DİKAD Başkanı Reyhan Aktar: Dünya deneyimlerinin çoğunda çözüm ‘artık olmaz’ denilen noktada geliyor

“İrlanda örneğini birinci ağızdan dinlerken, çatışma süreçleri içinde sizin için takıntıya dönen konuları fark ediyorsunuz. Çok hayati olarak gördüğünüz meselelerin ön koşul olmadığını fark ediyorsunuz. Ülkelerin kültürel, toplumsal, dinsel yapılarının çözüme dair davranışlarını nasıl etkilediğini fark ediyorsunuz. O yüzden statik çözümlerden ziyade zamanın, koşulların, toplumsal davranışların esas olduğu çözüm yöntemlerine yönelmeniz gerektiğini daha yakından görüyorsunuz” […]

“İrlanda örneğini birinci ağızdan dinlerken, çatışma süreçleri içinde sizin için takıntıya dönen konuları fark ediyorsunuz. Çok hayati olarak gördüğünüz meselelerin ön koşul olmadığını fark ediyorsunuz. Ülkelerin kültürel, toplumsal, dinsel yapılarının çözüme dair davranışlarını nasıl etkilediğini fark ediyorsunuz. O yüzden statik çözümlerden ziyade zamanın, koşulların, toplumsal davranışların esas olduğu çözüm yöntemlerine yönelmeniz gerektiğini daha yakından görüyorsunuz”

Çatışma çözümleri ve demokratik gelişim konusunda çalışmalar yapan Londra merkezli sivil toplum kuruluşu Demokratik Gelişim Enstitüsü (Democratic Progress Institute – DPI), daha çok Kuzey İrlanda modeli olmak üzere uluslararası çözüm deneyimlerinin Türkiye gündemine girmesi için bugüne kadar Türkiye’den birçok heyetle hem deneyim paylaşımı ziyaretleri yaptı hem de istişari çalışmalarda bulundu. Toplumlararası diyaloğu ve halkın sürece katılımı yoluyla barışın inşasını teşvik etmeyi amaçladığını belirten kuruluş,  10-13 Temmuz tarihlerinde Türkiye’den iş insanlarını kapsayan bir heyeti Belfast ve Dublin’de ağırlayarak Kuzey İrlanda’daki çözüm sürecinde iş dünyasının rolü ile ilgili yuvarlak masa toplantıları düzenledi. 29 Temmuz’da da sivil toplumdan kadınlarla Ankara’da bir toplantı yapan kuruluş, ‘Kadınların Barış Süreçlerine Katılımı’ konusunu masaya yatırdı.

Hem bu seyahate hem de Ankara’daki toplantıya katılan iş dünyası ve sivil toplum temsilcilerinden biri olan Diyarbakır İş Kadınları Derneği (DİKAD) Yönetim Kurulu Başkanı Reyhan Aktar ile bu toplantıları konuştuk.

DPI ile dört günlük bir İrlanda seyahatine gittiniz. Bu seyahatlerin katkısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

DİKAD Başkanı Reyhan Aktar
DİKAD Başkanı Reyhan Aktar

Çok kısa sürede yoğun bilgi ve deneyim akışının sağlandığı bir programdı. Böyle bir programdan tek seferde hap bilgilere ve deneyime ulaşmak mümkün değil elbet. Kuzey İrlanda barış sürecine dair aklımda onlarca soru ile gittim. Onlarca sorunun cevabını bulurken onlarca soru ile döndüğümü de fark ettim. Sürece dahil olan sivil toplum örgütlerinin nasıl seçildiği, iş dünyası temsilcilerinin kendilerini bu süreçte nasıl koruyabildikleri, kamuoyunun nasıl ikna edildiği, iktidar ve muhalefet partilerinin süreçte nasıl ortaklaştığı, süreçte nasıl bir dil kullanıldığı, medyanın rolü, şeffaflığın ne düzeyde olduğu gibi sorularla gitmiştim. Aldığım cevaplarda ülke olarak uzak olduğumuz hiçbir hususu görmedim. Bu da metodoloji konusunda Kuzey İrlanda örneğinin bizim için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi. Duvarların kaldırılmasının hangi aşamada mümkün olacağı, Katolik ve Protestan çocukların aynı okullarda eğitim almasının neden sağlanamadığı, ‘Brexit’in orta ve uzun vadede sürece nasıl etki edeceği, barışın sürdürülebilirliği konusunda bundan sonra yapacakları, yüzleşme komisyonu kurmakta neden bu kadar çekindikleri; dönerken benim için merak konusu olan hususlardı. Özellikle yüzleşme komisyonu konusunda çeşitli görüşler dinlemek, böyle bir komisyonun bu süreçlerde sanıldığı kadar fayda sağlamayabileceği düşüncesini yer etti bende. Devamlı okuduğumuz, bölgemizde yaşanan olaylara dair kafa yorduğumuz konuların dünya örneklerini görmek, bu işi aktörlerinden dinlemek çok kıymetli. Aktörlerin size karşı şeffaflık düzeyleri arttıkça, sürece dair çokça sorunun cevabını alma şansınız oluyor. Kendi ülkenizde yaşanan durumla kıyas yapmak daha kolay, daha gerçekçi oluyor.  İrlanda örneğini birinci ağızdan dinlerken, çatışma süreçleri içinde sizin için takıntıya dönen konuları fark ediyorsunuz. Çok hayati olarak gördüğünüz meselelerin ön koşul olmadığını fark ediyorsunuz. Ülkelerin kültürel, toplumsal, dinsel yapılarının çözüme dair davranışlarını nasıl etkilediğini fark ediyorsunuz. O yüzden statik çözümlerden ziyade zamanın, koşulların, toplumsal davranışların esas olduğu çözüm yöntemlerine yönelmeniz gerektiğini daha yakından görüyorsunuz.

“İrlanda’da barış sürecinin en temel uzlaşısı çatışmasızlık. Katoliklerin ve Protestanların bir arada yaşama kültürü hala gelişkin değil. Toplumlar arasındaki coğrafi ve demografik sınırlar çok keskin ve net. Türkiye’de yaşayanlar olarak biliyoruz ki, çatışmanın en yüksek olduğu zamanlarda bile halklar arasında böyle bir ayrım hiç olmadı. Bir arada yaşama, paylaşım kültürümüz, iç içe geçen nüfus yapımız bizim için önemli bir avantaj”

Bu seyahate nasıl bir ekip katıldı, böyle bir ekibin seçilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu ziyarete ağırlıklı olarak, Türkiye’de iş dünyası temsilciliğinin yanında sivil toplum örgütlerinde aktif rol alan isimlerin aldığı bir ekip katıldı. Bu ekibin seçilmesindeki esas hedef İrlanda’da barışın ekonomik boyutunu ele almak, sağlanan barışta iş dünyasının oynadığı rolü ve barış ekonomisi konseptini görmekti.  Barışın ekonomik boyutunu ele alma  fikrinin ve ekibin oluşturulmasının mimarı  sayın Kezban Hatemi ve DPI oldu. Görüşülen konular arasında Kuzey İrlanda ekonomisine barışın faydaları, işletmelerin barış sürecini nasıl etkilediği, toplumsal bütünlük oluşturmada sosyal girişimlerin rolü, İrlanda ve Kuzey İrlanda arasındaki sınır ötesi ticaret ve çatışma çözümlerinde spor organizasyonlarının rolü sayılabilir.  Heyet, sınır ötesi ticaretle uğraşan iş insanları, eski İrlandalı Başbakan Bertie Ahern ve İrlanda Dışişleri ve Savunma Bakanı Sayın Dermot Ahern gibi gazeteci ve diplomatlarla Dublin ve Iveagh’daki toplantılara katıldı. Belfast’ta delegasyon, barış sürecinde doğrudan yer alan iş insanları, akademisyenler ve Kuzey İrlanda sosyal girişim sektörü temsilcileri ile bir araya geldi. Bu, DPI tarafından bu seminal ziyaretin tartışmalarını ve konularını oluşturmak için yapılacak gelecekteki etkinliklerle birlikte barındırılan iş temsilcilerinin ilk toplantısıydı.

Peki, oradaki barış sürecine dair nasıl izlenimler edindiniz?

İrlanda’da barış sürecinin en temel uzlaşısı çatışmasızlık. Katoliklerin ve Protestanların bir arada yaşama kültürü hala gelişkin değil. Toplumlar arasındaki coğrafik ve demografik sınırlar çok keskin ve net. Türkiye’de yaşayanlar olarak biliyoruz ki çatışmanın en yüksek olduğu zamanlarda bile halklar arasında böyle bir ayrım hiç olmadı. Bir arada yaşama, paylaşım kültürümüz, iç içe geçen nüfus yapımız bizim için önemli bir avantaj. İrlanda’da kendi barış süreçlerini anlatırken, sürecin çatışmaların en yoğun yaşandığı dönemden sonra geldiğine sıkça vurgu yapıldı. Çatışma sonrası tüm kesimlerdeki yorgunluk, sonuçsuzluk, barış isteği ve arzusu mutabakata giden en önemli unsur olmuş. ‘Hayırlı Cuma Anlaşması’na kadar çokça denenen ama başarısız olan bir süreçten geçmişler. Tabi ‘Hayırlı Cuma Anlaşması’na kadar kesimlerin barışa ve başarıya olan inançlarının zayıf olduğunu görmek de mümkün. Sivil toplum örgütleri, din adamları, iş insanları, kadın örgütleri bu anlaşmadan sonra sürecin dinamiği haline gelmişler. Bu da şunu gösteriyor: Çatışan taraflar barışa hazır olmadıkça, uzlaşıya varmadıkça toplumsal dinamiklerin harekete geçmesi ve süreci geliştirmesi diğer dünya örneklerinde de zor olmuş. Ama bu konuda bizim bir avantajımız var, sürecin birincil aktörü olamasa da bunu arzulayan, yol açan bir sivil toplum vardı

“Avila ve Jane’in barış süreçlerinde aldıkları rol, Türkiye’deki kadın hareketleri tarafından yakından incelenmeli bence. Çatışmalı süreçlerde birbirini anlamaktan ziyade birbirini düşmanlaştıran kesimlerin diyalog kanallarını açmışlar. Ve bunu yaparken mikro ölçekli sorunları ortaya koyarak yapmışlar. Özellikle ifade ettikleri büyük ‘S’ (Siyaset) yerine küçük ‘s’ (siyaset), büyük ‘P’ (politika) yerine küçük ‘p’ (politika) anlayışı ufuk açıcı. Katolik ve Protestan kadınları yan yana getirirken yaşamsal ortak meseleler üzerine hareket etmişler”

İrlanda programınız sonrasında Ankara’da yine DPI tarafından düzenlenen ‘Kadınların Barış Sürecine Katılımı’ konulu bir toplantıya katıldınız ve Kuzey İrlanda Kadın Komisyonu’ndan insanları dinlediniz. Kadın hareketlerinin içinden biri olarak o toplantıyı nasıl değerlendirdiniz? Türkiye’deki kadın hareketi de barış süreci adına neler yapabilir?

Toplantı, dediğiniz gibi, DPI’ın ‘Kadınların Barış Süreçlerine Katılımı’ başlıklı çalışma serisinin devamıydı. Farklı siyasi, sosyal ve kültürel kesimlere mensup kadınların bir araya geldiği bir toplantıydı. Konuşmacılar, Kuzey İrlanda Kadın Koalisyonu kurucu üyeleri Avila Kilmurray ve Jane Morrice idi.  Bunlar, biri Katolik biri protestan olan iki kadın. Avila, ‘Hayırlı Cuma Anlaşması’ müzakerelerinde yer almıştı. Böyle bir sürecin kadınlar olmadan eksik kalacağını düşünen, bunun için bir kadın partisi kuran cesur bir kadın. Jane Morrice de hâlihazırda Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi Başkan Yardımcısı. Bir dönem Kuzey İrlanda siyasetinde aktif rol almış, Kuzey İrlanda’ya yetki devri verilmesinden sonra kurulan yeni meclisin işleyişini düzenleyen ‘İç Tüzük Komitesi’nde yer almış.

İrlanda, kadınların toplumsal yaşama katılımı, kamusal görünümü, siyasal pozisyonları açısından Avrupa ülkelerinin çok gerisinde. Çatışmanın, eğitim sisteminin ve başka bir çok şeyin bütün olumsuzlukları kadınları fazlaca etkilemiş. Avila ve Jane’in barış süreçlerinde aldıkları rol, Türkiye’deki kadın hareketleri tarafından yakından incelenmeli bence. Çatışmalı süreçlerde birbirini anlamaktan ziyade birbirini düşmanlaştıran kesimlerin diyalog kanallarını açmışlar. Ve bunu yaparken mikro ölçekli sorunları ortaya koyarak yapmışlar. Özellikle ifade ettikleri büyük ‘S’ (Siyaset) yerine küçük ‘s’ (siyaset), büyük ‘P’ (politika) yerine küçük ‘p’ (politika) anlayışı ufuk açıcı. Katolik ve Protestan kadınları yan yana getirirken yaşamsal ortak meseleler üzerine hareket etmişler. Ama her mesele için ortaya diyalog yöntemi koymuşlar. İletişim dillerinin kuralları vardı. Yani çoğu zaman çözüm her şeyin açık konuşulması ya da ifade edilmesinden geçmiyordu onlara göre. Toplumsal uzlaşmayı, farklı grupları bir araya gelebilecekleri konular üzerinden, birbirleri ile tanıştırarak, birbirlerinin hayatlarına dokunarak sağlamışlar. Türkiye’deki kadın hareketleri olarak birbirimizi tanıma sorunumuz yok ama maalesef meselelerimizi ele alırken bulunduğumuz politik durumları öncelik kılmaktayız. Kadın hareketleri olarak barışa dair mikro ölçekli çalışmaları çoğu zaman küçümsüyoruz.

Avila ve Jane barış süreçlerinde aldıkları pozisyonlar ne olursa olsun, edindikleri misyondan ve çalışma modelinden vazgeçmemişler. Partilerinin seçilmediği, mecliste yer almadıkları dönemde yeni bir arayışa girmemişler mesela. Bizde kişisel kariyerler, mesela siyaset koltuklarına oturanların koltuklarını koruma kaygıları onları çoğu zaman duruşlarını değiştirmeye zorlayabiliyor. Ne yapabilirim duygusu da insani, iyi niyetli önemli bir duygu. Ama bu duygunun da hedeften saptırıldığını bu deneyimlerde görmek mümkün. Daha büyük düşünme, makro sorunlara yönelme, hareket kabiliyetlerimizi kısıtlayarak ve zaman kaybına sebep olabiliyor. Kuzey İrlanda örneğinde mikro ölçekli çalışmalarının istikrarlı ve uzun vadeli yapıldığı zaman nasıl bir makro sonuca dönüştüğünü görmek çok mümkün. Kuzey İrlanda’da barışın sürdürülebilirliği bir arada yaşama kültürünün oturması ile mümkün ve insanları en uzun süreli bir arada tutacak şey mikro ölçekli sorunlar ve yaklaşımlar olmuş. Bu kadınlar makro meseleler ile birbirini hiç tanımayan grupları bir arada tutamazlardı. Erkekler iktidardan bakarken kadınlar yaşamdan bakar. Türkiye’deki kadın hareketi de zaman zaman hataya düşerek erkeğin baktığı makro alandan bakabiliyor, mikro ilişkilerin tabandan yukarıya doğru bir ortak yaşam ve barış düzeni kurabileceğini ıskalamamak gerekiyor.

Filipinler, Kolombiya, Kuzey İrlanda… Gözlemlediğim dünya deneyimlerinin hemen hepsinde çözümün, ‘artık olmaz’ denilen noktadan sonra geldiğini gördüm. Çünkü, Barselona’daki ‘Barış Kültürü Okulu’nun da kurucusu olan barış müzakerecisi Vicenç Fisas’ın da dediği gibi “Tanrı hiçbir çatışmayı sonsuza dek sürsün diye planlamadı”

Türkiye’de bir çözüm ihtimalinin konuşulmaktan dahi çekinildiği bir zamandayız. Böyle bir dönemde olması bu seyahat ve toplantılara nasıl bir anlam yüklüyor?

Aslında bunu programa katılanlarla ve programı dizayn eden DPI ekibi ile de sıkça konuştuk. Öncelikle burada esas amaç, Türkiye’de yeni bir süreç başlatmak değil. Keşke böyle bir imkanımız olsa, o ayrı. Orada Türkiye’yi çok az konuştuk. Esas mesele önümüzdeki örneği, Kuzey İrlanda’yı anlamaktı. Ama kıyas yapmamak, kendimizi sorgulamamak mümkün değil elbette. Bu tecrübe aktarımlarının en iyi tarafı da bu, her sorunun özgül çözüm koşulları olduğunu ama genel geçer evrensel benzerlikler olduğunu görüyorsunuz. Hem bu genel geçer benzerliklerin çözüme nasıl katkı sağlayabileceğini hem de farklı koşullardan nasıl dersler alınabileceğini düşünüyorsunuz. Sizinle de konuştuğumuzda sürekli bir kıyaslama yapıyoruz ister istemez. Bu gerekli de, daha çok dünya örneği tecrübe etmek ve her zaman Türkiye’deki durumla kıyaslamak, benzerlik ve farklılıkları üzerinde uzun uzun düşünüp tartışmak gerekiyor.

Bugün çözüm ihtimalinin konuşulmasından çekinilmesinin birçok sebebi var. Bu sebeplerin ebedi olacağını düşünmüyorum. Bizler Türkiye’nin içinde bulunduğu veya bulunacağı her sürece hazırlıklı olmak zorundayız. Bu sorumluluğu bu ülkede sivil toplum temsilcisi olduğumuz için değil sadece, bu ülkenin vatandaşı olduğumuz için hissetmeliyiz. Bizler barışı inşa edecek birincil aktörler değiliz ancak o yola gireceklerin ayağı takılmasın diye yola küçük taşlar döşeyebiliriz. Ve en önemlisi benzer ya da farklı dünya örnekleri, bir çözüm süreci başladığında ona daha hazırlıklı olmamız gerektiğine dair dersler veriyor, önceki tecrübelerde böyle bir hazırlık da bu hazırlığa duyulan ihtiyaç da belirgin değildi. Filipinler, Kolombiya, Kuzey İrlanda… Gözlemlediğim dünya deneyimlerinin hemen hepsinde çözümün, ‘artık olmaz’ denilen noktadan sonra geldiğini gördüm. Çünkü, Barselona’daki ‘Barış Kültürü Okulu’nun da kurucusu olan barış müzakerecisi Vicenç Fisas’ın da dediği gibi “Tanrı hiçbir çatışmayı sonsuza dek sürsün diye planlamadı.” Umarım bir an önce Türkiye’de de kalıcı bir barışın tesis edilmesi için gerekli sorumluluklar alınır, adımlar atılır. Buna istisnasız herkesin, ekmek, su kadar ihtiyacı var…

 

Reha Ruhavioğlu

Üyelik Tarihi: 08 Eylül 2017
64 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör