Nehirler Kardeşlerimizdir

“Göllerde ve nehirlerde parıldayan su, sadece su değil, o bizim atalarımızın kanı. Suların hışırtısı benim atalarımın sesidir. Nehirler bizim kardeşimizdir ve susuzluğumuzu giderir. Nehirler kanolarımızı taşır, çocuklarımızı doyurur.  Nehirler bizim kardeşimizdir – ve sizin de –, o andan itibaren nehirlere tüm iyiliğinizi vermelisiniz, aynı her kardeşinize verdiğiniz iyilik gibi”.  Kızılderili reisi Seattle   *Bizler ülkede […]

“Göllerde ve nehirlerde parıldayan su, sadece su değil, o bizim atalarımızın kanı. Suların hışırtısı benim atalarımın sesidir. Nehirler bizim kardeşimizdir ve susuzluğumuzu giderir. Nehirler kanolarımızı taşır, çocuklarımızı doyurur.  Nehirler bizim kardeşimizdir – ve sizin de –, o andan itibaren nehirlere tüm iyiliğinizi vermelisiniz, aynı her kardeşinize verdiğiniz iyilik gibi”.

 Kızılderili reisi Seattle

 

*Bizler ülkede ve dünyada cereyan eden ve ekseriyetle siyasî olan kendi kısır gündemimizle yatıp kalkarken, aynı gezegende çok daha farklı olaylar da yaşanıyor.

Sonuçta bu devâsâ büyüklükteki gezegen, bizim küçük dünyamızdan ibaret değil. Tatlı su balıkları gibi dünyayı kendi ortamımızdan ve kısır gündemimizden ibaret sanabiliriz ama öyle değil.

Gariptir ki, bir hafta sonra unutacağımız olaylar, günübirlik kavgalar, siyasi çekişmeler gazetelerin manşetlerini süslerken, televizyon ekranlarında veya sohbetlerimizde saatlerce konuşulup tartışılırken, insanlık tarihinde bir ilk olan ve yeni bir çığır açan, yeni bir medeniyet anlayışı getiren, yeni bir perspektif kazandıran hadiseler ve gelişmeler, ancak küçücük bir haber olur iç sayfalarda veya hiç olmaz.

Garabet işte tam da burada. Gazetelerin manşetten verdiği, televizyon ekranlarında saatlerce tartışılan pek çok konu, olay ya da politikacıların açıklamaları, sadece bir hafta sonra hepimizin unutacağı şeyler (o siyasetçilerin kendisi bile unutuyor, bir hafta önce ne söylediklerini). Etkisi bir hafta bile sürmeyen bu küçük ve anlamsız olaylara bu derece büyük önem atfedip manşetlerimizi, ekranlarımızı tamamen bunlara ayırıyoruz. Öte yandan gündemimize dahi almadığımız, duyduğumuzda ise dikkat kesilmeyip küçük ve önemsiz bir haber diye sunduğumuz olaylar, aslında tarihe geçen olaylar ve aradan 300 yıl, hatta 1000 yıl dahi geçse insanların anacağı, konuşacağı olaylar.

Bunlar günübirlik tartışmaların ve siyasî çekişmelerin sonucu olarak yaşanmış olaylar değil çünkü.Bunlar insanlık tarihinde bir ilk olan ve yeni bir çığır açan, insanoğlunun/kızının yaşam örgüsüne yeni bir medeniyet anlayışı getiren, hayata ve yaratılış gayesine bakışımıza yeni bir perspektif kazandıran hadiseler ve gelişmeler.

Böyle bir gelişme, iki hafta kadar önce Yeni Zelanda’da yaşandı. Etkisi kısa sürede dünyaya yayıldı ve benzer bir gelişme, aradan bir hafta geçtikten sonra, bu kez Hindistan’da yaşandı.

* * *

Nehirler, dünyada ve tarihte ilk kez “yaşayan canlı varlık” olarak tanındılar. Yeni Zelanda Parlamentosu, 15 Mart 2017 günü aldığı bir kararla Kuzey Adası ‘ndaki(İngilizce: North Island; Maori: Te İka – a – Māui) Whanganui Nehri’ni “canlı varlık” olarak tanıdı ve nehre hukuki statü verdi.

Yeni Zelanda’nın yerli halkı Maoriler tarafından kutsal sayılan ve ülkenin en uzun üçüncü ırmağı olan Whanganui Nehri’nin hakları Maori kabilesinden ve kraliyetten birer kişi tarafından mahkemelerde temsil edilecek.

Maoriler kararı sevinç gözyaşlarıyla karşıladı.

Anlaşma Görüşmeleri Bakanı Christopher Francis Finlayson yaptığı açıklamada, Maoriler’in 160 yıldan uzun süredir nehre bu statüyü kazandırmak için mücadele ettiğini belirtti. Konuyla ilgili oldukça çarpıcı bir açıklama yapan Finlayson, “Biliyorum ki insanların hissettiği ilk şey doğal bir kaynağa hukukî şahsiyet kazandırmanın oldukça garip olacağıdır, ancak bu, şirketlerden ya da anonim topluluklardan daha garip değildir” ifadesini kullandı.

Yeni Zelanda bununla da kalmıyor. Hükûmet tarafından nehir için 80 milyon Dolar tazminat ödenecek ve ayrıca nehrin temizlenmesi için 30 milyon Dolar fon verilecek.

Yeni Zelanda, İngilizce resmî adı “North Island” (Kuzey Adası) ve İngilizce resmî adı “South Island” (Güney Adası) olan iki büyük adadan oluşuyor. Yeni Zelanda’nın tamamı için Maorice “Aotearoa” (Uzun Beyaz Bulut Ülkesi) ismini kullanan Maoriler, kuzeydeki adayı “Te İka – a – Māui” (Maui Balığı), güneydeki adayı da “Te Waipounamu” (Pounamu Suyu) olarak isimlendiriyorlar ve bu isimler adaların beyaz adamın o topraklara gelmeden önceki eski gerçek isimleridir. Yeni Zelanda hükümeti, bundan üç buçuk sene önce, 2013 yılının ekim ayında aldığı kararla, ülkeyi meydana getiren bu iki dev adanın o çok eski Maorice isimleri olan “Te İka – a – Māui” ve “Te Waipounamu” isimlerini, adaların resmî isimleri olarak kabul etmiştir. Bu ise elbette ki aynı şekilde takdir edilecek başka bir uygulamadır.

 Whanganui Nehri- Yeni Zelanda
Whanganui Nehri-Yeni Zelanda

Yeni Zelanda’da iki hafta önce yaşanan gelişme, dünya tarihinde bir ilk. İnsanlık tarihinde bir ilk.  Medeniyet tarihinde yeni bir anlayış, yeni bir perspektif. İlk kez akarsular, “yaşayan canlı varlık” olarak tanımlanıyor. İlk kez nehirler, ırmaklar, tıpkı insanlar gibi “hak” sahibi oluyorlar. Kendilerini koruyan bir hukuka kavuşuyorlar.

Yeni Zelanda’daki bu ilginç ve bir o kadar da olumlu gelişmenin etkisi kısa sürede dünyaya yayıldı. Başka ülkelere de ilham kaynağı oldu ve benzer bir gelişme, aradan bir hafta geçtikten sonra, 23 Mart 2017 günü bu kez Hindistan’da yaşandı.

15 Mart günü Yeni Zelanda Parlamentosu’nun aldığı kararla dünyada ve tarihte ilk kez bir nehrin “yaşayan canlı varlık” olarak tanınması, Kuzey Adası’ndaki Whanganui Nehri’nin “canlı varlık” olarak tanınıp nehre hukukî statü verilmesinin ardından, 23 Mart günü de Hindistan’daki Kuzey Bölgesi Eyalet Parlamentosu benzer bir karar aldı.

Hindistan’ın kuzeyindeki Kuzey Bölgesi (Hindu: Uttar Axand) Eyalet Mahkemesi’nin aldığı kararla Ganj (Hint. Ganga) Nehri ve onun yan kolu Yamuna Nehri’ne “insan haklarına sahip, insan olmayan varlık” statüsü verildi. Bu kararla Ganj ve Yamuna nehri, Hindistan’da “insan haklarına sahip, insan olmayan ilk varlık” oldular.

Mahkeme, üç ay içinde Ganj ve kollarının yasal haklarını koruyacak bir komisyon oluşturulmasını emretti. Çevre koruma örgütleri ve doğa severler tarafından sevinçle karşılanan karar uyarınca, kirletme ya da başka bir yolla bu iki nehre zarar verenler, mahkemelerde “insana zarar vermiş gibi” kabul edilecek ve cezalandırılacak.

Hindu tanrıçası Ganga’nın adını taşıyan 2 bin 525 km uzunluğundaki Ganj Nehri’ne günde 1, 5 milyar litre işlenmemiş kanalizasyon atığı ve 500 milyon litre sanayi atığı karıştığı belirtiliyor. Ganj’ın bazı bölümlerinde aşırı kirlilik nedeniyle canlı organizma barınmıyor. Başkent Yeni Delhi’de (Hindu: Nai Dilli) 19 milyon kişi, Yamuna Nehri’nden arıtılan suyu içiyor.

Hindistan’da bu kararı alan yargıçlar, Yeni Zelanda’da Maori yerlileri tarafından kutsal kabul edilen Whanganui Nehri için geçen hafta alınan kararı emsal gösterdiler. Yeni Zelanda’da yaşanan gelişme, Hindistan’a emsal olmuştu.

Dileğimiz, dünyadaki bütün ülkelere emsal olması.

Ganj Nehri-Hindistan
Ganj Nehri-Hindistan

* * *

Yeni Zelanda’da yaşanan ve Hindistan’la devam eden bu uygulama, elbette ki son derece güzel bir gelişme. Her iki ülkeyi / devleti de kutluyoruz. Bu olayın dünyadaki tüm ülkelere / devletlere örnek olmasını, yeryüzü coğrafyasının her bir toprağında akan nehirlerin aynı hak ve hukuka sahip olmalarını diliyoruz.

Bizler “insan” denen canlı türü olarak ne yazık ki kendimiz dışındaki hiçbir canlı türüne ve doğal varlığa saygı göstermiyor, onların da tıpkı bizler gibi özgürce yaşama haklarının olduğuna, olabileceğine kanaat getiremiyoruz. Bunun sebebi, dünyadaki ve hatta evrendeki her şeyin bizim için, bize hizmet etmesi için yaratıldığına inanmamız, dolayısıyla onlar üzerinde her türlü tasarruf hakkımız olduğunu düşünmemizdir. İstediğimiz hayvanı, bitkiyi, göl ve akarsuları istediğimiz şekilde öldürebiliyor, kirletebiliyor, zehirleyebiliyor ve yok edebiliyoruz.

Oysa yerin, suyun, göğün ve tüm kâinatın yaratıcısı olan Allah Tebareke ve Teâlâ, yalnızca insanı değil, hayvanları, bitkileri ve akarsuları da en güzel biçimde yaratmıştır. Onlara da bir hayat, bir can bahşetmiştir. Canı ve hayatı olan varlığın da hukuku olmalıdır, özgürce yaşama hakkı olmalıdır.

“İnsan” denen canlı türü bunu bir türlü öğrenmek istemiyor. Özellikle de içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda hâlâ  mezhep savaşlarıyla uğraşan, her türlü yobazlığın ve bağnazlığın kol gezdiği, halen dahi kadınların insan, bitkilerin canlı olduğunu öğrenememiş İslam toplumları için bu hakikati kavratmak çok güç ama, hakikat bu.

Nehirler de, tıpkı insanlar, hayvanlar ve bitkiler gibi canlıdırlar.

Nehirlerin yaşamı, tıpkı insanların ve hayvanların yaşamı gibidir. İnsanlar ve hayvanlar nasıl ki küçük bir bebek olarak doğarlar, sonra büyürler, yaşamları boyunca yüzlerce badire atlatır ve onlarca önemli olaya, savaşlara ve dramlara tanıklık ederler, sonra yaşlanır ve günün birinde son nefeslerini verirler, hayata vedâ ederler, nehirler de aynı şekilde, tıpkı insanlar ve hayvanlar gibi küçük bir bebek olarak doğarlar, heybetli dağların yüksek yerinde bir kaynaktan küçük bir su akıntısı olarak, küçük bir dere veya çeşme olarak doğarlar, sonra aktıkça büyürler ve genişlerler, gittikçe büyürler, akıntıları boyunca yüzlerce badire atlatır ve onlarca önemli olaya, savaşlara ve dramlara tanıklık ederler, sonra yaşlanır ve sularını bir denize bırakarak akıntısına son verirler, hayata vedâ ederler.

Bir coğrafyada yaşam, nehirler aktıkça vardır. Nehirlerin akmadığı bir coğrafyada yaşam da olmaz.

Nehirlerimiz, sadece akan sular değildir bizler için. Nehirler, “beyaz beyaz” konuşmasına, “yeşil yeşil” akışına, “mavi mavi” bakışına aşık olduğumuz sevgililerimizdir bizim.

Şarkılarımızda, şiirlerimizde ilhâmımızı nehirlerden alırız; kimseye anlatamadığımız dertlerimizi nehirlerle paylaşırız. Sevgidir nehirler, şiirdir, öyküdür, halkımızın yaşam öyküsüdür. Bizim doludizgin yaşamımızın tâ kendisidir.

Kızılderili reisi Seattle’ın (1786 – 1866) dediği gibi: “Göllerde ve nehirlerde parıldayan su, sadece su değil, o bizim atalarımızın kanı. Suların hışırtısı benim atalarımın sesidir. Nehirler bizim kardeşimizdir ve susuzluğumuzu giderir. Nehirler kanolarımızı taşır, çocuklarımızı doyurur. Nehirler bizim kardeşimizdir – ve sizin de -, o andan itibaren nehirlere tüm iyiliğinizi vermelisiniz, aynı her kardeşinize verdiğiniz iyilik gibi”.

Bizler “insan” denen canlı türü olarak, doğanın efendileri değil, doğanın bir parçasıyız. Her şeyin bizim hizmetimize sunulduğu kibrinden vazgeçip, bizzat hizmetçi olduğumuz bilincine varmalı ve doğaya, coğrafyamıza hizmet etmek için çabalamalıyız.

Kızılderili reisi Tatanka Yotanka (1831 – 90), nam-ı diğer Oturan Boğa’nın dediği gibi: “Doğa bizim için değildir, o bizim bir parçamızdır ve biz de onun bir parçasıyız. Hayvanlar, bitkiler, ağaçlar, kuşlar, çiçekler, göller, nehirler, şelaleler, bunların hepsi senin kardeşlerin ve kız kardeşlerindir.”

Genelde her şeyi yakıp yıktıktan sonra sarf ettiğiniz bir söz olan “vatana hizmet”, işte asıl bu şekilde olur. “Vatana hizmet”, faşistlik yapmak demek değildir, ırkçılık yapmak değildir, katil olmak, çocuk ve kadın öldürmek, fikirlerini açıkladılar ve eleştiri yaptılar diye insanları hapishaneye tıkmak değildir. “Vatana hizmet etmek” demek, o vatanın doğasını, coğrafyasını sevmek, bitki örtüsünü, ormanlarını, göllerini ve akarsularını korumaya çalışmaktır.

Kızılderili reisi Geronimo’nun (1829 – 1909) dediği gibi: “Son ceylan vurulduğunda, son balık öldüğünde, son ağaç kesildiğinde ve son ırmak kuruduğunda, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacaktır.”

Yeni Zelanda ve Hindistan’da çıkartılan yasalar Türkiye’ye de örnek olmalı. Ülkemizde de aynı yasaların çıkması, nehirlerimizin de aynı haklara kavuşması için devlete baskı yapmalıyız.

Bütün doğa severler, çevre örgütleri, aydınlar; Türkiye’deki nehirler için de aynı yasaların çıkartılması için devlete/hükümete baskı yapmalı, bu konuda kamuoyu duyarlılığı oluşturmak için ellerinden geleni yapmalıdırlar. Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın yaşam kaynağı, nehirlerdir. Nehirler, coğrafyamızın damarlarında akan kandır.

Dicle’nin, Fırat’ın, Murat’ın, Zap’ın, Çoruh’un, Kızılırmak’ın, Yeşilırmak’ın, Manavgat’ın, Seyhan’ın, Ceyhan’ın, Menderes’in, Sakarya’nın, Meriç’in de aynı haklara sahip olması için mücadele vermeliyiz. Nazlı nazlı akan bu nehirlerimizin anayasada “yaşayan canlı varlık” olarak tanımlanması için devlete baskı yapmalıyız.

Tıpkı gönlümüzdeki sevgiliye benzettiğimiz, işveli işveli akışına, akan her damla suyuna âşık olduğumuz, haklarında şiirler yazıp şarkılar bestelediğimiz bu nehirlerimizin yasalar önünde “insan haklarına sahip, insan olmayan varlık” olarak kabul edilmeleri için çaba sarf etmeli, gayret göstermeliyiz.

Nehirler bizim kardeşlerimizdir. Kardeşlerimize sahip çıkalım. Kardeşlerimize saygılı olalım. Kardeşlerimizi koruyalım.

sediyani@gmail.com

*Söz konusu makale İbrahim Sediyani’ye aittir.