Türkiye’de Yüzleşme Müzeleri ve Yüzleşilemeyen Diyarbakır Cezaevi

Bir travmayı atlatabilmenin yollarından biri de faille yüzleşmekten geçer. Bireyle ya da toplumla iyileşme süreçlerinden ilki yüzleşmedir, sonra üzerine konuşulur, ardından yas süreci başlar. Travma üzerine konuşabilmek iyileşme belirtilerindendir. Dünyadaki yüzleşme ve utanç müzeleri toplumsal bir iyileşme olsun diye yapılmıştır.

Madımak, Sinop Cezaevi, Ulucanlar nam-ı diğer ‘’Ölücanlar’’, Diyarbakır 5 numaralı cezaevi… Hepsi Türkiye tarihinin karanlık dehlizleri. Sinop’un hücrelerinden astım olmadan çıkmayan tutukluları, Ulucanlar ’da sergilenen Hüseyin İnan’ın önden yırtılan fanilası… Gördükçe, gittikçe herkesin kendisiyle iç muhasebesi… Bir yargı makamı, utanç müzeleri… ‘Bir daha asla’ demek için yapılır. Yüzleşilemeyen ve halkın taleplerine rağmen müze yapılmayan Madımak ki hala dumanı tütüyor tepemizde,

Ve Diyarbakır…

Diyarbakır Cezaevi The Times gazetesinin en kötü şöhretli Cezaevi kategorisinde ilk 10’da yer aldı. 12 Eylül darbesinin ardından insanlık dışı işkence şekilleriyle gündemden düşmedi. Birçok insanın ölmesine ve sakat kalmasına sebep oldu. İşkence görenler arasında Bedii Tan, Necmettin Büyükkaya hayatını kaybetti. Gültan Kışanak, Orhan Miroğlu gibi tanınmış siyasetçiler işkenceye maruz bırakıldı.  78’liler Vakfının önderliğinde birçok sivil toplum kuruluşu, insan hakları aktivisti, hukukçu Diyarbakır Cezaevi’nin İnsan hakları müzesi olması için çeşitli aktivitelerde bulundu. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nde ve TBMM’de araştırma komisyonları kuruldu. Bölgeye gelen hükümet yetkilileri bu konuda destek ve diyalog sözü verdiler. 2007 de girişimler başlanan cezaevini müzeye dönüştürme girişimleri sonuçsuz kaldı. Açılan 1500 davanın birçoğuna takipsizlik kararı verildi.

Uluslararası müze haftasında yüzleşilemeyen Diyarbakır Cezaevi tutuklularından ve 78liler Derneği’nden Gani Alkan’la konuştuk.

Niye Diyarbakır Cezaevi ? Niye 78’liler ? Niye bu çalışma?

78’liler çalışmasının programında bir hafıza merkezi oluşturmak, belge toplamak, gizli kalan şeyleri ortaya çıkarmak ve bunlarla yüzleşmek vardı. Bu olanları gerek mahkemelerde gerekse toplumun vicdanında mahkûm etmek niyetiyle böyle bir girişim kuruldu. 78’liler ilk oluşturulduğunda biz oluşumda yer almamıştık fakat çalışma özellikle Diyarbakır Cezaevine evrilince orada olmalıyız diye düşündük.

78’liler Derneği Diyarbakır Cezaevi için kurulmamıştı değil mi ?

Hayır. Bir hafıza merkeziydi. Örneğin 1 Mayıs 77 katliamı, Maraş katliamı, Çorum katliamı üzerine çalışıyorlardı ve bütün bunlardan bir havuz oluşturmaya çalışıyorlardı. Maraş katliamıyla başlanılmıştı ilk zannediyorum ama Diyarbakır’da Diyarbakır Cezaevi kadar talep görmedi. Diyarbakır Cezaevi dosyası açıldığında tabanda ciddi bir karşılığı oldu. Diyarbakır Cezaevi çalışması konusu gündeme geldiği zaman Diyarbakır Adalet Komisyonu diye bir komisyon kuruldu. Oluşturulan bu komisyonda 50 ye yakın aydın, yazar, insan hakları aktivisti, psikolog, hukukçu yer aldı. Hafıza çalışması olduğu için objektif bir çalışma yapmayı düşündüler. Mesele derinleşince bazıları çekildi. Çünkü Diyarbakır Cezaevi Kürt meselesinden bağımsız değildi. Çalışmayı yaparken 420 kişi ile bire bir görüşme yapıldı. Daha sonra bu sayı 500’ün üzerine çıktı. 7 bin sayfalık kayıt oluşturuldu. Sonra Diyarbakır Cezaevi ile ilgili bir kampanya başlatıldı ve 100 bin imza toplandı. Sembolik bir imzaydı bu. TBMM ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne heyet olarak gidip teslim ettik. Bu aktiviteler 2007 de başladı ama asıl hareketlilik 2011 yılından sonra oldu. 1600 civarı insan o dönem için suç duyurusunda bulundu. Bilim insanlarının 30 yıl sonra bile izler silinmez beyanıyla birçok insan işkence izlerinin tespiti için adli tıbba gönderildi. İşkence yaparken bize acısını 30 yıl sonra çekeceksiniz diyorlardı. Gerçekten şimdi şimdi vücudumuzdaki tahribatları görüyoruz. Suç duyurusunda bulunduktan sonra açık bir diyalog ortamı oluştu biz ümitlendik birden her şey değişti yine.

Ne oldu?

Bu işi yürüten savcı görevden alındı. Başka bir savcı geldi ama tamamen zıddıyla karşılaştık. Diyalog ortamından etkilenip etkili bir sonuç alacağımızı düşünmüştük. Fakat sonra neredeyse tüm davalar ret yedi, bazılarının da ellerine sonuç ulaşmadı. İç hukuku tüketip de AİHM’e gitti. Diğerleri ya AYM’de ya da sonuçlara ulaşamadık. Mütalaa için görüşmeler yapıldı, belge istediler gönderdik. Şu anda AİHM’de 48 dosyamız var. Belli bir yere geldikten sonra TBMM ile görüştük imzalardan sonra 12 Eylül davalarına müdahil olmak istedik, kabul etmediler. Kenan Evren yaptığı işkencelerden yargılanmadı 146. Maddeden yargılanmadı. Mesele onun ceza alıp apoletlerinin sökülmesi değildi. Mesele gerçek ve bağımsız bir yargıyı ortaya çıkarabilmekti.



Diyarbakır Cezaevi çalışmasını diğer hafıza mekânlarından önemli kılan ayrıntılar nelerdir?

Biz dört şeyi esas aldık: Birincisi Diyarbakır Cezaevi’nde olup bitenlerin belgesiyle kozmik odalarıyla her şeyi ortaya çıkarmak. İkincisi bununla yüzleşmek. Gerek
mahkeme yoluyla gerek toplumsal yolla onları mahkûm etmek ki biz ikincisini daha çok önemsiyoruz onları insanların vicdanında mahkûm etmek istiyoruz. Üçüncüsü Diyarbakır cezaevinde uygulanan sistematik işkencenin amaç ve nedenlerini ortaya çıkarmak ve neden Diyarbakır Cezaevi diye bir parantez açtırmak. Sonuncusu ise bir hafıza müzesi oluşturmaktır. Bu amaçlar çerçevesinde 50 ye yakın sivil toplum kuruluşuyla ortak bir çalışma yürüttük. Diyarbakır Cezaevi müze olsun diye bir deklarasyon yayınladık. Cezaevlerinin önünde basın açıklamaları yapıyorduk. Arkadaşlarımızın yaşamını yitirdiği günlerde etkinlik yapıyorduk. Dilekçeler verdik hem TBMM ye hem de Kültür Bakanlığı’na. Dilekçeler Kültür Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı’ndan geri döndü. Adalet Bakanlığı cezaevi şu anda dolu, boşaltıldığı zaman Milli Emlak’a vereceğiz onların inisiyatifinde olacak dedi. Kültür Bakanlığı hem şu anda projemiz yok hem de şu anda yapacak durumumuz yok minvalinde şeyler söyledi. Ekonomik gücümüz de yoktu biz de belediyeye gittik. Gülten Kışanak da cezaevi arkadaşımız ona gittik. Belediye bünyesinde müze koordinasyon merkezi açıldı. Birçok çalışma yaptık. Sözlü tarih atölyeleri yaptık. Yazarlar, çizerler, ressamlar herkes kendi gözünden katkıda bulunduk. Sonra kayyum geldi yerimiz elimizden gitti çalışmalarımız zayıfladı. Bize vermeyip de Türkiye Harp Malulü Gaziler Şehit Dul ve Yetimleri Derneği’ne vermeleri de anlamlı. Meseleyi siyasi olarak değerlendiriyoruz, niye özellikle onlar seçildi niye o koordinasyon merkezinin yerine seçildi. Bu süreçte biz de çok şey öğrendik.  Dünyadaki diğer cezaevlerini de araştırdık nasıl yapıyorlar nasıl başladılar. Mesela Arjantin. Atölye çalışmalarını yaparken insanlarla yeniden görüşmeye başladık. Kendi tarzımız vardı ama bir bilim insanın yaklaşımı farklıdır. Biz yazdıklarımızı anlatırken etrafımızdakilerin bu kadar etkileneceğini beklemiyorduk. Bunu yaparken çok zorlandık. Hatta ifademizi alan sekreterin bunalıma girip psikolojik tedavi gördüğünü duyduk. İnsanlara ulaşılsın gizli saklı bir şey kalmasın dedik.

Sadece tutuklularla mı konuştunuz?

Hayır. Bu atölyeye cezaevinde yatanlar, yatanların tanıklığı, o dönemki avukatların tanıklığını aldık. Bunu yaparken sadece siyasi suçlular olmasın dedik kaçakçılık yapan da konuşsun dedik. O dönemde Alman tutuklu vardı o da aynı muameleyi gördü. Biz herkesin konuşmasından yanayız. Tek boyutlu almak istemedik hem siyasi, hem toplumsal, hem psikolojik boyutuyla yer alsın dedik hem de gelecek nesillere aktarım olsun. Biz demokrasi mücadelesinin ne kadar zor verildiğini; bu ortamına gelebilmenin bile ne kadar bedel istediğini gelecek nesiller öğrensin istiyoruz. Bu yüzden Diyarbakır Cezaevi çok önemlidir. Diyarbakır Cezaevi’nde görev yapan görevlileri de önemsedik en azından 1500 kişiyle konuşalım dedik. Sadece orada olan kötü olaylar değil bizim yaşamımız orada bir şiirdi, bir tiyatroydu, bir romandı hayatın ta kendisiydi.

Siyasilerin o dönem Diyarbakır Cezaevi’ni müze yapacağız. Diyarbakır artık kötü hatırlanmayacak beyanları vardı. Bu beyanının üzerine bir gelişme kat edilmedi mi o dönem?

Birçok siyasetçi konuştu. Bugün söylenenler yarın unutulur felsefesi var Türkiye’de. Bizim derneğimiz kapalı değil ama OHAL sürecinden beri Diyarbakır Cezaevi ile ilgili rahat çalışmalar yapamıyoruz. İnsanlar da konuşmak istemiyorlar. Biz soyu tükenmekte olan kelaynak kuşlarıyız diyoruz kendimize. Arkadaşlarımız ölüyor, her gün bir iki kişiyi kaybediyoruz. Diyarbakır Cezaevi müze olmazsa gözümüz açık gidecek. Yanımızda ölen, sakat kalan arkadaşlarımıza borcumuz var.

Peki, bunun için bir hareket planınız var mıydı? Bir müze ama nasıl bir müze?

Biz cezaevi müze olsun derken 4 komisyon oluşturduk. Biri hukukçular, ikincisi arkeologlar, üçüncüsü mimari dekorasyonunu oluşturan bir komisyon, dördüncüsü de bu işin toplumsal psikolojik boyutuyla ilgilenen bir komisyon; İçinde sinemacılar, belgeselciler, edebiyatçılar vardı. Bizim için tek kıstas cezaevinin özünden uzaklaşmamalı dedik. Reel gerçeklik olgusu da önemli. Ulucanlar da ruhuna uygun değil bence sadece görünür kısmı var, işin arka planında neler oldu. Bunlar yeterli düzeyde yansıtılmadı diye düşünüyorum.

İnsanlar yüzleşmeye korkuyor siz bunları yaşadınız…

Şu anda neresini anlatayım nasıl anlatayım da ruhunuz incinmesin diyorum kendi kendime. Ben ne kadar anlatabilirim? Siz ne kadar anlayabilirsiniz beni. Diyarbakır Cezaevi ile ilgili anlatımlar ile ilgili duyduklarınız azdır ama çok değildir. Cezaevindeki işkenceleri arkadaşlarla komediye dönüştürüp birlikte atlatmaya çalıştık. Esat Oktay diyordu ki gözleri birbirine bakmasın gözleriyle örgütlenirler. Biz dokunuşumuzla bile birbirimizle konuşuyorduk. Gözümüz sadece ‘’Adalet Mülkün Temelidir.’’ yazısını görüyordu. Diyarbakır Cezaevi 12 Eylül cezaevlerinden ayıran şey buraya özel bir ekip gönderilmiş olmasıydı. Bir nevi laboratuvardı, özünden ve ruhundan uzaklaştırmaydı. Zaten Esat Oktay bize diyordu biz kapıları açacağız gidin diyeceğiz siz kendiniz gitmeyeceksiniz. Özünüzden uzaklaştıracağız, toplumun içinde yer bulamayacaksınız demek istiyormuş meğer. Kendine yabancılaşacaksın, özüne yabancılaşacaksın, yoldaşına yabancılaşacaksın sonra insan içine çıkamayacaksın. Yanlış bize yapılmadı sadece Türk halkına da yapıldı. Türk halkının Türk, Kürt halkının Kürt kalmasını istiyoruz. Her millet kendi değeriyle kendi tarihiyle yaşasın istiyoruz. Biz politik tutuklular aydın kesimin içinden geliyorduk. 68 kuşağından sonra gelişen 78 hareketi; dünyadaki demokrasi süreçlerini iyi takip eden, okuyan, araştıran bir kesimdi. Biz tek fraksiyon değildik. Cezaevi süreçlerinden önce birbirimizle çatışıyorduk. Baskılar ve işkenceler cezaevinde bizi tek vücuda dönüştürdü. Orada ölümden korkuyu yendik. Mahkemelere çıkıp siyasi savunma yapıyorduk. Cezaevinde “Türk’üm, Doğruyum, Çalışkanım.” söyleyen bizler mahkemede Kürt olduğumuzu haykırıyorduk. Hepsi büyük çelişkiler, büyük tutarsızlıklar yumağıydı. O dönemde ölüm oruçlarına yattık tek bir geri adım atmadık. Diyarbakır Cezaevi rast gele bir cezaevi değildir. İşkenceleri ve işkencecileri münferit değildir. Hepsi sistematiktir. Ben umutsuzluk içinde olan insanlara söylüyorum hepsi geçecek. Biz Diyarbakır Cezaevi’ni gördük. Bize inisiyatif verilsin el birliği ile Diyarbakır Cezaevi’ni müzeye dönüştürelim. Türkiye’nin gerçeklerle yüzleşmesi ayıp değildir. Bu hataların telafisidir. Yapılan hatadan dönmektir. Biz herkesten destek bekliyoruz.

Cezaevinden çıktıktan sonraki süreçlerde ve şimdilerde oraya gittiniz mi ? Ya da orayı görünce neler hissediyorsunuz?

Ben her gün o cezaevinin önünden geçiyorum. Gayri ihtiyarı başımı çevirip bakıyorum. Kendimi ve arkadaşlarımı orada hissediyorum. O çığlıklar kulağımdan çıkmıyor. Bizim bir Sakine annemiz vardı Meclis’e gittik birlikte. “12 Eylül’de cezaevinde oğlumu kaybettim. Oğlumun mezarına gideyim ‘’Oğlum çalıştım çalıştım bu kadar yapabildim diyeyim dedim.” Bu konuda çok sözler verildi bize. Bu sadece bizim sorunumuz değildir. Tüm sivil toplum örgütlerinin sorunudur. Tüm bireylerin vicdan sorunudur. Bir cezaevi tutuklusu cezaevi yıkılmasın ister mi? Biz istiyoruz. Diyarbakır cezaevi yıkılmasın müze olsun. Her gün bakıyoruz çatısı yapılmışsa mutlu oluyoruz demek ki yıkılmayacak biraz daha böyle kalacak diye. Tuvaletin üstü açık mı kapalı mı, banyonun girişi nasıldı, hücrenin kaç adım olduğu, peteğin kaç dilim olduğunu bile tartışıyoruz. Ama bu cezaevi incelemeye ve raporlamaya müsait olursa bu kargaşa da kısmen son bulacak. Kısmen diyorum çünkü birçok bölümü değiştirilmiş. Tüm detaylarıyla yazmak istiyoruz. Banyonun tabanının mozaik mi beton mu olup olmadığı bile bizim için önemli. Bizim elimize veri geçtikçe hafızamız kendini yeniliyor. Konuştukça kendini yeniliyor. Unutulsun, tarihin karanlıklarına gömülsün istemiyoruz. Biz bu çalışmaya kendimizi adadık. Biz işin toplumsal boyutunu düşünüyoruz. Hiçbir şey yapamasak insanları vicdanlarda mahkûm etmek isteriz. Art niyet, rant kavgası olmadan, ideolojisi, kimliği ne olursa olsun bu konuda herkesi destek olmaya bekliyoruz. Bu herkesin kişisel vicdanıdır.

Yazarın notu :

Diyarbakır Cezaevi gayri insani muameleleriyle insanların belleğinde önemli izler bırakmış mekânlardan biridir. Bu tür acıların ve toplumsal travmaların bir daha yaşanmaması, adaletin tesisi ve teslimi tüm aktörleriyle konuşulup özüne uygun bir şekilde asıl hak sahiplerine verilmelidir. Toplumsal yüzleşmelerin, kırılmaların ve travmaların telafisinde büyük rol oynadığını unutmamak gerekir. Kürt meselesinin çözümünde bu gibi sembolik yerlerin dönüşümü toplumsal barışa katkı sağlayacaktır. Bunu yaparken siyasi enstrümanlara takılmadan salt insan haklarını orijinine alan bir bakış açısı ile hareket edilmelidir. Dünyadaki diğer yüzleşme müzelerinin süreçlerinden de faydalanılarak mağdurların güven ve onurunun kendisine teslim edilmesi; hikâyelerinin adalet, hakikat, barış şemsiyesi altında yeniden yapılandırılması gerekir. Bu konuda Devlet üzerine düşeni yapmalı; Diyarbakır Cezaevi tüm sivil toplum kuruluşlarının, mağdurların, ikincil travmaya maruz kalan mağdur yakınlarının ve tüm etkilenenlerin konuşabildiği bir ortam hazırlamalıdır. Tarihe şerh olsun. Bir daha asla!