“Sanki yedekte bir dünyamız daha varmışcasına kaynaklarımızı tüketiyoruz”

Dünyanın 2017 yılı boyunca bize ayırdığı kaynakları 2 Ağustos itibarıyla tükettik. Yani dünyanın 2017’deki limitini daha sekizinci ayda tükettik. Yılın geri kalanını bir sonraki yıldan ödünç alarak geçireceğiz.  Peki, bundan sonra ne olacak? Dünyayı kurtarmak için neler yapmamız gerekiyor? Tüm bu soruları ve daha fazlasını  Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF-Türkiye) İletişim Yönetmeni Berivan Dural ve […]

Dünyanın 2017 yılı boyunca bize ayırdığı kaynakları 2 Ağustos itibarıyla tükettik. Yani dünyanın 2017’deki limitini daha sekizinci ayda tükettik. Yılın geri kalanını bir sonraki yıldan ödünç alarak geçireceğiz.  Peki, bundan sonra ne olacak? Dünyayı kurtarmak için neler yapmamız gerekiyor? Tüm bu soruları ve daha fazlasını  Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF-Türkiye) İletişim Yönetmeni Berivan Dural ve WWF-Türkiye İklim ve Enerji Danışmanı Mustafa Özgür Berke ile konuştuk.*

 

Dünya Limit Aşım Günü nedir?

Berivan Dural

Küresel Ayak İzi Ağı’na (Global Footprint Network) göre “Dünya Limit Aşımı Günü”, insanlığın doğa üzerindeki yıllık talebinin, dünyanın bir yılda sağlayabileceği kapasiteyi aştığı gün olarak tanımlanıyor. 1997 yılında eylül ayına denk gelen limit aşımı günü, bu yıl şimdiye kadarki en erken tarihini gördü: 2 Ağustos. İnsan aktivitelerinin doğa ve doğal kaynaklar üzerindeki eşi görülmemiş baskısını sembolize eden tarih, ekolojik ayak izi kavramını da yeniden gündeme getiriyor. Tükettiğimiz kaynakları üretmek ve yarattığımız atığı bertaraf etmek için gereken toprak ve su alanını işaret eden ekolojik ayak izimiz büyüdükçe biyolojik kapasitemiz yetmez oluyor,  limiti daha erken aşıyoruz.

“Limit aşımı, yıllık faizle geçinmek yerine bankadaki ana parayı harcamak veya kredi kartı borcunu ödeyememek gibi tercüme edilebilir”

– Dünyanın kaynaklarını nasıl tüketiyoruz?

Okyanus ve ormanlarımızın emebileceğinden daha fazla karbondioksit üretiyor, balık stoklarını daha kendilerini yenilemeden tüketiyor, ağaçları yeniden büyümelerine izin vermeden kesiyoruz. Dünya talebimize kaynak yetiştiremiyor. Ekonomi, nüfus ve kaynak talebi büyüyor ancak dünyamızın büyüklüğü değişmiyor.  Limit aşımı, yıllık faizle geçinmek yerine bankadaki ana parayı harcamak veya kredi kartı borcunu ödeyememek gibi tercüme edilebilir. Bugün insanlığı finanse edebilecek tahmini doğal kaynak ihtiyacı için 1.7 dünya gerekiyor. Sanki yedekte bir dünyamız daha varmışçasına kaynaklarımızı tüketiyoruz. WWF’in 2016’da yayımladığı Yaşayan Gezegen Raporu’na göre insanoğlu sanayi devriminden sonra birçok farklı alanda limitleri çoktan aştı. Baş döndürücü hızlanma olarak adlandırılan bu kaynak tüketimi grafiklerde de netlikle görülebilir.

 

“20 yıldır bir iyileşme göstermeden kaynakları hesapsızca kullanmaya devam ediyoruz”

– Bu yıl dünyanın kaynaklarını 2 Ağustos itibariyle tükettik. Bundan sonra ne olacak?

1997 yılında eylül ayına denk gelen limit aşımı günü, bu yıl şimdiye kadarki en erken tarihini gördü: 2 Ağustos. Bugünden itibaren bir sonraki senenin doğal kaynaklarından ödünç alarak yaşamaya başladık. 2017’nin bizim için sağladığı kaynakları normalde bu yılın sonuna kadar kullanmamız gerekirken biz yılın sekizinci ayına gelir gelmez tüketiyoruz. Bu tarih 31 Aralık olduğu zaman iyiye giden bir eğilimden bahsedebiliriz. 1997 yılından beri Limit Aşımı Günü her yıl biraz daha geri geldi. Eğilim ortada, 20 yıldır bir iyileşme göstermeden kaynakları hesapsızca kullanmaya devam ediyoruz. Bundan sonrasında acilen harekete geçmez, tüketim ve üretim biçimlerimizde köklü değişimler gerçekleştirmezsek bu tarih her yıl daha öne kaymaya devam edecek.

– Peki, dünyanın kaç senesi kaldı?

Bunu söylemek çok zor. Dünyanın biyolojik kapasitesi ve ekolojik ayak izimizin büyüklüğüne dair bilgiler bu tarihi tespit etmemiz içi yeterli değil. Dünyanın ömrünü belirleyen farklı faktörler ve dinamikler var. Biz yalnızca dünyayı kendimiz ve diğer canlılar için yaşanamaz bir hale getiriyoruz. Birleşmiş Milletler’in çok yakında yayınladığı bir rapora göre eğer böyle giderse, 2050’de denizlerimizde balıktan çok plastik olacak. Bu veri de eşiğe çok yaklaştığımızı gösteriyor.

“Bu gidişatı durdurmamız mümkün. Limit aşımını her yıl sadece 4.5 gün ileriye atmayı başarabilirsek 2050’de tek bir gezegenin sağladığı kaynaklar bize yetebilecek”

 – Bundan sonra dünyanın limitini aşmamak mümkün mü? Aşmamak ya da o oranı azaltmak için ne yapmak gerekiyor?

Bu gidişatı durdurmamız mümkün. Limit aşımını her yıl sadece 4.5 gün ileriye atmayı başarabilirsek 2050’de tek bir gezegenin sağladığı kaynaklar bize yetebilecek. Örneğin dünyadaki gıda atığını yüzde 50 azaltabilirsek Limit Aşımı Günü’nü 11 gün ileriye atabiliriz. Küresel karbon ayak izimizi yüzde 50 azaltabilirsek Limit Aşımı tarihini 89 gün ileriye atabiliriz. Şimdiden birkaç umut verici gelişme yaşanmaya başladı. Örneğin en güncel verilere göre ABD ekolojik ayak izini yüzde 20 oranında düşürdü, bu gelişmede karbon emisyonlarının azaltılmasının büyük payı var. Dünyada toplam ekolojik ayak izi en büyük ülke Çin ise beş yıllık faaliyet planlarında ekolojik bir uygarlık yaratacağının sözünü verdi. Ayrıca İskoçya, Kosta Rika, Nikaragua gibi enerji sistemlerini hızla karbonsuzlaştırarak bu değişimin mümkün olduğunu gösteren ülkeler de mevcut. Bu gidişatı tersine çevirebiliriz. Yeter ki birlikte hareket edelim.

“Birleşmiş Milletler raporu, Paris Anlaşması’nda taahhüt edilen emisyon azaltım hedeflerinin tamamı gerçekleşse dahi gezegenimizin 2.9 ila 3.4 derece  ısınacağını ortaya koydu”

– İklim değişikliğinin geldiği durumdan geri dönüş mümkün mü?

Mustafa Özgür Berke

İklim değişikliği, bugün insanoğlunun karşı karşıya kaldığı en önemli sorunlardan biri. Başlıca kaynağı fosil yakıtlar olan karbon emisyonlarının artış hızını durdurup geri çeviremediğimiz takdirde, 2060’da 4 derece, yüzyıl sonunda ise 6 derece daha sıcak bir dünyada yaşamak durumunda kalacağız. Bu, ekosistem, canlı ve bitki türleri kadar beşeri sistemler için de tehdit oluşturuyor. Küresel ekonomide istikrarın ve sürdürülebilirliğin sağlanması da, bu mücadelenin başarısına bağlı.

Bilim insanlarına göre iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinden korunmak için sanayi devrimi öncesine göre ortalama sıcaklıklardaki artışı, en fazla 1.5 derece ile sınırlamak gerekiyor. Bu hedefi tutturmak için ise enerji altyapısında dönüşüm şart. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli küresel enerji altyapısında köklü değişiklikler yapılması ve bu çerçevede 2050 yılında düşük karbonlu enerjinin, elektrik üretimindeki payının yüzde 90’ın üzerine çıkartılması gerekliliğinin altını çiziyor. Uluslararası Enerji Ajansı ise iklim değişikliğiyle mücadele için yeryüzündeki fosil yakıt rezervlerinin üçte ikisinin yeraltında bırakılması gerektiğini belirtiyor.

Birleşmiş Milletler raporu, Paris Anlaşması’nda taahhüt edilen emisyon azaltım hedeflerinin tamamı gerçekleşse dahi gezegenimizin 2.9 ila 3.4 derece  ısınacağını ortaya koydu. Bu durumdan geri dönüşü düşünmeden önce bu gidişatı durdurmaya odaklanmamız lazım. O sebeple, Paris Anlaşması gibi mekanizmaların doğru işlemesi, ülkelerin açıkladığı taahhütleri sürekli olarak iyileştirmesi ve dünyanın artan bir ivmeyle karbonsuzlaşmaya doğru gitmesi gerekiyor.

– Dünyayı kurtarmak için kamunun ve STK’ların üzerine düşen rol nedir?

Dünyanın birçok ülkesinde birçok kuruluş, ekolojik ayak izini küçültmek ve biyolojik kapasiteyi yükseltmek için çalışmalar yürütüyor. Ancak birçok ülkenin önceliğini de agresif kalkınma planları oluşturuyor. Bir yandan yıkıcı gelişmelere şahit olurken bir yandan da doğa için atılan kolektif adımlar, gelecek için umut beslememize yardımcı oluyor. Burada önemli olan, insanın doğayla uyum içinde yaşayabileceği bir geleceğe yatırım yapmak.

Örneğin, Türkiye’nin küresel sürdürülebilirlik trenini yakalaması için, “büyüme hızı”, “gayri safi hasıla” gibi ekonomik parametrelerin yanında “ekolojik ayak izi”, “biyolojik kapasite” gibi yeni göstergeleri de kalkınma stratejilerine dâhil etmesi ve kalkınma politikalarıyla doğa koruma politikalarını bütünleştirmesi gerekiyor. Bir ülkenin “biyolojik kapasitesi”, doğal kaynak arzı olarak kabul edilirse” “ekolojik ayak izi” ise doğal kaynak talebidir. İkisi arasındaki fark ise “ekolojik açık” ya da “limit aşımı”dır; bu  makas her yıl açılıyor. Ekolojik Ayak İzi’nin azaltılması ekolojik açığın kapatılması için tek başına yeterli değil; limit aşımına son vermek için aynı zamanda biyolojik kapasiteye yatırım yapılmalı, yani orman, tarım, mera, sulak alan, balık stokları gibi üretken alanların verimliliği artırılmalı. Bu gidişi tersine çevirmek için yarından tezi yok harekete geçmeliyiz.

Sivil Toplum Kuruluşları da, bu gelişimi destekleyici projeler üretmeli, araştırmalar gerçekleştirmeli ve karar vericileri etkileyecek yaklaşımlar geliştirmeli. İklim değişikliği gibi birçok konuda veri azlığı söz konusu. Bu açığı kapamada akademi ve sivil toplum iş birlikleri öne çıkıyor. Daha büyük projeler, daha önemli veriler, daha güçlü söylemler demek. Bu gidişatı durdurma konusunda kamu kurumları ve sivil toplum dışında iş dünyası, akademi ve bireylere de iş düşüyor. Hepimiz birlikte hareket edersek kayda değer bir değişimin yaratıcısı olabiliriz.

 

*Katkılarından dolayı Özlem Türkdoğan’a teşekkür ederim.