40 Yıllık Bekleyişin Yükü: Cumartesi İnsanları Dayanışmaya Çağırıyor!

Cumartesi İnsanları ya da daha yaygın bilinen isimleriyle Cumartesi Anneleri, 25 Ağustos’ta İstanbul’da 700. Hafta eylemini gerçekleştirecekler. Diyarbakır buluşmaları da 8 Eylül’de 500. Haftayı geride bırakmış olacak. Her hafta Cumartesi günü İstanbul’da Galatasaray Meydanı ve Diyarbakır’da Koşuyolu Parkı’nda bir araya gelen aileler çocuklarının, kardeşlerinin, babalarının en azından kemiklerini istiyorlar, bir mezar taşının başında yas tutabilmek… Bunun için önlerindeki iki büyük engelin kaldırılması gerekiyor; birincisi “devlet sırrı” hukukuna son verilmesi diğeri ise, Birleşmiş Milletler “Zorla Kaybedilmelerin Önlemesi Sözleşmesi”nin imzalanması...

İstanbul’daki eylemler OHAL’de de sürdürülebilirken Diyarbakır’daki Cumartesi İnsanları 100 hafta boyunca kapalı bir mekanda, İHD Diyarbakır Şubesi’nin salonunda bir araya geldiler. 100 haftanın ardından yeniden Koşuyolu Parkı’nda gerçekleşen eylemler hakkında İHD Diyarbakır Şubesi, Zorla Kaybedilenler ve Faili Meçhul Siyasi Cinayetleri Araştırma Komisyonu Üyesi Hasan Yalçın ile Sivil Sayfalar için konuştuk.

Diyarbakır’da 500. haftaya giriyoruz. 500 hafta nasıl geçti, geride ne kaldı?

Ekseriyeti 90’lı yıllar olmak üzere onlarca yıldır coğrafyamızda yaşanan “kirli savaş” neticesinde sayısız insan gözaltında zorla kaybedildi. Kayıp yakınları, kaybedilen çocuklarının akıbetinin ortaya çıkartılması için başından beri hukuki olarak bütün yol ve yöntemleri kullandılar. Yıllarca karakol kapılarında, adliye saraylarında çocuklarının akıbetinin açığa çıkartılması için yasal olarak mücadele eden kayıp yakınları, istedikleri bir sonuca ulaşamamalarından dolayı mücadelelerini kamusal alana taşıyarak daha etkin bir yol arayışına girdiler. Kayıp yakınları için bu mücadelenin en önemli ayağı şüphesiz her hafta cumartesi günü kesintisiz bir şekilde düzenlenen oturma etkinliği olmuştur.

Diyarbakır’daki Kayıp Yakınları ve İHD Diyarbakır Şubesi öncülüğünde “Kayıplar Bulunsun, Failler Yargılansın” adlı oturma etkinliğimizin ilk eylemi, 31 Ocak 2009 tarihinde Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı Önünde başladı. Kayıp yakınlarının bu eylemi Yaşam Hakkı Anıtı önünde başlatmalarının ve burada sürdürmelerinin insan hakları savunucuları için sembolik bir önemi vardı. Burası Diyarbakır için bir hafıza mekânıydı. Bu mekânda 2006 yılında gerçekleştirilen bombalı bir saldırıda bu şehir; çocuklarını, masum insanlarını yitirdi. Haliyle o kaybettiklerimizin anılarını yaşatmak ve çocuklarımıza barış dolu bir gelecek bir bırakmak için Hakikat, Adalet talepli bir eylemi bu mekânının ruhuna uygun olarak burada sürdürmenin çok önemli olduğunu düşünüyoruz.

Devletin kayıp meselesine olan duyarsızlığına rağmen kayıp yakınları, bu geçen 500 hafta boyunca diyebilirim ki umutlarını, inançlarını zerre kadar yitirmediler. Geçen bu zaman, mücadelelerine olan inanç ve kararlılıklarını arttırdı sadece. Çünkü her hafta boyunca ellerinde tutup taşıdıkları fotoğraflar ile devlete ve faillere, çocuklarının yaşadığı ve bir gün mutlaka döneceği mesajını vermektedirler. Anneler için kaybedilen çocukları asla bir fotoğraftan ibaret değildir. Dolayısıyla diyebiliriz ki geçen sürede hakikatte eriyip biten kayıp yakınları olmamıştır. Aksine bu kararlı mücadele karşısında sağır dilsiz olan, vicdanı gün be gün eriyen devlet olmuştur.

Kaç kayıp var, elimizde nasıl bir veri tabanı var, bugüne kadar ulaşılabilen kayıp sayısı nedir?

Kayıp sayısına ilişkin bu sorunuza şimdilik net bir cevap verebilmek mümkün değildir. Çünkü Zorla Kaybedilme, Faili Meçhuller ve Yargısız İnfazlar hukuki olarak farklı kategorize edilmektedir. Buna ilişkin halen net bir tasnif ve güncelleme yapılamadığından kesin bir sayı veremiyoruz. Sadece şunu belirtmeliyiz ki BM’nin ilgili sözleşmesinde Zorla Kaybedilme tanımına uygun olan zorla kaybedilme vakası ülkemizde yüzlerce sayı ile ifade edilmektedir. Bizim dernek olarak isimlerini dile getirdiğimiz ve yaklaşık olarak sayısını verdiğimiz kayıplar, derneğimize geçmiş tarihlerde aileleri tarafından başvuruları yapılmış olan kayıplardır. Bu konuda net bir sayıya ulaşabilmek için öncellikle devletin bütün arşivini açması gerekir. Yine özgün bir çalışma ile bütün engellemeler ortadan kaldırılırsa saha araştırması yapılarak bu muğlaklık giderilebilecektir.

Kayıp mücadelesinde açılmış davalar var mı, nasıl gidiyor, cezasızlık politikasının delindiği, içimize su serpecek örnekler var mı?

Zorla Kaybedilme vakasının oluşmasından sonra kayıp yakınları, çocuklarının akıbetinin ortaya çıkartılması için dönemin şartlarına göre yasal olarak ilgili yerlere başvurularda bulundular. Ancak dönemin siyasi konjonktüründen dolayı sayısız kayıp ailesi de hukuki başvuru yapmaktan imtina ettiler. 90’lı yıllarda zorla kaybedilme olaylarının artış göstermesi ile birlikte kayıp yakınları bir çözüm ve umut kapısı olarak derneğimize başvurularda bulunarak hukuki destek talebinde bulundular. Derneğimiz, kayıpların bulunması ve faillerin yargılanması için ailelere gönüllü hukuk desteğinde bulunarak açılmış birçok dava dosyasına müdahil oldu. Dosyalardaki birçok delil ve tanık beyanına rağmen maalesef devlet, zorla kaybedilme davalarında cezasızlık politikasını uygulayarak faillerin aklanmasına yardımcı olmuştur. Açılmış birçok dosyada soruşturma makamları üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmeyerek dava dosyalarını adeta sürüncemede bırakıp cezasızlık politikasına ön ayak olmuşlardır. Özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kayıp dosyalarında vermiş olduğu ihlallerde devletin etkili bir soruşturma yürütmemesinden dolayı ihlal kararları vermiştir. Dolayısıyla kayıp dosyalarında yaşadığımız en önemli problem etkili bir soruşturmanın yürütülmemesidir. Devlet bu konuda cezasızlık politikasını yürütürken bölge illerinde devam eden davaları batı illerine naklederek mağdur ailelere olan kamuoyunun desteğini düşürmek istemiştir. Örneklerle sabittir ki bu şekilde birçok fail dosyalarda beraat ettirilmek suretiyle aklandılar. Cezasızlık politikasının delinmesi ancak ülkedeki siyasi iklimin yumuşaması ile olabileceğine inanıyoruz. Zorla kaybedilme vakaları nasıl ki politik bir sürecin ürünü ise aynı zamanda faillerin yargılanması da devlet ve siyasi iktidarın politik tutumundaki değişim ile mümkün olabilecektir.

100 hafta boyunca OHAL altında kapalı mekanda yaptınız buluşmaları, bu zaman nasıl geçti? Siz, aileler neler hissettiniz, nasıl kaydettiniz bu süreci? 100 haftadan sonra sokağa çıkmak, meydanda olmak nasıl bir duygu?

Diyarbakır Kayıp yakınlarının oturma etkinlikleri 393. haftaya kadar Koşuyolu parkında sürdürüldü. Gayet barışçıl olan bu etkinlik tüm zorluklara rağmen kesintisiz bir şekilde şehrin tüm sivil, siyasi ve toplumsal dinamiklerini de içine katarak yıllarca kitlesel olarak devam etti. 15 Temmuz’dan sonra ilan edilen OHAL ve Diyarbakır Valiliği’nin yasak kararı ile birlikte yıllarca meydanlarda yapmış olduğumuz oturma etkinliğimizi kapalı bir mekânda yapmak zorunda kaldık. Birçok defa yapmış olduğumuz çağrı ve başvurulara rağmen bu yasak bir türlü kaldırılmadı. Bu yasak kararına rağmen kayıp aileleri hakikat ve adalet mücadelelerinden vazgeçmeyerek kararlılıklarını ortaya koymuşlardır. Mücadelelerini kapalı mekânda yaparak faillere önemli mesajlar vermişlerdir. Hakikatin engellemelerle örtülemeyeceğini ve bir gün mutlaka gün aydınlığında, meydanlarda bu hakikatin haykırılacağı mesajını kararlılıkları ile göstermişlerdir.

100 hafta sonra Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı Önünde olmak biz insan hakları savunucuları ve kayıp aileleri için tarifi imkânsız bir buluşmaydı. Çünkü bizler için Yaşam Hakkı Anıtı, bir Hakikat Meydanıydı. Kapalı bir mekânda 100 haftadır tutsak edilen hakikat, artık meydanlarda yüksek sesle haykırılıyordu. İçerde kapalı bir mekânda ellerde tutulan kayıp fotoğrafları, gün aydınlığına çıkarak faillerinin gözlerine bakıp yaşadıklarının mesajını verdiler o gün. Bizleri tekrar o meydana taşıyan annelerimizin kararlılığı ve kararlılıkla geri adım atmayan insan hakları savunucularının mücadelesi olmuştur. Dolayısıyla Koşuyolu Meydanı, kayıplarımız bulunana kadar gerçekleri, doğruları anlatmaya devam edecektir.

Peki bundan sonra mücadeleyi nasıl sürdüreceksiniz, önümüzdeki süreçte neler yapmayı planlıyorsunuz? Kamuoyundan, devletten, sivil toplumdan beklentileriniz neler, kim ne yapmalı?

Bu mücadelemiz kayıplarımız bulununcaya, hakikatler ortaya çıkartılıp geçmişle yüzleşme gerçekleştirilene kadar devam edecektir. Bu mücadele bizler için bir barış mücadelesi, bir demokrasi mücadelesidir aynı zamanda. Bundan sonraki süreçte hem kayıp ailelerimizin güçlü bir şekilde bu mücadeleyi sahiplenmesi hem de şehrin diğer toplumsal dinamiklerinin katılması için çalışmalarımızı sıklaştıracağız. Mücadelemizde kamusal alanı ne kadar güçlü ve geniş tutarsak bu konuda hızlı sonuç alabilme imkânımız artacaktır. Mesela Latin Amerika Ülkesi Arjantin’de Askeri Cunta sonrası sivil toplum örgütlerinin desteği ve işbirliği ile kayıp meselesinde önemli adımlar kat edilmiştir. Bu süreçlerde sivil toplum ve kamuoyu, destekleri ile kayıp ailelerini yalnızlık hissinden kurtarmayı başarmış ve mücadelelerini sürdürmelerinde pozitif enerji vermiştir. Yine sivil toplum örgütleri devlet ile toplum arasında bir köprü olma rolüne bürünerek kayıp mücadelesinin devlet ve failler nezdinde daha görünür olmasını sağlamıştır. Dolayısıyla sivil toplum ve kamuoyunun bizlerin yanında olması bu açıdan çok anlamlıdır. Ancak birlikte değiştirebileceğimize, kayıplarımızın akıbetini kolektif bir çalışma ile açığa çıkartabileceğimize inanıyoruz.

Devletten beklentimiz ise öncelikle zorla kaybedilme meselesinde siyasi tutumunu değiştirip cezasızlık politikasına son vermesidir. Hakikatlerin ortaya çıkartılması için meclis çatısı altında Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurup geçmişle yüzleşmesidir. Ancak devletin hakikatlerle yüzleşmesi, kayıp ailelerinin devlete olan güvenini arttıracak, acılarını bir nebze de olsa hafifletecektir.