Impact Jorunalism Day, Fransız etki iletişimi Platformu Sparksnews ve Impact Hub Global Ortalığıyla Gerçekleşti

Türk sosyal etki ekosisteminin başlıca aktörlerini basınla buluşturma amacıyla gerçekleşen etkinlikte “Türkiye’de Sürdürebilir Kalkınma Hedeflerinin Geleceği” ve “Hedefler için Ortaklık” temalı iki panel yer aldı.

Türkiye’de Sürdürebilir Kaklınma Hedeflerinin Geleceği: Türkiye’den Örnekler temalı ilk panelin moderatörlüğünü UNDP Türkiye’den Faik Uyanık gerçekleştirdi. İlk panelin konuşmacıları arasında ise, çocuk haklarına dair toplumda farkındalık yaratmak ve çocukların temel haklarına erişimi için çalışan bir sosyal girişim olan Önemsiyoruz platformundan Gözde Şekercioğllu, gıda israfını önlemeyi amaçlayan bir teknoloji girişimi olan FazlaGıda’dan Gökmen Güven ve sosyal girişimciler yetiştirmeyi amaçlayan bir sosyal girişim olan Minorpreneurs’tan İlker Elal bulundu.

Benim korkum Türkiye’nin 2030’da değil 2300’de bu trendi yakalayabilecek olması.

Türkiye’de sürdürebilirliğin anlaşılıp anlaşılamadığı ile ilgili olarak konuşan Gökmen Güven, “Sokaktaki insanlara sürdürebilirlik nedir diye sorduğumuzda milletimiz ne yazık ki bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan bir millet. Daha ne olduğunu bilmeden sürdürülebilir yaşıyor musunuz dediğimizde elbette yaşıyoruz cevabını alıyoruz. Ancak ne yapıyorsunuz sorusunu ilettiğimizde uzun bir sessizlikle karşılaşıyoruz. Hatta bir gün Kadıköy’de dükkânın birisine burası sürdürülebilir bir işletme mi diye sorduğumda hayır biz burada kiracıyız cevabını bile alabilmekteyiz. Gerçekten neyin ne olduğunu anlamak birinci adım. O yüzden üstüne basa basa bunların ne olduğunu, içinin ne kadar dolu olduğunu ve bizi nereye götürebileceğini somut verilerle anlatmalıyız. Çünkü genelde sürdürebilirlik denildiğinde insanlar dünyaya, okyanuslara bireysel bir aidiyet duyamadığı için, adım atmakta zorlanıyoruz. Her birey kendisine düşen ödevi ve yapabileceğinin farkına varmadan hayatına devam ediyor. Veya diğer bir grupta bizden daha ulvi daha bilgili insanlar bir şeyler yapsın diye düşünerek harekete geçmiyor. Dolayısıyla en büyük hikâye aslında sürdürebilirliğin ne olduğunu anlatmak ne yapabileceğini göstermek. Türkiye için bir umut var mı konusunda ise, elbette her zaman ve her konuda var fakat yavaş gidiyoruz. Yani Amerika’da 40 sene önce çıkan bir farkındalığı -ne kadar uygulandığından bağımsız olarak- biz şu anda telaffuz etmeye başlıyoruz. Ama ben iyiye gittiğini düşünüyorum. Örneğin tüm siyasetten uzak olarak son zamanlarda çıkan 0 atık konusu ne olduğu anlaşılmasa bile atılmış önemli bir adımdır. Adım adım ilerleyeceğiz fakat benim korkum Türkiye’nin 2030’da değil 2300’de bu trendi yakalayabilecek olması. ” dedi.

Hedefler için Ortaklık temalı ikinci panelin moderatörlüğünü ise Impact Hub İstanbul’dan Semih Boyacı üstlendi. Konuşmacılar arasında bir sürdürebilir kalkınma danışmanlığı ve sürdürülebilir kalkınma için modeller yaratan bir sosyal girişim olan Mikado Consulting’ten Serra Titiz, Yaşama Dair Vakıf’tan Mehmet Ali Çalışkan, S360 sürdürülebilirlik hizmetlerinden Eren Öztürk ve sürdürülebilirlik alanında yaşanan gelişmeleri video içeriklerinden faydalanarak yaygınlaştıran bir haber platformu olan Sürdürülebilirlik Adımları’ndan Emrah Kurum bulundu.

Ergene Nehri’ne Kirlilik Akıtan Bir Derenin Meselesi Ankara’da Çözülmeye Çalışıyor.

Türkiye’de yereli çok önemeyen bir siyasi iklimde veya sosyal iklimde yaşamadığımızı belirten Mehmet Ali Çalışkan, Türkiye karar alma mekanizmasına baktığımızda çok merkeziyetçi bir ülke. Yani Ergene Nehri’ne kirlilik akıtan bir derenin meselesi Ankara’da çözülmeye çalışılıyor. Tabii böyle olunca bu iş çözülmüyor ve Ergene Nehri hiçbir zaman temizlenemiyor. Aynı şekilde Menderes Nehri de böyle. Bu ikisi üzerine vaka analizlerine katıldığım dönemde, fark ettiğim şuydu ki, aslında oradaki kadim bilgi bunu çözebilecek kabiliyete sahip. Yani kirliliğin nereden kaynaklandığını biliyor, o kirliliği çözebilecek beceriye sahip. Örneğin Akdeniz bölgesinde bir yerde organik tarım meselelerini vaka analizi olarak incelemeye gittiğimde, 70 yaşında bir adam o gün eğitimi terk etmişti. Ona mülakat yaparken bana “Benim tarım dediğim şeye organik tarım diyorlar. Tarım zaten bu. Zehirleri getirip atmasalardı biz zaten tarımı böyle yapıyorduk. Benim 50 sene önce bildiğim şeyi kentten gelmiş 2 çocuk bana anlatıyor.” demişti. Yani biz kentten öylesine oryantalist bir hava ile gidip bir konu üzerinde insanları eğitmeye çalışıyoruz ki ama aslında o kadim bilgi orada zaten var. Zaten tarihsel ve kültürel olarak var olan şeyi anlamayı becersek, asıl merkezi olan karar mekanizmasını etkileyecek olan potansiyel gücü de kullanabiliriz. Biz buradan bildiğimizi oraya taşımaya kalkınca orayı da bir cahiller dünyası olarak görüyoruz ve eğitim şart söylevine çıkıyoruz. Asıl odaklanmamız gereken nokta yerelde iyi örnekler mi var değil, merkezde iyi örnekler var mı?” dedi.