İnsan olarak bu benim ödevimdir. İnsanlara kimlik sormam ve sınırlar yapaydır” der. Daha sonra bu kamuoyuna mal olur, profesör beraat eder. Beraat ettiren mahkeme heyeti de der ki: “Sınırlar insanlardan önemli değildir”. Bu o mahkeme heyetinin takdiri, başka bir mahkeme de mahkum etmiştir mesela. Dolayısıyla tek bir mahkemeye bel bağlamamak gerekiyor. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine dikkat çekmek gerekiyor. Ben de Mannoni’ye katılıyorum: “sınırlar toprağın yara izleridir” diyorum.

Arif Kılıç: Fotoğrafçılıkta aslında yeniyim ben. Konunun can yakıcı olması, Ortadoğu ve coğrafyamızda  yaşanan olaylardan göçe dikkat çektik. Ama farkındayım ki aslında yapabildiğimiz kadarıyla birkaç kareye sonuçlarını yansıtmaya çalıştık. Esas sebebini duyurabilmek, o konuda insanları duyarlı kılabilmekte çok farklı çalışmalar gerektiriyor. Biliyoruz ki bu göçlerin, ölümlerin, zor yaşamların esas nedenleri coğrafyamızda yaşanan haksız savaşlar, müdahaleler, emperyalistler tarafından yapılan müdahalelerin sonucu bu durumların yaşandığının bilincindeyiz. Bu duygularla çektim. Ama çekerken tabii ki o insanların yaşadığı çekingenliği, mahcubiyeti hissettik.

Tülin Okay Şahin: Göçün nedenleri insanların savaşla veya ekonomik zorluklarla, buna benzer nedenlerle göçmesi. Bir de zorunluluk tabi bunu belirtmemiz gerekiyor.  Hem göç esnasında hem de göç sonrasında yaşadıkları olumsuzluklar; ölümlerden, ötekileştirmeye, yoksulluk, yoksunluk, tecavüzler. Bütün bunları irdeleyip, aynı zamanda sınırların olması, savaşların olması insanlara olumsuzluklar yaşatıyor. Bütün bunları yansıtmaya çalıştık. Ben de heykellerimle destek olmaya çalıştım bu ortak çalışmaya. İsteğimiz insanların empati yapabilmesi ve her zaman şunu düşünebilmemiz gerekliliği: bir gün bizde mülteci olabiliriz, bir gün biz de göç etmek zorunda kalabiliriz. Bir savaşın ortasında kalabiliriz. Çoluğumuzu çocuğumuzu sırtlayıp dağlarda zor yolculuklarla, ölümlerle bu göçü ve mülteci olmayı yaşayabiliriz. Çünkü şunu biliyoruz ki etrafımızda mülteci olan insanlara karşı gösterilen kimi ayrımcılık, düşmanca davranışlar bu kadar zorlukları yaşayan insanların üstüne yaşadıkları başka bir zorluk oluyor.