KAFFED Başkanı Aslankaya ile Çerkes Sürgünü’nü Konuştuk

21 Mayıs’ta Kocaeli’nin Kandıra İlçesi’nin Kefken Köyü’nde binlerce insan sahile akıyor, sessiz ve matem yüklü yürüyorlar… Kumsala vardıklarında büyük bir ateşin etrafına yerleştirilmiş sembolik mezar taşları başında sırasıyla saygı nöbeti tutuyorlar. 

Bu matem ve “mezar taşı nöbeti”, edilen dualar, yakılan ateş, sessizlik ve ardından okunan ağıtlar, hep tarihten gelen bir acının, ızdırabın unutulmaması ve bir kimliğin gelecek nesillere taşınması için… Kafkas Dernekleri Federasyonu (KAFFED) Başkanı Yaşar Aslankaya ile Çerkes Sürgünü’nü konuştuk…

Federasyonun kurulmasında Çerkes tarihinin de bir etkisi var bu süreci anlatır mısınız?

Rus Çarlığının anavatanımız  Kuzey Kafkasya’yı istila için yürüttüğü yüz yılı aşkın bir süre devam eden Rus-Kafkas Savaşının 21 Mayıs 1864 tarihi ile sembolize edilen bitişi ve güçler arasındaki büyük orantısızlığın da etkisi ile savaşın kaybedilmesi sonucu insanlık tarihinin en acı olayları arasında yer alan Çerkes Soykırımı ve Sürgünü yaşanmıştır. Özellikle Karadeniz kıyıları başta olmak üzere bölgeyi Çerkesler’den arındırmak ve yerine Rus ve Kazak nüfusu yerleştirmek için bir etnik temizlik politikası izlemiştir. Rus Çarlığı ile Osmanlı Devleti arasında yapılan anlaşmalar uyarınca 1 milyon civarında Çerkes, fevkalade kötü şartlar altında, takalarla, aileler parçalanarak yurtlarından sürgün edilerek Osmanlı kıyılarına gönderilmiştir. Yolda ve ilk ulaşılan limanlarda hastalık, açlık gibi nedenlerle kitlesel can kayıpları yaşanmıştır. Sağ kalanlar Samsun-Hatay arasında bir savunma hattı olarak, yine Kocaeli-Yalova-Çanakkale hattında başkent İstanbul için bir savunma hattı olarak, Hatay’ın güneyinde Hac yolu güvenliği için bugünkü Suriye, Lübnan, İsrail ve Lübnan’da ve ayrıca Balkanlarda oldukça dağınık olarak iskan edilmişlerdir. Bu dağınıklığın göstergesi olarak bugün bazı illerimizde bir tek Çerkes köyünün olduğu örnekler vardır.  Bizler o sürgünden hayatta kalan Adige, Abaza, Çeçen, Oset, Dağıstanlı insanların torunlarıyız. Federasyonumuz da bu insanları temsil etmektedir.

Büyüklerimiz ve Çerkes aydınları sürgünün hemen ertesinde özellikle İstanbul’da örgütlülük adına ilk adımları attılar. Çeşitli dernekler, okullar, kulüpler kurdular. Örneğin bugün Beşiktaş Spor Kulübü haline gelen yapının temellerinde de yine Çerkesler vardır. Bu toplumsal örgütlülüğün devamı olarak özellikle 1950 lerden sonra hızlanan kentleşmenin de etkisi ile pek çok şehirde dernekler kurulmuştur. 1989 yılında 21 Mayıs 1864 Çerkes Sürgünü ve Soykırımının 125. Yılı Anmaları münasebeti ile Ankara’da bir araya gelen dernekler birlikte hareket etme ve sorunların çözümü için ulusal ve uluslararası düzeyde ortaklaşa çalışma amacıyla başlattıkları sürecin sonrasında 1992 yılında Ankara merkezli Kafkas Derneği’ni (KAFDER) kurdular. Daha sonra AB reformları ile federasyonlaşmanın önündeki engellerin kaldırılması ile birlikte de 2003 yılında Kafkas Dernekleri Federasyonu (KAFFED) kurulmuştur. Federasyonumuzun bir çokları yarım asrı devirmiş tarihleri ile 53 üye derneği mevcuttur. Çerkeslerin yaşadığı hemen hemen her il ve ilçeden üye derneklerimiz bulunmaktadır.

KAFFED Başkanı Yaşar Aslankaya

Faaliyetleriniz hakkında bilgi verir misiniz?

Faaliyetlerimiz iki ayrı aşamada değerlendirilebilir: doğrudan toplumumuzla temas halinde olan üye derneklerimizin faaliyetleri ve Federasyonun ulusal ve uluslararası ölçekteki faaliyetleri. Bu iki faaliyet grubu doğası gereği iç içe ve birbirini destekleyen ve besleyen niteliktedir. Üye derneklerimiz toplumumuzun dayanışması, iletişim içerisinde olması, gençlik, kadın, çocuk gibi gruplar başta olmak üzere toplumumuza dönük programların yürütülmesi, yerel düzeyde kamu kurumları, siyasi partiler, ilgili sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve yerel basın ile ilişkilerin sürdürülmesi konularında çalışmaktadır. Federasyonumuz ise ulusal ve uluslararası düzeyde etkinlikler ve lobi çalışmaları ile Çerkes kimliği ve kültürünün korunması, sorunların gündeme getirilmesi, çözüm önerilerinin geliştirilmesi, anavatan ile ilişkilerin güçlendirilmesi ve üye derneklerimizin desteklenmesi konularında çalışmalar yapmaktadır. Bu çerçevede hükumet, bakanlıklar, parlamento, siyasi partiler, kamu kurumları, büyükelçilikler ve uluslararası kuruluşlar ile temasları yürütmektedir. Ayrıca diaspora Çerkeslerinin yaşadığı Ürdün, Suriye, İsrail, AB ülkeleri, ABD, Kanada gibi diğer ülkelerdeki kardeş kuruluşlarımız ile de işbirliği ve yakın diyalog halinde çalışmalar yapılmaktadır.

Son yıllarda Suriye’deki iç savaşın mağduru olan Suriyeli Çerkeslere destek olunması, ülkemize gelenlerin ihtiyaçlarının giderilmesi, talep edenlerin tekrar anavatana iskânı için de yoğun bir çalışma sürdürülmüştür. Bu çalışmalar büyük ölçüde toplumumuzun kısıtlı imkânları maksimum ölçüde zorlanarak yürütülmüştür.

Türkiye’de nüfusunuz kaç kişi? Ortaklaşılan bir rakam var mı bu konuda?

Etnik kökene dair nüfus sayımları yapılmadığı gibi özellikle inkâr ve asimilasyon dönemlerinde kamu politikalarından kaynaklanan baskı nedeni ile gerçek verilerin bulunmasında da sorunlar yaşanmıştır. Sürgünde yaklaşık 1 milyon kişinin anavatandan çıkartılıp Osmanlı topraklarına gönderildiği ve o dönemdeki Osmanlı Nüfusunun 10 milyon civarında olduğu göz önüne alındığında bilimsel projeksiyonlar ile hesaplama yapıldığında 4 ila 5 milyon civarında bir nüfusumuz olduğu söylenebilir.

Kültürünüzü ve dilinizi koruma konusunda yaptığınız çalışmalar hakkında bilgi verir misiniz?

Diaspora toplumlarında dil ve kültürün korunmasında toplu yaşama ve anavatan ile yakın ilişki iki önemli unsurdur. Kentleşme öncesi köylerde toplu yaşanması dilin ve kültürün korunmasına bir nebze fayda sağlamıştır. 1990’larda demir perdenin kalkması ile anavatan ile ilişkilenme imkanlarının genişlemesi de kentleşmenin getirdiği erozyona karşı bir fırsat sunmaktadır. Yine 2000’lerden itibaren yaşanan AB reformları süreci ile de nispeten daha rahat bir ortam yakalanmıştır. En azından eski yasakçı ve baskıcı yaklaşımda önemli ölçüde gevşemeler olmuştur.  Anadilimizde eserleri artık suç unsuru sayılmamakta, bulunduranlar hapse atılmamaktadır. Derneklerimizde dil öğretirken kapıda bir gözcü bulundurmak, olağanüstü bir durumda tahtadaki yazıları silip dersin görüntüsünü İngilizce kursuna çevirmek durumlarına gerek kalmamıştır. Bu yıl Federasyonumuzun girişimleri ile MEB tarafından kabul edilen Adigece ve Abazaca modülleri ile Halk Eğitim Merkezleri artık bu kursları açabilmekte veya derneklerimizde açılan kurslara destek sağlayabilmektedir. Geçen yıl Düzce Üniversitesi bünyesindeki Çerkes Dili ve Edebiyatı Bölümü ilk mezunlarını verdi ve şu anda yüksek lisans çalışmaları yürütülmektedir. Önümüzdeki yıl Kayseri Erciyes Üniversitesi bünyesinde Çerkes Dili ve Kültürü Bölümü ilk öğrencilerini alacaktır.

Gerek bu bölümlerin kuruluşunda ve yaşatılmasında Anavatanımızdaki cumhuriyetlerimizin büyük katkıları olmuştur. Dil ve kültürü koruma konusunda diğer çalışmalarımızda da en önemli dayanak yine anavatanımız ile ilişkilerimizdir. Zira orada dil ve kültür günlük hayatın merkezinde yer aldığı gibi medyası ile, edebiyatı ile, sanatı ile gelişim imkanı da bulabilmektedir.

Son yıllarda giderek artan bir kalabalıkla Kefken’de ve farklı illerde gittikçe daha çok dikkat çeken etkinlikler yapıyorsunuz? Bu etkinliklerin amacı ne?

Çerkes Soykırımı ve Sürgünü Anma Etkinlikleri tüm dünyada 21 Mayıs günü ve haftasında gerçekleştirilmektedir. Çerkeslerin kimliklerine, kültürlerine ve anavatanlarına bağlılıklarını teyid ettikleri, bu bilinci gelecek nesillere aktardıkları Çerkesler açısından takvimdeki en özel gündür 21 Mayıs. Genellikle bu haftanın hafta sonunda ortak ve merkezi etkinliğimizi gerçekleştiriyoruz. Son yıllarda tüm ülkeden gelen Çerkesler ve Çerkes dostlarının katılımları ile yaklaşık 15 bin kişilik bir kitlesel katılımla bu anma etkinlikleri Kocaeli ilimizin Kandıra ilçesinin Kefken sahilinde düzenlenmektedir. 21 Mayıs günü ise derneklerimiz yerelde etkinlikler düzenlemektedir. Federasyonumuz ise son 4 yıldır anavatanımızdaki anma etkinliklerinin merkezi olan Kabardey-Balkar Cumhuriyetimizin başkenti Nalçik’teki etkinliklere otobüslerle ve havayolu ile giden kalabalık heyetler ile katılmaktadır.

Türkiye ve Rusya’dan talepleriniz var mı?

Çerkesler hem Rusya Federasyonu’nda hem de Türkiye Cumhuriyeti’nde kültürleri ve hayatın her alanında pozitif katkıları ile saygı duyulan bir konuma sahiptirler. Bu kültürün korunması konusunda anavatan ve diaspora ilişkileri hayati öneme sahiptir. Bu ilişki aynı zamanda iki ülkenin arasındaki ekonomik, kültürel ve sosyal bağların güçlenmesinde de katalizör rolü oynayabilir. Her ne kadar nüfusumuza oranla demokratik temsilimizde sıkıntılar yaşansa da Rusya Parlamentosunda da Türkiye Parlamentosunda da dönem dönem etkili konumda Çerkesler görev almaktadır. Bu gibi akrabalık ilişkilerimizin ülkeler arasındaki ikili ilişkilere katkısı olabilir. Bunun önünün açılması için ilk yapılması gereken çifte vatandaşlık hakkının tanınmasıdır. Böyle bir haktan sadece Çerkesler değil Rusya Federasyonunda akrabaları olan Türkiye’deki diğer toplumlar (Karaçaylar, Balkarlar, Tatarlar vs) da yararlanacaktır.

İkinci önemli konu ise Çerkes Soykırımı’nın her iki ülkenin parlamentosunda tanınmasıdır. Biz her yıl anma etkinliklerimizde tekrarladığımız gibi “intikam değil adalet istiyoruz”. Tarihin halkları düşmanlaştırıp komşular arasında sorunları derinleştirmesinden ve buradan üreyen düşmanlıkları dünyanın emperyalist güçlerinin suiistimal etmesinden yana değiliz. Bu konuda çeşitli siyasi açmazların da bulunduğunun farkındayız ama adaletin tecellisi için bu tanıma ve yüzleşme önemli bir ilk adım olacaktır. Bu adımın getireceği adalet duygusunun bölge barışına da önemli bir katkı sağlayacağına inanıyoruz.

Anavatan ile ilişkiler bağlamında önemli bir sorunumuz da Türkiye’nin Abhazya ve Güney Osetya’yı tanımaması durumudur. Tanıma Türkiye’nin bölgedeki ağırlığının ve bölge barışının tesisinde oynayabileceği rolün zorunlu bir gereğidir. Tanımanın bir siyasi süreç ve zaman gerektirmesini anlayabiliriz ancak Abhazya’daki akrabalarımız ile başta ulaşım olmak üzere kültür, sanat, spor, ekonomi gibi alanlarda insani ilişkiler kurmamızın önündeki fiili engellerin kaldırılması ile bir ölçüde normalleşmeye olan kaçınılmaz ihtiyaç da daha fazla görmezden gelinmemelidir. Çin dünyanın öbür ucundan gelip cennetten bir köşe niteliğindeki Abhazya’ya yatırım yaparken Türkiye neden bigane kalsın? Hiçbir mantığı yok bu durumun…

AB sürecinde yapılan reformların ve yürüttüğümüz projeler ile aldığımız desteklerin dilimizin ve kültürümüzün korunmasına katkıları inkar edilemez. Ancak inkar ve asimilasyonun gevşemesi UNESCO yok olmakta olan diller listesinde yer alan dilimiz ve kentleşme ve küreselleşmenin çifte kıskacındaki kültürümüz için yeterli değildir. Devletin dilimizi ve kültürümüzü koruması ve Kopenhag Kriterlerinin ana unsurları arasında yer alan azınlık haklarını koruması için kurumsal ve yasal garantiler sağlanmalıdır. Kültür Bakanlığı bünyesinde neden bir birim kurulmasın ki bizim kültürümüzü korumak için? Sonuçta o bakanlığın bütçesi bizim de verdiğimiz vergiler ile oluşturulmuyor mu?