Front Line Defenders’dan Risk Altındaki İnsan Hakları Savunucuları Raporu

Front Line Defenders: Türkiye’deki tutuklama dalgaları, sivil toplumun suistimallerle baş etme ve hak arama kapasitesini azaltıyor İrlanda merkezli sivil toplum kuruluşu 2017 hak ihlalleri raporunu yayımladı. Buna göre öldürülen hak ve çevre savunucularının çoğu mega projelere karşı faaliyet yürütüyordu. Hükümetler, hak savunucularına yönelik katliamda en iyi ihtimalle sessiz aksi halde doğrudan sorumlusu. İyi haber: Hak […]

Front Line Defenders: Türkiye’deki tutuklama dalgaları, sivil toplumun suistimallerle baş etme ve hak arama kapasitesini azaltıyor

İrlanda merkezli sivil toplum kuruluşu 2017 hak ihlalleri raporunu yayımladı. Buna göre öldürülen hak ve çevre savunucularının çoğu mega projelere karşı faaliyet yürütüyordu. Hükümetler, hak savunucularına yönelik katliamda en iyi ihtimalle sessiz aksi halde doğrudan sorumlusu. İyi haber: Hak savunucularının niceliği ve faaliyet alanları tehditlere rağmen artmakta!

Tehdit altındaki insan hakları savunucularını korumayı amaçlayan İrlanda merkezi sivil toplum kuruluşu Front Line Defenders, hak savunucularına yönelik 2017 raporunu kamuoyuyla paylaştı. Türkiye’ye de bir başlık açılan raporda, sivil topluma yönelik tutuklama dalgasıyla birlikte ülkeden ‘kaçışların’ arttığı ve sivil toplumun devam eden suistimallerle baş etme ve hak arama kapasitesinin giderek azaldığı belirtiliyor.

Ocak ayı başında yayınlanan rapora göre, geçen sene 27 ülkeden 312 insan ve çevre hakları savunucusu öldürüldü. Öldürülen hak savunucularının üçte ikisinden fazlası hemen hemen neredeyse mega-projeler yürüten madencilik endüstrisi ve büyük şirketlere karşı arazi, çevre ve yerel haklar konusunda faaliyet yürütüyordu. Öte yandan rapora göre artan şiddete rağmen ülkelerdeki hak savunucularının nicel varlığı ve çalıştığı alanlar artıyor.

Uluslararası şirketler yerel halkı hesaba katmıyor

Front Line Defenders raporu, hak savunucularına yönelik cinayetlerin yüzde 80’nin Brezilya Kolombiya, Meksika ve Filipinler’de işlendiğini ortaya koyuyor. Hak mücadeleleri ise hemen hemen her zaman, maden çıkarma, endüstriyel tarım ve turizm (sıklıkla sahte eko-turizm) ve büyük şirketlerin mega projelerini hayata geçirmesi esnasında başlıyor. Eylemlerin tarafları arasındaki mücadelede ise savunucular çevre ve yerli halkların haklarını savunuyor.

Yine rapora göre hükümetler ve güvenlik güçleri en iyi ihtimalle hak savunucularının aldığı tehditlere ve maruz kaldığı saldırılara tepkisiz kalmakta. En kötü durumda ise güvenlik güçleri hak savunucularına yönelik katliamların doğrudan sorumlusu durumunda. Altının çizilmesi gereken huşus ise söz konusu projelere finans desteği veren uluslararası yatırımcıların ve ana şirketlerin büyük bir bölümünün projelerin plan safhasında yerel halkları hesaba katmamaları ve danışmamaları nedeniyle çatışma riskinin artması.

Katillerin dokunulmazlığı ve tehditlerin çeşitlenmesi

Front Line Defenders, Birleşmiş Milletler tarafından 1998’de imzalanan İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi’nden bu yana 3.500’den fazla hak savunucusunun öldürüldüğünü tahmin ediyor. İnsan ve çevre hakları savunucularına yönelik cezasızlığın failleri cesaretlendirdiğini belirten kuruluş, bunun tehlike altındaki kimseler için kronik bir koruma eksikliğine dönüştüğünün altını çiziyor. Tehditlerle ilgili toplanan verilere göre savunucuların yüzde 84’ü, katledilmeden önce en az bir defa tehdit alıyor. Hükümetlerin ve uluslararası toplumun zayıf tepkisi, bunun kısa vadede değişeceği yönünde umut vermiyor.

Buna karşın, Front Line Defenders, çevre ve insan hakları savunucularının, kendilerini yıldırmaya yönelik karalama, suçlu gösterme, şiddet stratejileri geliştiren diktatörlere, uluslararası ‘yok edicilere’, dinsel muhafazakârlara ve baskıcı rejimlere meydan okuyarak hayatlarını tehlikeye atmaya devam etiklerini vurguluyor.

Türkiye’deki sivil topluma yönelik baskılar ve kaçışlar artıyor

Front Line Defenders insan hakları ihlalleri kapsamında Türkiye’ye özel bir başlık açıyor. Taş ocaklarına karşı çıkmalarıyla tanınan çevreci çift Ali Ulvi Büyüknohutçu ve Aysin Büyüknohutçu’nun öldürülmesi, 2017’de katledilen 312 insan ve çevre hakları savunucusunun arasında yer alıyor. İrlandalı kuruluş, Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarına yönelik baskıların 15 Temmuz darbe girişiminden sonra giderek arttığını belirtiyor.

Raporda, OHAL kapsamında yasaların geniş kapsamlı uygulanması nedeniyle kamu yetkililerinin, basının, meclisin ve derneklerin ifade özgürlüklerini önemli ölçüde kısıtlandığına dikkat çekilirken, bu yasaların insan hakları aktivistlerini hedef aldığı da vurgulanıyor. Front Line Defenders, temmuz ayındaki Büyükada’daki insan hakları savunucularına yönelik tutuklamaları işaret ederek, sekiz insan hakları savunucu, iki uluslararası eğitimcinin, bir güvenlik eğitimi sırasında tutuklanmış olmasının ve terör örgütüne destek olmakla suçlanmasının, Türkiye’deki sivil topluma yönelik baskılardaki yeni bir artış anlamına geldiğini belirtiyor.

Front Line Defenders raporunda, Büyükadada’ki insan hakları savunucularının, tutukluluk süreleri boyunca, hükümet yanlısı medya tarafından yönetilen bir iftira kampanyasına maruz kaldıklarının alt çizilirken, “Bu dava Devlet Başkanı Erdoğan’ın topluma karşı başlattığı tasfiyenin gülünçlüğünü göstermektedir zira uluslararası olarak tanınan söz konusu insan hakları kuruluşları, onlarca yıldır uluslararası standartlarda insan hakları için yaptıkları çalışmalarıyla tanınıyor” deniliyor. Öte yandan rapora göre Türkiye’de geçen sene insan hakları savunucuları hedef olsa da yaklaşık 400 avukatın cezaevine gönderilmesi ve yaklaşık bin avukatın soruşturmaya uğramasıyla 2017’de baskıların temel hedefinin avukatlar olduğu ifade ediliyor. Raporda Türkiye başlığında sonuç olarak “Ardı arkası kesilmeyen tutuklama dalgalarının sonucu olarak hak savunucuları, gazeteciler ve akademisyenler ülkeyi terk ederken, bu terk ediş, mağdurlar için, sivil toplumun devam eden suistimallerle baş etme ve hak arama kapasitesini azaltıyor” deniliyor.

Yine de bazı güzel haberler var

İrlanda merkezli kuruluşun sivil toplum ve hak savunuculara yönelik baskıları derlediği raporunda olumlu gelişmelere de bir başlık ayırıyor. Tüm dünyada hak savunuculara yönelik tehditlere rağmen umut verici gelişmeler yaşanıyor:

Gambiya’da Adama Barrow’u iktidara getiren 2016’nın sonlarına doğru yapılan seçimlerin ardından ülkede yeni bir dönem açılmış görünüyor. Gambiya’daki çevre ve insan hakları savunucuları, yeni cumhurbaşkanının 23 yıl süren Yahya Jammeh’in otoriter yönetiminden sonra ifade özgürlüğü alanını önemli ölçüde genişlettiğine dikkat çekiyor.

Diğer bir umut verici haber de geçen ocak ayında Kanada’dan geldi. Kanadalı bir temyiz mahkemesi Guatemalalı yedi çevre ve insan hakları savunucusunun barışçıl protestolarına şiddetle müdahale eden Kanadalı maden şirketi Tahoe Resources’a dava açmasına izin verdi. Tahoe Resources adlı maden şirketi Guatemala’nın Escobal şehrindeki gümüş madenine yönelik barışçıl eylemleri şiddetle bastırmıştı. Bu emsal, Kanadalı maden işletmecilerini özellikle madenciliğin yıkıcı etkilerine karşı protesto edenlere karşı, insan hakları standartlarını geliştirmeye zorlayabilir.

Geçen mayıs ayında Tayvan Yüksek Mahkemesi, anayasal olarak eşcinsel çiftlerin evlenme hakkına sahip olduğunu karar verdi. Böylece Tayvan, eşcinsel evliliğe izin veren ilk Asya ülkesi oldu. Söz konusu kararın verilmesinde Tayvan’daki insan hakları örgütleri önemli rol oynadı.

Asya’daki en baskıcı ülkelerden biri olan Özbekistan, yıllarca hapis yatan çevre ve insan hakları savunucularının serbest bırakıldığını açıkladı. Azam Farmonov, Ganihon Mamathanov ve Salizhon Abdurakhmanov hapishaneden serbest bırakılırken, gazeteci Jamşid Karimov bir psikiyatri hastanesinden özgürlüğüne kavuştu. Öte yandan uzun yıllar süren uluslararası tecritin ardından Özbek hükümeti, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ni ülkesine davet etti, söz konusu davetiyeler uluslararası STK temsilcilerine de gönderildi. Ancak bu umut verici gelişmelere rağmen, yeni gazetecilerin tutuklanması 2017 yılının sonlarında da devam etti.

Çeviri: Erdal Aktaş