Ömer Faruk Gergerlioğlu: Sivil toplum devlet odaklı düşünüyor, kendini güçsüz ve çaresiz görüyor

“Referandum sonrası Türkiye” tartışmalarına yeni bir röportajla devam ediyoruz. Önde gelen insan hakları savunucularından (ve mağdurlarından), MAZLUMDER eski başkanı ve Hak ve Adalet Platformu kurucularından Ömer Faruk Gergerlioğlu ile referandumun gerekçeleri, sonuçları, sivil toplum-siyaset ilişkilerine etkileri ve Hak ve Adalet Platformunun geleceği üzerine konuştuk. “Evetçiler de hayırcılar da hep Erdoğan’ı konuştu.”  -AK Parti, Türkiye’nin karar […]

“Referandum sonrası Türkiye” tartışmalarına yeni bir röportajla devam ediyoruz. Önde gelen insan hakları savunucularından (ve mağdurlarından), MAZLUMDER eski başkanı ve Hak ve Adalet Platformu kurucularından Ömer Faruk Gergerlioğlu ile referandumun gerekçeleri, sonuçları, sivil toplum-siyaset ilişkilerine etkileri ve Hak ve Adalet Platformunun geleceği üzerine konuştuk.

“Evetçiler de hayırcılar da hep Erdoğan’ı konuştu.”

 -AK Parti, Türkiye’nin karar mekanizmasında bir değişiklik yapmaya gitti ve çok büyük bir destek bulduğu söylenemese de yüzde 50’yi geçerek karar alma mekanizmasını değiştirmiş oldu. AK Parti aslında neyi, neden değiştirmek istedi ve neyi değiştirebildi?

AK Parti, uzun yıllardır sağ kesimin şikâyet ettiği ‘devleti toplum yönetmiyor, vesayetçi güçler, bürokratlar, asker yönetiyor’ düşüncesine sahip olarak böyle bir değişiklik yapmak istediğini söyledi. İlk yıllarında Avrupa Birliği uyum yasaları vb. yasaları çıkararak demokratikleşme yolunda önemli adımlar attı. Bu tabii hem dindar muhafazakarları hem liberalleri biraz umutlandırdı. 2010 referandumunda, farklı kesimlerden de destek alarak yüzde 58’i almış oldu. Daha sonrasında bence Erdoğan’ın yapısından kaynaklanan problemler çıktı. 2011 sonlarından itibaren demokratikleşme adımlarından bir uzaklaşma zaten başlamıştı aslında. O zamana kadar Alevilerin, Kürtlerin, farklı toplumsal kesimlerin, azınlıkların sorunlarını sahiplenen, açılımlar yapmaya çalışan Erdoğan, o dönemlerden itibaren geriye gitmeye başladı ve kendisine yakın yaşam tarzı olan kesimlerin sözcülüğünü adeta üstlendi ve kendisine bu desteğin yeterli olacağını düşünmeye başladı. Türkiye’nin yüzde 70’i sağ seçmendir, yüzde 30’u sol seçmendir. Yüzde 70’e güvenerek bir şeyler yapacağını düşündüğü zaman bir siyasetçi kolaylıkla başkasını dışlamaya başlar. Çözüm süreci bence aslında bir ara dönemdi. Kendisi bile yapılacak iş konusunda iddialı değildi. “Baldıran zehri içilecek bir işe girişiyorum, yarın öbür gün çark edersem beni mazur görün” demeye getiriyordu. Sonuçta çözüm süreci de bitti tabii ki. Uzlaşma masasında kendisiyle birlikte masaya oturan kişileri düşman ilan ederek, onları bir buldozer gibi ezip geçmeyi tercih etti. Sanırım cemaat de bu rahatsızlık ortamında bir darbe yapabileceğini ve başarılı olabileceğini düşündü. Böyle bir ortamda darbe ateşin üzerine benzin dökmek gibi oldu. Erdoğan daha güçlü olması gerektiğine daha yakından inandı. Darbe de bunu hızlandıran, toplum nezdinde de haklılaştıran bir faktör oldu. Bu kadar antidemokratik maddelerle dolu bir teklifin kabul edilmesi Türkiye demokrasisi açısından hayal kırıklığı oluşturan bir durum bence aslında. Bu kadar defolu bir teklifi bir toplum nasıl kabul eder? Kendisine bu muameleyi nasıl reva görür? Muhafazakâr camianın destekleme nedeni şu: Biz yıllarca vesayet güçleri, sivil ve askeri bürokrasinin altında ezildik, şu anda güvendiğimiz bir lider bizi korumaya alacak düşüncesi vardı. Eski günler, eski başörtüsü yasakları, din ve vicdan özgürlüğü yasakları günlerini hatırlayıp teklifin maddeleri ile ilgili konuşmak istemiyorlardı. Tabii burada, Cumhurbaşkanı Erdoğan ileride olmayabilir, bu sefer muhafazakâr kesim büyük bir hayal kırıklığına uğrayabilir. Evetçiler de hayırcılar da hep Erdoğan’ı konuştu. Hayırcılara da baktım ben hep, adam değişiklik tekliflerini konuşsa bile onun da bilinç altında hep Erdoğan var. Bu iş olursa Erdoğan başımıza kral olacak. Evetçiler değişiklik teklifleri hakkında öyle böyle konuşurken onların da kafasının arkasında “Erdoğan’ı oyluyoruz, reisi yalnız bırakmayalım” anlayışı vardı. Erdoğan atmak istediği cesur adımlar, almak istediği kararlar için istedi. Yarın öbür gün kendisi karşısında itiraz edecek, engelleyecek güçler olmasın diye istedi ve böyle bir ortamı yakaladı. Bu tabii yarın öbür gün, oy verenlerin yavaş yavaş pişman olacağı tür bir karar.

-Ne tür kararlar alacağını düşünüyorsunuz? Yani bu güç, ona, ne tür kararların imkanını getirdi sizce?

İç politikada belki kendisini korumaya yönelik, özel bazı kurumlar oluşturabilir. Gücünü arttırmaya yönelik kurumlar oluşturabilir. Dış politikada Avrupa Birliği ile ilgili önemli kararlar alabilir. Uzun süredir zaten Avrupa Birliği müracaatından çekilmeyi düşünüyordu. İdam getirebilir. İdam konusunda da şu andaki referandumdan daha fazla destek alabilir. Çünkü Türkiye’de ulusalcı anlayış biraz daha idama yatkın. Şu anda “hayır” diyenlerin bir kısmı da idama “evet” diyebilir. Bunlarla gücünü arttırabileceğini düşünebilir. Dış politikada, Suriye ve Irak üzerine bence düşünceleri var. Kürt meselesini, güneyde bir Kürt oluşumunu tehlike, kırmızı çizgi olarak ve ‘ben, onu engellemeliyim’ diye düşünüyor. Bu yüzden Suriye ve Irak’ta müdahil olucu şeyler yapabilir, diye düşünüyorum.

“Avrupa Birliği demokratikleşme standartları getiriyor. Erdoğan ise gücü dağıtmayı istemiyor.”

-2002’de AK Parti iktidara ilk geldiğinde aslında başka bir vizyonu vardı. 2007’de Avrupa Birliği ile yeni bir döneme girdiğimizde de yine bugünkü ile ilgisi olmayan bir vizyon vardı. 2010 referandumu anayasa değişikliğine gittiğimizde içerik olarak bugünküne çok daha uzak bir paket vardı. Bugün de bu var. Yani bu yüzyıllık dediğiniz vizyon son birkaç yılda çizilmiş bir vizyon herhalde. 2011’in sonundan itibaren başlayan süreç, ona yeni bir yüzyıl vizyonu mu verdi diyorsunuz?

Erdoğan’ın bu referandumu yapma meselesi bence şu ana kadar çok konuşulmayan bir hadiseden yani bundan sonra yapmayı düşündüğü çok riskli işler için bu kararı aldı. Biz bunu referandum döneminde çok konuşmadık. Bu yetkiyi niye bu kadar ısrarla istiyor? Üstelik bir de risk alarak istiyor. Bu referandumu kazanamayabilirdi. Risk aldı. Prestijini sarsabilirdi, bir miktar da sarstı aslında. Erdoğan her şeye hükmetmeye çalışan, kendi iradesi dışında hiçbir şey olmasın isteyen bir lider. Avrupa Birliği ile ilişkilerde de böyle, istenenleri yerine getirmemesinin nedeni buydu. Çünkü Avrupa Birliği demokratikleşme standartları getiriyor. Tek bir kişinin her şeye hakim olmasını doğru bulmuyor. Erdoğan ise gücü dağıtmayı istemiyor. Zaten uzun vadede Avrupa Birliği ile anlaşması mümkün değildi. Bunun adının Avrupa Birliği olması önemli değil. Başka bir kurum olur, demokratikleşme adımı olur. Gücünü daha çok hakim kılarak yönetmeyi seven bir lider. Yönetiminin böyle olmasını istiyor. Sonuçta gelinen noktada, büyük arzuları var iç ve dış politikada. Ve az çok o ortamı buldu, çok yüksek bir oy almasa da.

-Ancak bir seçim daha kazanması gerekiyor. Bu yetkiyi o seçimi de kazandıktan sonra almış olacak. Varsayalım ki kazandı, peki bu büyük kararların -Suriye, Irak, Kürtler ile güneyde kırmızı çizgi, idam meselesi ve başka büyük kararların- siyasi şartları oluştu mu sizce? 2010 referandumuna giderken çeşitli toplumsal kesimlerin desteğini alarak gitti ve yüzde 58 oldu. Şimdi de MHP’nin desteğini alarak gitti ve yüzde 51 oldu. Yani aslında her büyük kararda bir siyasi ittifaka ihtiyaç duyuyor. Bundan sonra duymayacağını mı düşünüyorsunuz?

Bence “2019’da başkanlığı ele geçirdikten sonra bu tür ittifaklara çok ihtiyaç hissetmem” diye düşünüyor. “MHP olmasa da ben bu tür milliyetçi, muhafazakâr söylemlerle, tabanıyla bağ kurarım ve yine büyük bir çoğunluğa hitap ederim” diye düşünüyor. Hakikaten öyle, şu anda MHP belki parçalanacak. Hakikaten MHP’ye de ihtiyaç hissetmeyecek. Büyük gövdeye güveniyor. Kürt meselesini düşünürken de zaten öyle düşünmüştü: “Niye gücümü sarsayım, yüzyıldır çözülemeyen meseleyi çözecek ben mi kaldım. Bana ayak bağı teşkil edecek bir şey olmasın”. O yüzden bence siyasi açıdan zayıflamasını çok umursamıyor. Benim gördüğüm AK Parti inişte. Eskisi gibi inişli çıkışlı da değil. Azalıyor ve azalacak. Bu bence kaçınılmaz bir durum. HDP’yi zaten ezip geçtiğini düşünüyor. Kürt meselesine ilişkin yaptıklarına, seçim sonuçlarıyla da düşününce çok fazla itiraz görmediğini düşünüyor.

-Siz de o kanaatte misiniz? Kürt seçmenin oyları konusunda?

Evet. O çok dev bir konu, herkesin tartıştığı. Bence oy oranlarına baktığınız zaman, öyle çok şey değil, Kürtler oy verdi yani. Yüzde 10 -15 civarı artan bir oy var. HDP’den azalan oylar var. Bunu sadece seçim hilelerine, referandum öncesi ve sonrası hilelere, devlet baskısına, seçimlerdeki sahtekarlıklara bağlamak doğru değil.

“Kürtler çoğunlukla ‘hayır’ vermiş ise ‘buna şükredelim’ demek yerine AK Parti’ye güveninde neden bir artış oldu, bunu konuşmak daha önemli.”

-Herkesin kendi rızasıyla ve özgür iradesiyle verdiği oylar olduğunu düşünerek soruyorum, bu yükselişin anlamı nedir?

Evet, işte bence bu önemli. Kürtlerin belli ki AK Parti’ye devam eden ve artan bir güvenleri var, bu açık. Bunu görmezden gelmek bence yanlıştır. Bu kadar baskıya rağmen Kürtler çoğunlukla ‘hayır’ vermiş ise ‘buna şükredelim’ demek yerine Kürtlerin AK Parti’ye güveninde neden bir artış oldu, bunu konuşmak daha önemli. Sorunları halının altına süpürücü bir tavra ben girmek istemem. Artan bir destek var, Batı’da da var, Doğu’da da var. Biz sahada da dolaşırken Kürt illerinde de muhafazakar Kürtlerin Erdoğan’ı desteklediğini duyuyorduk, oraya gittiğimizde de görüyorduk. HDP çözüm süreciyle beraber güçleniyordu. Çözüm sürecinin bitişiyle beraber ayak altında kaldı resmen. Hepimiz biliriz, kavgada iki kişi kavga ederken üçüncü kişi ayırmaya çalışırsa dayak yer, yumruğu o yer. HDP’nin durumu bu oldu.

Hem devlet için hem PKK için süreci bitirmenin anlamı buydu. Arada sivil olarak durmaya çalışan HDP de bizim gibi tarafsız durmaya çalışan meseleye duyarlı aydınlar, sivil toplum kuruluşları da zarara uğradı, hepsi ayak altında kaldı. Çünkü mukadder kaderleri buydu açıkçası. Çünkü, yumruklar atılıyor artık, “Durun kardeşim bir saniye” diyen yumruğu yiyordu, böyle bir ortamdı. Tabii bundan dolayı HDP büyük puan kaybetti. Bu noktada, HDP şöyle yapsa böyle yapsa, yapacak bir seçeneği yoktu ki. ‘Ey PKK sen dur’ diyecek bir gücü yok. Devlete de başka bir şey diyecek bir gücü yok. Böyle bir durumdaydı ve mukadderdi yani durumda. Sonuçta da liderlerinin ezilip götürülmesi, içeriye atılması ve önemli bir tepki görmemesi bunlar maalesef doğal sonuçlardı. Bu ortamlardan sonra Kürtler, şunu görmeye başladı: Bu kavga gürültüyle de bu Kürt Meselesi çözülmeyecek. Kim çözecek bunu? CHP mi çözecek? Kemal Kılıçdaroğlu, CHP zihniyeti yıllardır çözmeyen bir yerde. MHP mi çözecek? O zaten bu meseleleri çıkaran bir zihniyet. HDP zaten devreden çıktı, ayakaltında kaldı gitti. Geriye kalan Erdoğan. Erdoğan da ne kadar savaşçı bir dil kullansa da birtakım mesajlar veriyor ve din üzerinden veriyor bu mesajları. Kürt toplumu da az çok dindardır. Kötünün iyisi olarak bence kendilerine yine en yakın Erdoğan’ı gördüler. Bence seçimden gördüğümüz o, objektif olarak çıkarılabilecek bir netice olarak. Ve ona yönelik bir teveccüh göstermiş oldular.

-Bu referandumda “evet” oylarını yükselten Kürt seçmeni, Kürt meselesi ile ilişkili taleplerden vazgeçtiği için mi bunu yapıyor yoksa bu taleplerinin Erdoğan tarafından karşılanacağına inandığı için mi?

Bence ikincisi. AK Parti’nin MHP ile ittifakları, gösterilen bozkurt işaretlerini belli ki çok önemsemedi bir kısım Kürt seçmeni. Şehirler yıkılmış, bunları daha çok PKK’nın şımarıklığı gibi gördüler. Olmayacak duaya âmin diyen. Evet, bu doğal bir sonuçtur. Orada, burada hendek, çukur kazarsa devlet de gelir, ezer geçer, diye düşündüler. Bundan dolayı bence Erdoğan’a yönelik “evetçi” oldu. Ve halen bir miktar bence umutlular. Erdoğan yine meseleyi çözmeye en yakın adamdır. Bu hep şöyle düşünülüyor: Bak işte Kürtler Erdoğan’ı seçti. Hayır, o değil yani kötünün iyisi diye görüyor.

-Önümüzdeki süreçte savaş konseptli politikanın da devam edeceği ve AK Parti oylarının da artacağı öngörüsünde mi bulunuyorsunuz?

Evet şöyle; HDP’nin şu anda gerçekten güçsüzleştirilmesi var. Günde 25- 30 kişinin tutuklandığı bir ortam var, bütün yerel yöneticileri devreden çıkarılmış, sesini çıkaramayan, sandık müşahidi olmaya bile cesaret gösteremeyen HDP’liler olduğunu biliyorum. Fakat ilerde, Erdoğan’ın atabileceği bazı adımlar, hafifte olsa Kürt illerinde yükselmeler yapabilir bence. Çünkü HDP bir zirve yakaladı ve oradan aşağı inmeye başladı. 1 Kasım’dan daha yüksek bir “hayır” çıkacağını düşünüyordum ama demek ki vatandaş böyle düşünüyormuş. Bu düşünce tabanda kuvvet bulmaya başlamış. Ve bu hal devam ederse hafif miktarda artış sağlayabilir AK Parti.

“Çok aydınlık bir gelecek görünmüyor sivil toplum için ama karamsar olmaya da gerek yok”

-Şimdi ben, referandum sonuçlarının başka bir boyutunu tartışmak istiyorum sizinle. Başkanlık ve cumhurbaşkanlığı genel seçimleri birlikte yapılacak ve artık parlamentodan bir hükümet çıkmayacak. Cumhurbaşkanı tarafından bir hükümet atanacak ve seçilmemişlerden oluşan, siyasi karakter taşımayan bir hükümeti olacak Türkiye’nin. Sivil toplum, her şeye rağmen milletvekillerini etkilemenin yolunu arardı, onunla görüşürdü, derdini ona anlatırdı, onun kürsüden ifade etmesini sağlardı. Hükümet, sivil toplumun sesini şu veya bu şekilde, milletvekillerinden, siyasi partilerden parlamentoda duyardı. Şimdi artık bunun imkanları çok kalmamış görünüyor. Hükümeti etkilemenin yeni kanalları neler olacak sizce?

Tabii daha da zorlaştıracak gibi görünüyor. Çok aydınlık bir gelecek görülmüyor sivil toplum için. Hükümetin çevresinde hâllenen sivil toplum kuruluşları daha iyi bir hale gelecek. Hükümete muhalif olanlar da daha rahat ezilebilecek. Ve derdini şikayetini bildirmek isteyenler de artık bir itiraz, şikâyet yoluyla değil de birtakım eklemlenmelerle, sempati araçlarıyla sesini duyurabilecek, görüntü öyle. Yine de tamamen güçsüzleşeceğini de zannetmiyorum. Mutlaka partisinin sivil toplumdan desteğinin çekilmesine karşı bakanların da yine de biraz ihtiyatlı olabileceğini düşünüyorum. Tamamen krallık gibi, sivil toplumun sözünün hiç dinlenmeyeceği şekilde de olmayacağını, sivil toplumun da yine elinde bazı kozların olabileceğini düşünüyorum. O kadar da karamsar olmaya gerek yok. Bizim o kozları kuvvetlendirebilmemiz önemli bence. Onları nasıl daha etkin, aktif bir şekilde uygularız bunları konuşmamız önemli. Bunu yapabilirsek olabilir diye düşünüyorum.

-O nasıl olabilir yani sivil toplum bugünkünden daha etkili bir hale nasıl gelebilir sizce?

Tabii şimdi ben sivil toplumun durumunu çok iyi bulmuyorum. Sivil toplum da kendine çok mazeretler buluyor kendine Türkiye’de. “Güçsüzüz, devlet çok güçlü, hiçbir şey yapamayız, biz neyiz ki” demeyi çok seviyoruz. Hatta biz bunu sahada da gördük. Ben bunu “hayır” yönünde çalışan biri olarak itiraf etmek zorundayım. Çalışmalarımıza insanları çağırdığımız zaman en kuvvetli “hayır” destekçileri bile sahada bulunmamak için bir sürü mazeret bulabiliyorlardı. Sivil toplum, devlet karşısında çok güçsüz, devlet karşısında bir şeyimiz yok diyoruz hep. Bence burada büyük hatalarımız var. Türkiye’deki son 10-15 yıla genel bir bakacak olursak sivil toplum biraz ilerledi, dernekler, vakıflar, şunlar bunlarla kendini biraz göstermeye başladı ama iktidar ve iktidarın gücü karşısında hemen geri adım attı ve iki seçenekten birini seçti: Ya gidip iktidara eklemlendi ya da umudunu kırdı, kendi köşesine çekildi, kabuğuna çekildi.

“Sivil toplum kendi organizasyonlarını oluşturarak çeşitli baskı metotları oluşturabilir”

-Bir kapanma mı yaşıyor?

Bir kapanma yaşadı. Bence burada büyük hatalar var. İnsanlarımız hâlâ devletin güçlü oluşu teziyle hareket ediyor, devlet eksenli bir anlayışla hareket ediyor. Toplum eksenli bir anlayışla hareket etme bizde yok. Çok otoriter bir yönetim sistemi olsa da bence, yine de genel bir olumsuz tablo olsa da sivil toplumun yine de yapabileceği çok şey vardır. Kendi organizasyonlarını oluşturarak çeşitli baskı metotları oluşturabilir. Bunlar hepten kapalı şeyler değildir. Bence bunları unutmamak zorundayız. O konuda hani sivil oluşumlar, STK’lar hepsi denenmeli ve bence birebir -insanlar birey ve grup olarak- neler yapabileceğini sürekli, ne kadar zorlarsa o kadar iyi bir duruma gelinebilir diye düşünüyorum.

“Muhafazakar camia bizim sesimize hasret”

-Bir de son bölümde Hak ve Adalet Platformunu konuşmak isterim. Platform çok kısa bir sürede ortaya çıktı, siyasi ortam açısından da çok önemli bir momentte rol aldı. Merakım şu, platform AK Parti tabanında ya da elitleri arasında “biz, ne oldu da bu politikaya geldik” duygusuna hiç etki etti mi, sizce? Böyle bir tartışma yeni birtakım imkanları ortaya çıkarabilir mi?

Tabii, ortaya çıktığımız dönemde aşırı bir kutuplaşma vardı. Toplum yeni bir kutuplaşma alanı bulmuştu kendisine, “evetçiler” ve “hayırcılar”. Biz, uzun süredir, İslami camianın sesi olarak iktidara yönelik eleştiriler yapıyorduk. Ben, sürekli köşemde yapıyordum. Diğer, Hak ve Adalet Platformu’nun üyeleri kendi köşelerinde, mecralarında bu yoğun eleştirileri, İslamcılık konusunda, AK Parti konusunda yapıyordu ama bunun yeterli olmadığını ve gelinen aşamada bir grup olarak buna karşı çıkmak gerektiğini düşündük. Aslında biz ilk olarak 28 Şubat’ın 20’nci yıl dönümünde, bir basın açıklamasıyla bunu yaptık. Ardından önümüzde önemli bir karar verme günü vardı, 16 Nisan için referandumda “hayır” denmesi gerektiğini ve burada da bize çok iş düştüğünü düşündük. Çünkü yürütülen kampanya, teklif maddelerinin zayıflığından ötürü, kamplaştırıcı, kutuplaştırıcı, din söylemi üzerinden yürütülen söylemdi. Bunun için biz bir platform olarak ortaya çıktık ve önemli bir ses getirdiğimizi düşünüyoruz. AK Parti içinde de iyi takip edildiğimizi düşünüyoruz. O dönem niye bizi görmek, gündeme getirmek istemediler çünkü o dönem iyice kemikleşmiş, kutuplaşmış iki taraf vardı: Evet ve hayır. Oturup da bunları tartışmak istemiyordu insanlar bence. Bizi, hain vb. gibi yaftalarla ötekileştirmeye çalıştılar. Efendim, Avrupa’nın, FETÖ’nün, PKK’nın “hayır” dediği bir teklife “hayır” diyen dindarlar. ‘Şer cephesine bunlar da katıldı’ demeye çalıştılar ama kendi içlerinde önemli bir tartışma yaşadıklarını ve belli etmediklerini biz hissediyorduk. O yüzden önemli bir alternatif olduğumuzu ve olacağımızı da biliyorduk. Olacağız da inşallah. Biz, çok daha erken yola çıksaydık, çok daha etkili bir ses olarak ortaya çıksaydık bence, referandumun kaderi konusunda, belirleyici bir rol üstlenebilirdik. “Hayır”a çevrilmesi konusunda gayretlerimiz yetebilirdi. Bir miktar etki gösterdi ama “hayır”a çevirmeyi başaramadı. Bu, yeni olmamız, gereken maddi desteği bulamamamız ve benzeri birçok nedenden kaynaklanabilir. Çünkü bütün dindarlar şu anda, iktidar eksenli düşünmeye çalışıyor, güç, çıkar orada. Biz, sesimizin önemli bir alıcısı olduğunu düşünüyoruz. O yüzden de tartışma yaşandı. Biz, Hak ve Adalet Platformu olarak çıktığımız zaman iyi bir teveccühe mazhar olduk. Çeşitli illerden, farklı kesimlerden, mağdur olan insanlardan bize bir güvenin oluştuğunu, dindar, mağdur insanların bize yöneldiğini ve AK Partililerin orada tedirgin olduğunu gördük. Çünkü mahalleden bir ses yükselmişti ve yanlış yaptıkları hatırlatılıyordu, meşru bir ses yükselmişti. Her birimizi tek tek şeytanlaştırmaya çalıştılar, bunu da başaramadılar. Çünkü söylemlerimiz kabul gördü ve etkili olmaya başladı. Ben, referandum öncesinde de AK Parti içinde önemli bir çürüme ve yozlaşmanın olduğunu sürekli söylüyordum, bunun işaretlerini görüyordum ve kazansalar bile, “evet” çıksa bile içlerindeki çürüme ve yozlaşma ile çöküşün ancak süresi uzar. “Hayır” çıkarsa bu biraz daha hızlanır, diye düşünüyordum. “Hayır” çıkar yönünde bir düşüncem vardı ama düşündüğümüz değişim biraz daha yavaş seyredecek demek ki. “Evet” çıktı ama o düşündüğümüz, iddia ettiğimiz tartışmalar ortaya çıktı. Yazarlar arasında, “Kim Erdoğancı, Pelikancılar mı reisçiler mi” tartışmaları başladı.Yani muhafazakar camianın bizim sesimize daha çok hasret olduğunu biz daha iyi anladık. Bizim yoğun çalışma yaptığımız yerlerde, o sırada ben sosyal medyada da yazmıştım, Fatih’te umulanın üstünde “hayır” çıkacak, Üsküdar’da “hayır” kazanacak, yazıyordum. Herkes bana tepki gösteriyordu. “Olur mu öyle şey, var mı bizim öyle çevreler, sen atıyorsun, tutuyorsun”, yahu benim sokakta gördüğüm bu. Dindar, muhafazakar insanlar da şikayetçi artık ve bizim, bir karşılığımızın olduğunu görmek sevindiriyordu. Karşında dev bir güç var. Devlet gücü var. “Evetçilerin” de önemli bir şekilde gergin olduğunu görüyordum, çok gerginlerdi. Sanki böyle bir şeye sahip olursun, kaybetme korkusu olur ya. Eyvah kaybedeceğim gibi bir duygu olur ya, çok gerginlerdi. Biz sahada onu görüyorduk. Ne gerek var, tansiyonu düşür. Biz, zaten tansiyonu düşürmek istiyorduk. Bundan sonrası için de toplumda tansiyonun da düşmesi lazım.

-“Evet” tarafında cephe olarak bakarsak BBP, MHP, AK Parti’yi görüyoruz. Bir tutarlılık oluşturmuş görünüyorlar, birlikte siyaset yapabilirler, bir hükümet de çıkarabilirler, koalisyon da yapabilirler gibi görünüyor. “Hayır” tarafına baktığımızda, MHP’den oy vermeyen bir grubu görüyoruz, HDP ve CHP’yi blok olarak görüyoruz. Buradan bir ortak irade çıkma ihtimali zayıf sanki. Bu fotoğrafa bkınca Hak ve Adalet Platformu kendine önümüzdeki dönemde nasıl bir misyon görüyor?

Ben sahada şunu görüyorum Mehmet Ali Bey, mesela, Fethullah Gülen Cemaati’nden içeri girmiş insanlar, eskiden devlete toz kondurmazlardı ama şu anda devletin yaptığı haksızlıklarla mağdur ve malul bir durumdalar. Çok kötü bir durumdalar. Sol camia muhafazakarlara çok mesafeli bakıyor, Gülen Cemaati’ne ve diğerlerine. Türkiye’de ezilenin hep sol olduğunu, sağcıların hep işin kaymağını yediklerini, eziyet çekmediklerini, numara yaptıklarını, asıl eziyeti solun çektiğini söylerlerdi. Onlar da karşı tarafın mağduriyetini hissetmek istemezdi. Bazen musibetlerden hayır çıkabilir. İnsanlar şunu düşünmeye başlayabiliyor: “Kardeşim, ben devletime çok güveniyordum ama bu devlet de çok güçlü olunca adamı mahvediyormuş”, “Biz ağır deneyimler yaşadık. En çok güvendiğimiz insanlar bize en çok güvendiğimiz değerler ile haksızlık yaptılar.”, o zaman kimlikçilik içinde değil hak ve adalet kriterleri içerisinde hareket etmek lazım. Yani hakkı ve adaleti söyleyenler yarın mahcup olmazlar, düşüncesi bence biraz daha kuvvetlenmiştir. Şu anda, ne kadar bir kutuplaşma körüklense de yaşanılan tecrübeler zamanla bence bunu bize gösterecek. Ben, o yüzden, toplumdan umutsuz değilim. Sürekli bir kutuplaşma öğütleniyor ama ben, mesela sahada da en sağdan en sola kadar “Hayırcılar”la karşılaştık ama en azından insan şunu düşünüyor: en aşırı ulusalcı, Kemalist bir insan bakıyor ki Saadetçi birisi de, dindar birisi de “Hayır” diyor. “Sen de dindar olmana rağmen, bu adamları eleştirmeyi başarmışsın, bravo.” diyor. Bir sempati oluşuyor, ben bunu gözlemledim. Bu önemli, ben bunu önemsiyorum. Çünkü biz zaten hep böyle şey olarak ayrılmıştık zaten başı açıklar, başı örtülüler, şucular, bucular. Bakıyorsun bir Kemalist ile Mustafa Kemal’i hiç sevmeyen, nefret eden bir adam birlikte oturup prensipte anlaşabiliyor. Şu şöyle, bu böyle, ahlaklı yöneticimiz olmalı, farklı düşünsek de ahlaksız adamların peşinden koşmamalıyız ve benzeri söylemler olabiliyor. Ben, Hak ve Adalet Platformu’nun söylemlerinin bu yüzden başarılı olacağını düşünüyorum. Zor bir konu, hakikaten çok zor, çok çok uğraşmanız lazım. Çünkü toplum sürekli kimlikler üzerinden kutuplaştırılmaya çalışılıyor ama yaşadığımız tecrübeler bunun doğru olmadığını gösteriyor bize. İnsanlar acıyla bu gerçekleri anlıyorlar, yani işkence hanelerde anlıyorlar. Vicdansızlık yapıldığı anlarda anlıyorlar. En düşman olduğu adama yapılanı gördüğü anda anlıyor bunu ve bence bu da iyileştirici bir faktör. Biz, gerçekten bunu desteklemeliyiz. Şu anda, belki çok önemsenmeyen bir şey ama benim için çok çok önemli bu duygular. Buradan toplumu kurtarabiliriz diye düşünüyorum.

-Kendimize benzemeyenlerin başına gelen travmaları iyileştirme sorumluğumuz var yani?

Var. Yaşanan hadiseler sürekli bize bunu söylüyor. Dün mesela, Ergenekon, ben açık söyleyeyim; Ergenekoncular -devletteki vesayet güçleri, darbeciler- tutuklanıyor, diye o dönemler seviniyorduk. Evet, birtakım ihlalleri de eleştiriyorduk ama şey diyordum; bunlar meşru idareye karşı darbe yapmaya çalışan insanlar, darbecilikleri cezalandırılsın, Ergenekon vardır herhalde, şu bu. Sonradan baktık ki orada büyük vicdansızlıklar yapılmış, büyük hukuksuzluklar yapılmış, hukuk ayaklar altına alınmış. Aynı bir benzeri şu anda yaşanıyor.

-İntikam duygusu herhalde çok güçlü bir duygu Türkiye siyasetinde.

Çok güçlü bir duygu evet. Müthiş bir intikamcılık var ve aynısını yaşıyoruz inanılmaz bir şekilde. Biz, şu anda artık bu yanlışları yapmamalıyız. Ergenekon’da aynı intikamlar yaşandı, şimdi de aynı intikamlar yaşanıyor. “Kardeşim, bunun aynısını yaşadık, yapmayalım artık” diyorsunuz, birileri yine duymamaya çalışıyor. Onları mazur görüyorum ben çünkü 24 saat kafaları doldurulan insanlar.

“Şu anda toplumsal ruhu daha iyi temsil edebileceğimizi düşünüyoruz, İslami camianın sesi olarak”

Bir şey sormak istiyorum, son sorum da bu, Hak ve Adalet Platformu bir sivil toplum inisiyatifi gibi mi ilerleyecek, siyasallaşma projesi önüne koyar mı sizce?

 Şu an için öyle siyasal bir şey, parti, şu, bu olalım gibi bir düşüncemiz yok. Şu an için bir sivil toplum faaliyeti olarak yola devam edelim düşüncesi var. Dışarıdan insanların bu türden teklifleri de yok değil, niye siyasi parti olmuyorsunuz, şu, bu. Bizim şu anki hedeflerimizde böyle bir şey yok. Bir siyasi parti olalım, şunu yapalım, bunu yapalım. Çünkü parti olduğunuz zaman ister istemez bir taraf olursunuz ve hak ve adalet kriterleri ortadan kalkar. Biz, şu anda toplumsal ruhu daha iyi temsil edebileceğimizi düşünüyoruz, İslami camianın sesi olarak.

-AK Partinin vizyon değiştirmesiyle sanki siyasette bir boşluk oluştu. Sanırım Hak ve Adalet Platformu gibi girişimler görünce bu merakla bakılıyor. Peki şu an irade gösteremeyen ama irade gösterse başarılı olabilecekler de bu durumu, fotoğrafı görüp oraya girebilirler mi?

 Evet, belki öyle olabilir. Burada bir sıkıntının olduğunu herkes görmüş oldu, biz zaten görüyorduk, böyle yani.

Ana görsel: Yeni Asya

 

Mehmet Ali Çalışkan

Üyelik Tarihi: 16 Şubat 2016
17 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör