Trajediler ve Sanatın Beklenmedik Faydası

İstanbul’da, kara kışın gelip gelmemeye karar veremediği bir hafta sonu daha... Manzarası güzel müzeleri ziyaret etmek için şahane günler. Ben de öyle yapıp geçtiğimiz hafta Sakıp Sabancı Müzesi’ne gittim. Müze eylül ayından bu yana, fotoğrafları şehrin billboardlarını donatan “Ai Weiwei Porselene Dair” sergisini ağırlıyor. Sanatçının Türkiye’deki ilk sergisi, hem porselen eserlere hem de sanatçının yaşam hikâyesine yer veriyor.

Ai Weiwei, aslında Türkiye’de yaşıyor olmanın insanı aşina ettiği temaları; devrimlere, yasaklara ve yıkımlara karşı duruşunu eserlerinde ustalıkla işleyen bir sanatçı. Onu sadece sanatçı olarak tanımlamak ise karakterine haksızlık yaratabilir. Çünkü çağlar değiştikçe, toplumsal olaylar bir diğerini doğurdukça, insanlığın büyük sorunları ve insan hakları ihlalleri boyumuzu aştığında, o, üretimine hem sanatçı hem aktivist olarak devam etmiş.

Ai Weiwei’nin yakın zamandaki eserlerinin çoğu mülteciler temasındaki işlerden oluşturuyor. Berlin Konzerthaus’un girişindeki dev kolonları mültecilere ait binlerce can yeleğiyle kapladığı yerleştirmesinde tarihsel ve politik bir felaketin ciddi bir betimlemesi yatıyor. Çin Hükümeti’nin koyduğu yasakla senelerce evinden çıkması yasaklanan biri olarak, yönetmenliğini üstlendiği, evine dönmek isteyen ama dönemeyen mülteci nüfusu konu alan “Human Flow” (İnsan Seli) belgeselindeki insan hikayeleri görünmeyeni görünür kılıyor.

Bu sergide, sanatçının dünyada olup bitenleri betimleme, insanlık sorunlarını diğer insanlara anlatma ve hatta onları bir amaç doğrultusunda bir araya getirme gayreti güden çalışmalarının hepsi, karşısındakine harekete geçme hissi veriyor. Öte yandan, benzer türde haberleri her gün gazetelerde, televizyonlarda görüyor, sosyal medyada okuyoruz. Peki neden insanlığın sorunları hakkında bilgi sahibi olmak, bir sanat eserini gördüğümüzde hissettiğimiz harekete geçme isteğini yaratamıyor?

 

 

“İnsanlar uzaktaki soyut olayları anlamak için yakındaki somut örnekleri kullanırlar.”

 

2011 yılında ODTÜ’de öğrenciyken öğrenci değişim programına katılmıştım. Uluslararası ofis ve montor hocalarımız değişim öğrencisi olacakları birkaç saatliğine bir araya getirerek, bizi nelerin beklediğine dair bilgilendirme yapacaklardı. Bilgilendirmenin içeriğinde, kendi konfor alanlarımızın ve “güvenli duvarlarımızın” dışına çıkıyor olduğumuz gerçeğinden yola çıkarak, bu ülke sınırları dışında “Türkiyeli olmanın” bizi karşı karşıya bırakabileceği durumlar hakkında bilgilendirmeler de yer alıyordu. Uluslararası İlişkiler bölümünden bir hocamız, o gün kısa bir konuşma yaptı. Ve konuşmasını aklıma kazınan şu cümleyle bitirdi: “İnsanlar uzaktaki soyut olayları anlamak için yakındaki somut örnekleri kullanırlar.”

 

Değişim öğrencisi olduğum dönemde ve sonralarında, bu cümlenin ne anlama geliyor olduğuna dair önemli deneyimler edindim. Yurt dışında tanıştığım insanların çoğu bana yaşadığım ülkenin koşulları, kültürü ve günlük yaşantısı üzerine onlarca soru yöneltti. Çoğu gün haberlerde duydukları, gördükleri bilgileri zihinlerinde yeterince iyi canlandıramayanlar için somut bir örnek haline gelmiştim. Etrafımdakiler bana bakarak, benim yaşantım ve olduğum insan üzerinden ülkemi ve ülkemde yaşanan diğer hayatları canlandırmaya çalışıyorlardı.

 

Ancak, cümlenin anlamını tamamen kavramam için biraz daha zaman geçmesi gerekti. Hem kariyerimde aldığım yol hem de psikoloji alanına duyduğum ilgi sayesinde, duygularımızın etkisi altında nasıl kaldığımızı ve beynimizin bizi hayretler içerisinde bırakacak kadar irrasyonel bir şekilde çalıştığını öğrendim.

 

İnsanların uzaktaki soyut olayları yakındaki somut örneklere bakarak anlamlandırmasına etki eden psikolojik etmenlerden ilki “yakınlık” kavramı. Bu, “somut örneğe” olan fiziksel uzaklığımız ve/veya ilişki biçimiyle ilgili. Yanı başımızda gerçekleşen bir cinayete kayıtsız kalmamız güçken tarih boyunca geçekleşmiş soykırımlar, savaşlar ve toplu katliamlar karşısında insanlığın kılını kıpırdatmaması, bunun en iyi örneği.

 

İkinci ve bence daha enterasan olan etmen ise canlılık. Canlılık, duyduğumuz ya da bize anlatılan hikâyeleri ne kadar belirgin hatlarla zihnimizde canlandırabilmemizle ilgili. Yani, hayal gücümüzle veya anlatıcının bize neyi ne kadar hayal ettirilebildiğiyle… Örneğin, mültecileri ele alalım. Binlerce insanın savaş nedeniyle ülkesini terk etmesini, akrabalarından ve sevdiklerinden ayrı düşmüş olmasının neye benzediğini hayal etmek, eğer böyle bir felakete maruz kalmadıysak çok güç. Öte yandan, eğer bize ülkesinden, şehirden istemeyerek taşınmak zorunda kalmış birinin hikâyesini; onun evine, mahallesindeki bakkala, sokakta her gün beslediği köpeğe son kez veda edişini anlatırsa terk ediş duygusunun muğlaklığı azalır. Hayatında bir defa mahallesini ya da yaşadığı şehri değiştirmek zorunda kalan herkes bunun ne demek olduğunu bilir. Detayları canlandırmanın harekete geçmekle önemli bir ilişkisi var. Küçük detayları görmeye başladığımızda, durum daha duygusal hale gelir ve olaylar karşısında harekete geçme hissimiz artar.

 

Davranışsal ekonominin öncülerinden Dan Ariely, Akıldışının Mantığı kitabında bunu şöyle açıklıyor: “Bir trajedi uzakta gerçekleşir, büyük olur ve çok sayıda insanı kapsarsa, o trajediyi daha uzak ve daha az duygusal bir perspektiften ele alırız. Bu, kötü kalpli olduğumuz için değil, insan olduğumuz için böyledir.” Bu noktada akılcı düşünmeye çalışmak, aslında empatiyi olumsuz etkiliyor. Çünkü bir insanın acısını milyonlarca insanla çarpma türünden hesaplamalar yapmaya çalışmak, sorunlara ilgimizi yoğunlaştırmak yerine içimizdeki merhamet duygusunu baskılıyor ve bizi durduruyor. Stalin’in dediği gibi “Bir insanın ölümü trajedi, bir milyon insanın ölümü ise istatistik” haline geliyor.

 

 

Sanatın beklenmedik faydası

 

İnsanlar, yakınlık kurdukları felaketlerde harekete geçiyor ve olaylar hayal güçlerini aştığında kilitlenip kalıyorlarsa kitlesel trajedileri çözmek için insanlıktan umudumuzu kesmeli miyiz? Sanatın ve sanatçıların tam bu aşamada devreye girdiğini ve modern hayattaki yerlerine anlam kattıklarını düşünüyorum.

 

Ai Weiwei’nin işleri üzerinden insanlığa katkısı, mültecilerin problemleri, devletin koyduğu yasaklar, polis zoru ve hapis cezaları gibi politik kararların yaşamımız üzerindeki etkisine ve modern çağ felaketlerine ayna tutmak. Bir sanatçı olarak, toplumların dünyadaki olaylarla yakınlık kurabilmesini sağlamak ve bunları zihnimizde canlandırmaya yardımcı olmak. Yaradılış gereği duygularımızın fazla esiri altında ve irrasyonel canlılar olarak, sanatın en beklenmedik faydasının, toplumsal gerçekliklerimizin farkına varmamızı sağlaması olurdu diye düşünüyorum. Sanat aracılığıyla farkına varabileceğimiz daha anlamlı pek az şey var.

Etiketler

Özge Karakaya

Üyelik Tarihi: 17 Ocak 2018
11 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör