Doç. Dr. Ahmet Koyuncu: Ayni ve Nakdi Yardımla Uyum Sağlanamaz

 “Kentin Yeni Misafirleri Suriyeliler” kitabının yazarı, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Koyuncu ile  genel hatlarıyla mülteci meselesini ve Konya’daki Suriyelilerin yaşadıklarını konuştuk. Yerel aktörlerin artık sosyal yardımlardan ziyade sosyal içerme ve sosyal hizmeti önceleyen politikalara yoğunlaşması gerektiğini belirten Koyuncu “Nitekim ayni ve nakdi yardımla uyum sağlanamaz, sadece sorun üretirsiniz” diye […]

 “Kentin Yeni Misafirleri Suriyeliler” kitabının yazarı, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Koyuncu ile  genel hatlarıyla mülteci meselesini ve Konya’daki Suriyelilerin yaşadıklarını konuştuk. Yerel aktörlerin artık sosyal yardımlardan ziyade sosyal içerme ve sosyal hizmeti önceleyen politikalara yoğunlaşması gerektiğini belirten Koyuncu “Nitekim ayni ve nakdi yardımla uyum sağlanamaz, sadece sorun üretirsiniz” diye konuştu.

Konya’daki Suriyeliler hakkında bilgi verebilir misiniz?

Konya’da şu an resmi rakamlara göre 90 bin Suriyeli yani geçici koruma ve 5 bin civarında sığınmacı ve mülteci var. Konya’daki Suriyelilerin önemli bir bölümü Halepli. Büyük bir bölümünün eğitim seviyesi oldukça düşük. Çoğu vasıfsız. Kısal alanlardan gelenler de hatırı sayılır seviyede. Dolayısıyla bir güvenlik sorunu teşkil etmeseler de kent hayatına ve kurallarına uyum sağlayamadıkları için yerel halk arasında huzursuzluğa sebep olabiliyorlar zaman zaman. 1950’lerin Türkiye’sinde kırdan metropole göçte yaşanan uyum sorunlarının benzerleri tekerrür ediyor diyebilirim. Bunun yanında özellikle kent merkezinde (Kültürpark-Zafer gibi) sıklıkla gördüğünüz dilenciler, çingeneler ve suça bulaşma potansiyeli olanlar var. Suriye’de de dilencilikle geçinen ya da suça bulaşmış olan bu kesimler ülkemizde de mevcut yaşam tarzını/mesleklerini sürdürüyor. Esasen toplam Suriyeli nüfus içinde oldukça küçük bir yekûn teşkil ediyorlar ancak kamusal alanda sürekli görünür oldukları için maalesef Suriyelilere yönelik dışlayıcı tavır ve tutumlar için temel dayanak noktasını oluşturuyorlar. Bu bakımdan özellikle dilenciler ve suça bulaşanlar konusunda yeterli önlem aldığımızı düşünmüyorum.

Konya halkının sığınmacılarla olan ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Konya özelinde yaptığınız saha çalışmalarını anlatır mısınız?

Aslında Konya halkının Suriyelilere bakışı ve tepkileri de ülke genelinde dile getirilen hususlardan farklı değil. Ancak Konya’nın en büyük farkı olumsuz tepkilerin daha düşük seviyede oluşudur. Yani toplumsal kabul Türkiye ortalamasının üzerinde. Bu da elbette Konya’nın muhafazakâr kimliği ile ilgili. Ben 2014’ten bugüne düzenli olarak konuyu çalışıyorum. Bu kapsamda Türkiye’de konuyla ilgili ilk kitap çalışması olan “Kentin Yeni Misafirleri Suriyeliler” isimli eseri yayınladım. Hem Suriyeliler, hem yerel halk hem de ilgili kurum ve kuruluşların yanı sıra sektör temsilcileri ile yaptığımız saha araştırmalarından yola çıkarak hazırladık bu eseri. Oldukça da ilgi gördü. 2015’te Prof. Dr. Abdullah Topçuoğlu ve Prof. Dr. Ertan Özensel hocalarım ile Kalkınma Bakanlığı bünyesinde Konya MÜSİAD adına Suriyelilerin ekonomik imkânlarının belirlenmesine yönelik bir proje yürüttük. Geçen yıl, Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi Vakfı  tarafından organize edilen Uluslararası Göç Zirvesi için Suriyeliler bağlamında göç ekonomisi üzerine bir çalışma hazırladım. Bu yıl, yüksek lisans öğrencilerimizle Suriyelilerin toplumsal uyumu ve vatandaşlık tartışmaları kapsamında geniş bir araştırma yaptık. Ayrıca İnsan ve Medeniyet Hareketi’nin kentleşme ve göç başlıklı özel grubunda Nihal Aydın arkadaşımızla emek piyasasındaki Suriyeli çocuklar, Mihrullah Tevekkül arkadaşımızla da Suriyeli çocukların eğitimi üzerine ilgili bir araştırma gerçekleştirdik. Şimdi önümüzdeki yılın çalışmalarını planlıyoruz.

Doç. Dr. Ahmet Koyuncu

Türkiyeli vatandaşların Suriyelilere karşı en ufak bir suç halinde ayaklandığını ve bir kişinin suçunu tüm sığınmacılara yükleyerek büyük linç vakalarının yaşandığını görüyoruz farklı şehirlerde. Bu olaylar hem Türk ve hem Suriyeli bir arada yaşayan insanlar için uzun vadede nasıl bir duruma evrilir ? 

2014’te kitabımda da yazmıştım ve şimdi de aynı iddiamı koruyorum. Terörden ve Alevi-Sünni çatışmasından bir sonuç çıkaramayanların mevcut konjonktürde ilk gündeme alacakları husus iki halkın çatıştırılmasına dönük yeni bir fay hattı inşa etmek olacaktır. Nitekim son dönemde karşılaşılan olaylar bunun çok uzak bir ihtimal olmadığını da göstermektedir. Bu sebeple, ülkemizde Suriyelilere yönelik toplumsal kabulün artırılması son derece elzemdir.

Sakarya’da yaşanan Suriyeli Emani Arrahman ve iki çocuğunun katledilmesi çok acı bir olaydı ve sosyal medyada da büyük gündem oldu. Bu acı olayı Türkiye ve Suriyeliler açısından nasıl değerlendirmeli?

Biraz önce de ifade ettiğim gibi insan varsa esfel-i safilinde bulunur. Bu olay gerçekten sözün bittiği yer. Ancak, nasıl ki bazı kendini bilmez Suriyeliler yüzünden bütün Suriyelileri suçlamak bir yanlışsa aynı şekilde “içimizdeki birtakım beyinsizlerin işledikleri suçlar”dan Türk halkını sorumlu tutmak da yanlış olur. Bununla birlikte medyanın bu konudaki rolünü de mutlaka tartışmak lazım. Özellikle sosyal medya da Suriyelileri aşağılayan, değersizleştiren hatta yok sayan paylaşımlar, bu ve benzeri vahşet içeren olaylar için tetikte bekleyen canilere de bir meşruiyet zemini oluşturuyor. Esasen ülkede işlenen suçun gerektirdiği ceza verilmediği müddetçe benzeri olaylarla karşılaşmamız mukadderdir.

Suriyeli sığınmacılarla Türkiye halkının birlikte yaşaması ve halkların birbirine adaptasyonu için bir toplum bilimci olarak sizce nasıl bir yol/yöntem izlenmesi gerekir? Konya özelinde bu konuda izlenen bir çalışma ya da proje var mıdır?

 İlk olarak kendi medeniyet müktesebatımızı yeniden hatırlamalıyız. Başta ‘ensar’, ‘muhacir’ kardeşliği olmak üzere mevcut toplumsal gerçekliği batının değil kendi kavram setlerimiz ile tanımlamalıyız. Anlam haritalarımızı ve toplumsal pratiği bu kavram setlerinin içerdiği ve bağlantılı olduğu tüm değer ve kodlarla yeniden inşa etmeliyiz. Elbette bu bir zihniyet dönüşümüne işaret etmesi bakımından uzun soluklu bir çabadır. Hâlihazırda ise nüfus, istihdam, barınma, eğitim, sağlık, çevre, hukuk gibi tüm alanlarda yeni göç politikaları üretmeliyiz. Bunun için öncelikli olarak Suriyelilerin hukuki statüsüne ilişkin düzenlemeler yapmalıyız. Çünkü geçici koruma statüsü başta aidiyet ve istihdam olmak üzere hiçbir alanda sürdürülebilir değildir.

Suriyelilere yönelik olumsuz kanaatlerin, peşin hüküm ve güvensizliğin oluşmasına sebep olan dilenciler için denetimleri sıklaştırılmalı, suça bulaşanlar için yaptırımları ağırlaştırılmalı. Ek olarak başta suç oranları ve Suriyelilere sağlanan kamu yardımları olmak üzere sağlanan imkânlar, sunulan hizmetler ve bu hizmetler için ayrılan bütçeleri gerekçeleri ile düzenli olarak yerel halkla paylaşılması son derece elzem. Dahası Suriyelilerin bir külfet oldukları yönündeki iddialara rakamlar ve verilerle cevap verilmeli, ülke ekonomisine sağladıkları katkı mutlaka vurgulanmalı.

“Hâlihazırda ise nüfus, istihdam, barınma, eğitim, sağlık, çevre, hukuk gibi tüm alanlarda yeni göç politikaları üretmeliyiz. Bunun için öncelikli olarak Suriyelilerin hukuki statüsüne ilişkin düzenlemeler yapmalıyız. Çünkü geçici koruma statüsü başta aidiyet ve istihdam olmak üzere hiçbir alanda sürdürülebilir değildir”

Gerek resmi kurumlarımız gerekse STK’larımızın kurumsal kapasitesini artırmalıyız. Meseleyi “göç yolda düzülür” anlayışının ötesine taşımalıyız. Örneğin yerelde muhacirlere yönelik faaliyet gösteren STK’lar vizyon ve misyonlarından hareketle faaliyet alanlarına göre tasnif edilip, sığınmacılar ihtiyaçlarına göre bu STK’lara yönlendirilebilir. Tabii, bu süreçte özellikle sığınmacılar tarafından kurulan STK’lar mutlaka sürece dâhil edilmeli.

Mevcut yerel yönetim mevzuatı sürdürülebilir hale getirilmeli. Politikalar belirlenirken yerel aktörlerin karar alma sürecine katılımı sağlanmalı. Bu kapsamda yerel yönetimler bünyesinde bağımsız bir birim ihdas edilmesi de oldukça önemli. Yerel aktörlerin artık sosyal yardımlardan ziyade sosyal içerme ve sosyal hizmeti önceleyen politikalara yoğunlaşması gerekir. Nitekim ayni ve nakdi yardımla uyum sağlanamaz, sadece sorun üretirsiniz. Ayrıca nitelikli ve sermaye sahibi Suriyeli yatırımcılar için bürokratik ve hukuki işlemler konusunda yeni düzenlemelere ihtiyaç var. Benzer şekilde iki ülke iş adamları arasında iş birliği ve ortaklıklar kurma konusunda da gerekli mekanizmalar oluşturamadık hâlâ. Yerel halk ile Suriyelilerin daha aktif biçimde kaynaşmaları ve Ensar Muhacir kardeşliğinin yeniden tesisi adına Kardeş Aile ve Kardeş Öğrenci projeleri yapabiliriz. Bunun için çok sayıda gönüllü aile bulmak mümkün.

Ayrıca kampların hem toplumsal uyum ve kabul hem aidiyet hem de burada kalan Suriyelilere onurlu bir yaşam sunulması bakımından kademeli olarak boşaltılması ve buradaki insanların mesleklerine göre istihdamının sağlanması gerekir. Bakın bugüne kadar kamplar için BM standartlarında 12 milyar dolar para harcandı. Bu durum sığınmacıların külfet olduğu iddiasına da veri teşkil etti. Bu eleştiriler yersiz de değil. Bu noktada kamplardaki sığınmacıların kendi ayakları üzerinde durmasına imkân tanıyacak bir çözüm bulunması elzemdir. Kamplarda kalan sığınmacıların büyük bir bölümünün vasıfsız olduğu, kırsal alanlardan geldiği, tarım ve hayvancılık ile meşgul olduğu biliniyor. Bu kesimler belli bir etnik ya da mezhebi kümelenmeye izin verilmeden İç Anadolu da özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu da hazineye ait ve atıl durumda olan arazilere yerleştirilebilir. Bu araziler sığınmacılara kiralanır, ilk etapta bazı destekler de verilir. Böylece kendilerinin ve ailelerinin geçimini sağlayabilecekleri onurlu bir yaşama kavuşurlar. Bu yolla, hem Suriyelileri tüketen değil üreten bireyler haline getirirsiniz hem terör sorununun çözümüne katkı sağlarsınız hem de atıl haldeki mevcut toprakların ve meraların değerlendirilmesi için önemli bir adım atmış olursunuz.

Son olarak, genelde medya özelde ise sosyal medya üzerinden tesis edilmeye çalışılan ve iki halkı çatıştırmaya yönelik çabalara karşı önlem alınmalı. Bu risk sadece Türk vatandaşları için geçerli değil. Suriyelilerde kendi aralarında sosyal medyayı etkin kullanıyor. Kimi zaman gruba ekli 10 binleri bulan sosyal medya grupları ile karşılaşıyoruz. Yani bugün Türk vatandaşları üzerinden gerçekleştirilen provokasyonlara yarın Suriyeliler üzerinden misilleme yapmak isteyenler mutlaka çıkacaktır. Bu konu en temel kırılma noktalarından biridir. Bu sebeple üzerinde hassasiyetle durulması gerekir.