Zozan Özgökçe: Biz insan hakları aktivistleri devletin kullandığı dili kullanmak zorunda değiliz

27 Ocak’ta gözaltına alınan VAKAD kurucusu ve feminist aktivist Zozan Özgökçe Facebook sayfasında paylaştığı bir postla gözaltına alınma hikayesini ve konu hakkındaki fikirlerini yazdı. Birkaç hafta önce gözaltına alınan ve ertesi gün serbest bırakılan Zozan Özgökçe’nin Facebook paylaşımı şöyle; “Gözaltına alınmam ile ilgili yazı yazdım. Bu hafta Basnews’de yayınlanacak. Ben de buradan paylaşmak istedim. BU […]

27 Ocak’ta gözaltına alınan VAKAD kurucusu ve feminist aktivist Zozan Özgökçe Facebook sayfasında paylaştığı bir postla gözaltına alınma hikayesini ve konu hakkındaki fikirlerini yazdı.

Birkaç hafta önce gözaltına alınan ve ertesi gün serbest bırakılan Zozan Özgökçe’nin Facebook paylaşımı şöyle;

“Gözaltına alınmam ile ilgili yazı yazdım. Bu hafta Basnews’de yayınlanacak. Ben de buradan paylaşmak istedim. BU hafta dosyayı alınca hangi paylaşımlar SUÇ olarak görülmüş onu da sizlerle paylaşacağım.

Devletin bekasına karşı canlının bekasını savununca

27 Ocak günü Van Asayiş Şube Müdürlüğü’nden aradılar. Sosyal medya paylaşımlarım sebebi ile ifade vermem gerektiğini söyleyen polise ‘Tamam geliyorum’ yanıtını verdim. Yarım saat içinde Av. Helin Özgökçe ile birlikte karakoldaydık. Asayiş şubeye çıktık. Bizi arayan polisi bulduk. TCK’nın 301. Maddesi, 299. Maddesi ve silahlı örgüt propagandası yapmaktan dolayı 3 dosyamın olduğunu söyledi polis. İlk sorum ‘Hangi örgüt?’ Cevap: herhalde PKK’dır. Buradaki ‘herhalde’ kelimesinden önyargı yuvarlanıp düştü hemen önümüze. Facebook, Twitter ve blog sayfamdaki paylaşımların olduğu dosyaya ‘Hadi ya’, ‘a bu da mı?’ diye diye tek tek baktık.

Paylaşımlarımın hiçbiri herhangi bir örgütün propagandasını yapmadığı gibi şiddeti asla yüceltmemekteydi. Yaptığım ironik paylaşımlar bile suç olarak değerlendirilmişti. Örneğin “Gözaltı süresi 30 güne çıkarılmış. Nasıl 90 gün olmaz. Haydi meydanlara” p aylaşımımdaki ‘haydi meydanlara’ söylemini insanları eyleme davet ettiğimin anlaşılması ve bunu açıklamaya çalışmak oldukça trajikomikti. Tek tek paylaşımlara bakıp bunlarda suç olup olmadığına dair ifade vermek tabiri caizse deveye hendek atlatmaktan daha zordu. Önyargı, yaşam tarzı ve düşünce farklılığı, bulunduğumuz konumlar ifade verme işlemini daha da zorlaştırıyordu. Öncelikle kullandığımız dilin farklılığı ve hak temelli bakışımızdaki farklılığın yer yer açık ara ile seyretmesi her şeyi daha da zorlaştırıyordu. Özellikle Terörle Mücadele Müdürlüğü’nün kullandığım her kelimenin arkasında bir örgüt aranması aktivistlere karşı önyargının ne kadar ne kadar derin olduğunu gösteriyordu. Şu örgüt bir terör örgütü müdür? Kürdistan neresidir? Kürdistan dağları hangileridir? 15 Temmuzda linç edilen askerler kimler tarafından linç edilmiştir? Sur’da öldürülen kadınları tanıyor musun? Sur’da öldürüldüğünü iddia ettiğin sivilleri kim öldürdü? Siirt’te Cuma namazı kılmayı reddeden adamı tanıyor musun? Neden TC demişsin, bu kelimeyi şu örgüt kullandığı için mi? Erciş’te yakılarak öldürülen kadını tanıyor musun? Bu kadın hakkındaki bu haberi gidip yerinde doğruladın mı? Neden Kürt, Türk ayrımı yapıyorsun? gibi sorular karşısında karşımızdaki gücün insan hakkından ve insan hakları mücadelesinden zerre kadar anlamadığına olan kanaatimi berraklaştırdı.

Biz insan hakları aktivistleri devletin kullandığı dili kullanmak zorunda değiliz. Sizin kullandığınız jargonları kullanmak zorunda değiliz. Kim olursa olsun, nerede olursa olsun bir ihlal varsa o ihlal ile ilgilenmemiz çok doğaldır. Hak ihlali yaşayanları bire bir tanımak zorunda değiliz. Siyasi, militarist terimler kullanmak zorunda değiliz. Coğrafik terimleri dilediğimiz gibi kullanabiliriz. İşkence ve kötü muamelenin haklı bir sebebi olduğunu düşünmeyiz. Yasaların ve uygulamaların hak ihlal ettiğini düşünüyorsak bunu açık açık ifade ederiz. Devletin veya bir örgütün kullandığı şiddet biçimlerini eleştiririz, bunları raporlarız, bunların var olduğunu yaygınlaştırırız. Bir insanı tanımlarken ait olduğu etnisiteyi, yaşadığı yeri, ırkını, cinsiyetini, dinini belirtirken bir durumdan bahsettiğimiz için belirtiriz. Bu belirtme hali bir ayrımcılık anlamına gelmez. Devlet yaptığında hak edildiğini ancak başkası yaptığında hak edilmediğini düşünmeyiz. Hatta şiddeti kimsenin hak etmediğini düşünürüz ve ‘hak’ kelimesini olumlu anlamda kullanırız. Her türlü şiddeti ve şiddet içeren eylemi tasvip etmeyiz. Birinin yaptığı şiddeti normalleştirip diğerinin yaptığı şiddeti marjinalize etmeyiz. Ancak eşitlemeyiz de. İnsan hakları aktivistlerinin çizgisi bu kadar nettir. İnsandan, canlıdan yanadır. Biz aktivistler canlıların bekasını savunuruz, bizi yargılayan devlet mercileri devletin bekasını savununca tezat düşmemiz bu devletin sosyal ve hukuk devleti olmadığını bize gösterir. Bu sebeple bırakın devletin veya silahlı bir yapılanmanın jargonlarını kullanmayı kendimize ait insani değerler üzerine kurulmuş hassasiyetle seçilmiş bir dil kullanırız. İnsan hakları aktivistlerinin kullandığı dil, yaşam tarzı, ilgi alanları, mücadele biçimleri engellenemez, gözaltına alınamaz, sorgulanamaz, mühürlenemez. Olsa olsa desteklenir. Çünkü biz herkese lazımız.

Tabi bu süreçte gördüm ki, hak mücadelemizde biz aktivistlere de avukatlar lazım. Bu süreçte ifadelerimi verirken sürekli benimle olan Av. Mahmut Kaçan, Av. Helin Özgökçe, Av. Sedat Anaran’a, TEM’de beni ziyarete gelen bu süreçle ilgilenen Av. Murat Timur, Av. Murat Koç , Av. Müjde Tozbey Erden, Av. Süleyman Sabri Polat’a, davaya katılan Av. Gülay Özgökçe, Av. Rabia Özgökçe’ye ve yine bu süreçle ilgilenen teyzem Av. Bedia Özgökçe Ertan’a sonsuz şükranlarımı iletirim. Bu süreçte bana destek olan kızım Zine’ye yokluğumu hissettirmeyen aileme ve eşimin ailesine, feminist harekete ve tüm dostlarıma bu zor günlerde dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu gösterdikleri için müteşekkirim.”